Özellikle eski zamanlarda yaşamış, hayatın inişli çıkışlı yollarında yürümüş insanların tecrübeleri ifade eden şu sözlerini hep dinleriz, duyarız; “âdet olduğu üzere, bir düstur olarak, bir prensip olarak, bir gelenek olarak, bir tavır ve alışkanlık olarak...“
Eğer tecrübe edilmişse ve doğruluğu ispat edilmişse ve de yanlış olduğuna dair bir emareye rastlanmamışsa yukarıda ifade edilen bu sözlere neden sahip çıkmayalım ki...
Bir mesele var ki, yanlış yapılmış, yanlış anlaşılmış ve yanlış ifade edilmiş hiçbir fikrin ideolojinin peşinden gidilmemeli ve yeniden tecrübeye kalkışılmamalıdır...
Devamlı değişiklik ve başkalaşım isteyenler elbetteki kendileri de değişmeye ve başkalaşmaya mecburdur. Eğer devam eden bir fayda ve doğru olanı galip fikir ise bunun uygulanmasında bir mahsur görülmüyor.
Kabiliyetlerin layık olduğu işlerle iştirak etmeleri ve aykırılıklarla fazla uğraşmamalı müspet, faydalı ve güzel neticeler verebilir. Önemli olan fikrî yolları tıkamamak gerekmektedir.
Birbirine mani olan ve set çekenler kendilerine müspet olabilecek her fikir ve düşünce için barikatlar kurmuş demektir. Öyle olmalı ki, şahıslar her hareket ve düşüncesinde daima kendilerini bir şekilde aşabilmeli ve her halükârda, her fikir ve düşüncelere hazır olabilmelidir.
Yukarıda beyan edilen ifadeler paralelinde insanî, Kur’anî, İslamî hizmetlerde hademe ve hizmetkâr olmak isteyenler; kendilerini, imanlarını ve başkalarının imanlarını kurtarma ve koruma noktalarından tahkim edilmeli; kalben, aklen, ruhen ve hayalen mutmain olmak için bir gayretin içerisinde olabilmelidir.
Zaman, imanen ve inanç olarak, en zarardîde, zarar görmüş ve görecek insanların zamanı olduğu için dünya ve ahiret adına çokçok fazla bir şekilde tahkiki imanı ilmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin mertebelerini elde etmeye mecburdurlar ve mükelleftirler. Eğer bu konuda tavizkâr, tembel ve gaflette bulunulursa hem dünya, hem ahiret hayatımız zarar görür ve uçar gider.