"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dünyada bir memur ve misafiriz

Risale-i Nur'dan
23 Şubat 2017, Perşembe
Beşinci Nükte

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş; ve o istidâdâta göre, ehemmiyetli vazifeler tevdî edilmiş. Ve insanı o gâyeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. Başka yerde izah ettiğimiz vazife-i insaniyetin ve ubûdiyetin esâsâtını şurada icmâl edeceğiz; tâ ki, ahsen-i takvîm sırrı anlaşılsın.

İşte insan, şu kâinata geldikten sonra, iki cihet ile ubûdiyeti var. Bir ciheti, gâibâne bir sûrette bir ubûdiyeti, bir tefekkürü var; diğeri, hâzırâne muhâtaba sûretinde bir ubûdiyeti, bir münâcâtı vardır.

Birinci vecih şudur ki: Kâinatta görünen saltanat-ı Rubûbiyeti, itaatkârâne tasdik edip, kemâlâtına ve mehâsinine hayretkârâne nezâretidir.

Sonra, esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin nukuşlarından ibâret olan bedî san’atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip, dellâllık ve ilâncılıktır.

Sonra, her biri birer gizli hazîne-i mâneviye hükmünde olan esmâ-i Rabbâniyenin cevherlerini idrâk terazisiyle tartmak, kalbin kıymetşinaslığı ile takdirkârâne kıymet vermektir.

Sonra, kalem-i Kudretin mektubâtı hükmünde olan mevcudât sayfalarını arz ve semâ yapraklarını mütâlâa edip, hayretkârâne tefekkürdür.

Sonra, şu mevcudâttaki zînetleri ve latîf san’atları istihsankârâne temâşâ etmekle, onların Fâtır-ı Zülcemâlinin mârifetine muhabbet etmek ve onların Sâni-i Zülkemâlinin huzûruna çıkmaya ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır.

İkinci vecih huzur ve hitâb makamıdır ki, eserden müessire geçer. Görür ki, bir Sâni-i Zülcelâl, kendi san’atının mu’cizeleri ile kendini tanıttırmak ve bildirmek ister. O da İmân ile, mârifet ile mukabele eder.

Sonra görür ki, bir Rabb-i Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da, O’na hasr-ı muhabbetle, tahsîs-i taabbüdle kendini O’na sevdirir.

Sonra görüyor ki, bir Mün’im-i Kerîm, maddî ve mânevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da, ona mukabil, fiiliyle, haliyle, kâliyle, hattâ elinden gelse bütün hasseleriyle, cihazâtıyla şükür ve hamd ü senâ eder.

Sonra görüyor ki, bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudâtın aynalarında kibriyâ ve kemâlini ve celâl ve cemâlini izhâr edip, nazar-ı dikkati celb ediyor. O da, ona mukabil, “Allahü ekber, Sübhânallah” deyip, mahviyet içinde, hayret ve muhabbetle secde eder.

Sonra görüyor ki, bir Ganî-i Mutlak, bir sehâvet-i mutlak içinde, nihayetsiz servetini, hazînelerini gösteriyor. O da, ona mukabil, tâzim ve senâ içinde kemâl-i iftikâr ile suâl eder ve ister.

Sonra görüyor ki, o Fâtır-ı Zülcelâl, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış, bütün antika san’atlarını orada teşhir ediyor. O da, ona mukabil “Mâşaallah” diyerek takdir ile, “Bârekâllah” diyerek tahsin ile, “Sübhânallah” diyerek hayret ile, “Allahü ekber” diyerek istihsan ile mukabele eder.

Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas

Okunma Sayısı: 2451
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı