"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ehl-i hak neden ihtilâf ediyor?

Risale-i Nur'dan
12 Şubat 2019, Salı

BİRİNCİ NOKTA

Mühim ve müthiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

Elcevap: Bu elîm ve feci ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müthişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz.

Birincisi

Ehl-i hakkın ihtilâfı hakikatsizlikten gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikattarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mektep gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şan ve şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları (HÂŞİYE-1) manevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzaheme ve münakaşayı ve rekabeti intâc edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler.

Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunların her birisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmediği ve her birinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nâsta ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzet olur. Maddî ve manevî her bir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzaheme ve rekabet tevellüd edip vifakı nifaka, ittifakı ihtilâfa tebdil eder.

İşte bu müthiş marazın merhemi, ilâcı, ihlâstır. Yani, hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galip gelmekle, “Benim mükâfatımı ancak Allah verir.” [Yunus Suresi: 72; Hûd Suresi: 29; Sebe’ Suresi: 47.] sırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve manevî ücretten istiğna etmekle (HÂŞİYE-2) “Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir.” [Mâide Suresi: 99; Nur Suresi: 54; Ankebut Suresi: 18.] sırrına mazhar olup, hüsn-ü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakkın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlâsa muvaffak olur. Yoksa ihlâsı kaçırır.

HÂŞİYE-1: İhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyaya girer. Şan ve şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından, teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ve şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın!

HÂŞİYE-2: Sahabelerin sena-i Kur’âniyeye mazhar olan isar hasletini kendine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünkü, hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstahaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin ücretidir” denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne, başka ehil ve daha müstahak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek, “Kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler.” [Haşir Suresi: 9.] sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir.

Lem’alar, Yirminci Lem’a, s. 261-63

LÛ­GAT­ÇE:

ashab-ı diyanet: dindarlar, dinine titizlikle bağlı olanlar.

ehl-i nifak: iki yüzlü kimseler, münafıklar, ara bozucular.

ehl-i vifak: uyum gösterenler, aynı görüşü paylaşanlar, barışçı davrananlar.

hilâf: ayrılık.

hubb-u câh: makam-mevki sevgisi.

isar hasleti: kendisi muhtaç olduğu halde başkasını düşünüp verme ahlâkı.

itab: paylama, azarlama.

nâs: insanlar.

taayyün etmek: belli olmak, belirlenmek.

tahassus etmek: hususî, özel olarak belirlenmek.

teveccüh-ü nâs: insanların ilgisi, yönelişi; insanların insana değer vermesi.

Okunma Sayısı: 2070
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı