Bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış, onunu mümevveh (hayalî) saadete
çıkarmış, diğer onu da beyne beyne (ikisi ortası) bırakmış. Saadet odur ki, külle, ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i kalîlindir [azın da azı.]
Meclisten biri dedi: “Neden Şeriat şu medeniyeti (Haşiye) reddeder?”
Dedim: “Çünkü, beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir; o ise, şe’ni, tecavüzdür. Hedef-i kastı, menfaattır; o ise, şe’ni, tezahümdür: Hayatta düsturu, cidaldir; o ise, şe’ni, tenazu’dur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir; o ise, şe’ni, böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşcî ve arzularını tatmin ve metalibini teshîldir; o heva ise, şe’ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanın mesh-i manevîsine sebep olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.
“İşte onun için, bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış, onunu mümevveh (hayalî) saadete çıkarmış, diğer onu da beyne beyne (ikisi ortası) bırakmış. Saadet odur ki, külle, ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i kalîlindir ki; nev-i beşere rahmet olan Kur’ân, ancak umûmun, laakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.
“Hem, serbest hevanın tahakkümüyle, havaic-i gayr-i zarûriye havaic-i zarûriye hükmüne geçmişlerdir. Bedeviyette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y, masrafa kâfi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet, haşmete bedel; ferdi, şahsı, fakir, ahlâksız etmiştir. Kurûn-u ûlanın mecmû vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!”
HAŞİYE: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyiliklerdir. Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar, o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip, malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer, iki harb-i umûmi ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip, öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvveti ile, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umûmiyi de temin edecek.
Tarihçe-i Hayat, s. 118, yeni tanzim: s. 207
***
İşte, şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber, beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi sûrî saadet verip, seksenini rahatsızlığa, sefâlete atmıştır.
Ammâ hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinâdı kuvvet yerine hak’kı kabul eder. Gâyede, menfaat yerine fazîlet ve rızâ-i İlâhî’yi kabul eder. Hayatta, düstur-u cidâl yerine düstur-u teâvün’ü esas tutar. Cemaatlerin râbıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabul eder. Gâyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin nâmeşrû tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Fazîletin şe’ni, tesânüddür. Teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni, uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.
İşte, medeniyet-i hâzıra, edyân-ı sâbıka-i semâviyeden, bâhusus Kur’ân’ın irşâdâtından aldığı mehâsinle beraber, Kur’ân’a karşı, böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüştür.
Sözler, s. 372, yeni tanzim: s. 659