Rahmet-i İlâhiyenin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat, bir iksir-i nurânîdir; aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakk’a vusule vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî pek çok müşkülâtla aşk-ı hakikîye inkılâb eder, Cenâb-ı Hakk’ı bulur; öyle de, şefkat, fakat müşkülâtsız, daha kısa, daha sâfî bir tarzda kalbi Cenâb-ı Hakk’a rabteder.
Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakikî ehl-i iman ise, dünyadan yüzünü çevirir, Mün’im-i Hakikî’yi bulur. Der ki: “Dünya madem fânîdir; değmiyor alâka-i kalbe.” Veledi nereye gitmişse, oraya karşı bir alâka peyda eder, büyük manevî bir hal kazanır.
Ehl-i gaflet ve dalâlet, şu beş hakikatteki saadet ve müjdeden mahrumdurlar. Onların hali ne kadar elîm olduğunu şununla kıyas ediniz ki: Bir ihtiyar hanım, gayet sevdiği sevimli bir tek çocuğunu sekeratta görüp, dünyada tevehhüm-ü ebediyet hükmünce, gaflet veya dalâlet neticesinde, mevti adem ve firak-ı ebedî tasavvur ettiğinden, yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp, gaflet ve dalâlet cihetiyle, Erhamü’r-Râhimîn’in Cennet-i Rahmetini, firdevs-i nimetini düşünmediğinden, ne kadar me’yusâne bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin.
Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan iman ve İslâmiyet, mü’mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlık-ı Rahîm’i, onu bu fânî dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek. Hem sana şefaatçi, hem ebedî bir evlât yapacak. Müfarakat muvakkattır, merak etme “El-hükmü lillah” [Hüküm Allah’ındır. (Mü’min Sûresi: 12.)] “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun” [Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. (Bakara Sûresi: 156.)] de, sabret.
El-Bâkî Hüve’l-Bâkî
Said Nursî
Mektubat, s. 97
LÛGATÇE:
adem: Yokluk.
alâka-i kalp: Kalbin ilgisi, kalben bağlanma.
aşk-ı hakikî: Gerçek aşk, Allah’a karşı duyulan şiddetli sevgi ve muhabbet.
aşk-ı mecazî: Nefis ve şehvet üzerine bina edilmiş aşk, hakiki olmayan sevgi.
ehl-i gaflet ve dalâlet: Hakikatten habersiz ve hak yoldan sapmış olanlar.
firak-ı ebedî: Ebedî, sonsuz ayrılık.
firdevs-i nimet: Cennetlik nimet, firdevs salkımları, nimet Cenneti.
iksir-i nurânî: Nurlu, çok tesirli ilâç.
mevt: Dünya.
muvakkat: Geçici.
müfarakat: Ayrılık.
Mün’im-i Hakikî: Hakiki nimet verici Cenâb-ı Hak.
rabtetmek: Bağlamak.
sekerat: Ölmek üzere olan bir kişinin can çekişme anı.
tevehhüm-ü ebediyet: Sonsuzluk kuruntusu, sonsuza kadar yaşayacağını sanmak.
vesile-i saadet-i dâreyn: İki cihan mutluluğunun sebebi.
vusul: Kavuşma, erişme.