"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hadisleri uluorta tartışmak caiz değildir

Risale-i Nur'dan
11 Ağustos 2017, Cuma
İNSAFLA, HAKKI BULMAK NİYETİYLE MÜZAKERESİ CAİZ OLABİLİR

Eğirdir’de bir münakaşa-i ilmiye işittim. O münakaşa, hususan şu zamanda yanlıştır. Hatta münakaşayı bilmiyordum; benden de sual edildi. Muteber bir kitapta, Hadis-i Şeyheynin ittifakına alâmet olan ق (kaf) işaretiyle bir hadis bana gösterildi; “Hadis midir, değil midir?” sual edildi.

Ben dedim: “Böyle muteber bir kitapta, Şeyheyn Hadisinin ittifakına hükmeden bir zata itimad etmek lâzım. Demek hadistir. Fakat hadisin, Kur’ân gibi bazı müteşabihatı var; ancak havas onların manalarını bulabilir. Şu hadisin zâhiri dahi, müşkülât-ı hadisin müteşabihat kısmından olmak ihtimali var” dedim. Eğer bilseydim medar-ı münakaşa olmuş; öyle kısa değil, belki böyle cevap verecektim:

Evvelâ: Bu çeşit mesâili münakaşa etmenin birinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, su-i telâkkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir. 

O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla bir şey öğrenmedi; belki gurura düşmek ihtimali var.

AKLINA SIĞIŞTIRAMADIĞI İÇİN HADİSİ İNKÂR ETSE, DEHŞETLİ BİR KAPI AÇAR

Saniyen: Sebeb-i münakaşa, eğer hadis ise, hadisin merâtibini ve vahy-i zımnînin derecatını ve tekellümat-ı Nebeviyenin aksamını bilmek lâzım. Avam içinde müşkülât-ı hadisiyeyi münakaşa etmek, izhar-ı fazl suretinde, avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir.

Madem şu mesele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, bîçare avam-ı nâsın zihninde sû-i tesir ediyor. Çünkü, şu gibi müteşabih hadisleri aklına sığıştıramadığı için, eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar; yani küçücük aklına sığışmayan kat’î hadisleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadîsin manasını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin itirazatına ve “Hurafattır” demelerine yol açar. Madem bu müteşabih hadise, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celb edilmiş ve bu çeşit hadisler çok vârid olmuş; elbette şüpheleri izale edecek bir hakikati beyan etmek lâzım gelir. Şu hadis kat’î olsun veya olmasın, o hakikati zikretmek gerekir.

İşte, yazdığımız risalelerde, ezcümle Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında On İki Asıl ile ve Dördüncü Dalında ve On Dokuzuncu Mektubun vahyin taksimatına dair mukaddemesindeki bir esasında tafsilâta iktifaen…

Mektubat, 28. Mektub, 2. Mesele olan 2. Risale, s. 407

LÛ­GAT­ÇE:

aksam: Kısımlar.

merâtib: Mertebeler.

tekellümat-ı Nebeviye: Peygamberimizin (asm) konuşmaları, sözleri.

vahy-i zımnî: Gizli vahiy; vahye dayalı, vahiy kaynaklı.

***

Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları

Mahpusların Nurlar’dan istifadeleri, binler şükrettirdi

 

(Dünden devam)

Sonra, pek adi bahanelerle, zemheririn en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek, büyük ve gayet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta, tecrid-i mutlak içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette, hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inayet-i İlâhiye ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti.

Manen, “Sen hapse medrese-i Yusufiye namı vermişsin. Hem Denizli’de, sıkıntınızdan bin derece ziyade hem ferah, hem manevî kâr, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurların fütuhatı gibi neticeler, size şekva yerinde binler şükrettirdi. Her bir saat hapsinizi ve sıkıntınızı on saat ibadet hükmüne getirdi, o fânî saatleri bâkîleştirdi. İnşaallah, bu üçüncü medrese-i Yusufiyedeki musîbetzedelerin Nurlardan istifadeleri ve teselli bulmaları, senin bu soğuk ve ağır sıkıntını hararetlendirip sevinçlere çevirecek. Ve hiddet ettiğin adamlar, eğer aldanmışlarsa, bilmeyerek sana zulmediyorlar; onlar hiddete lâyık değiller. Eğer bilerek ve garazla ve dalâlet hesabına seni incitiyorlar ve işkence yapıyorlarsa, onlar pek yakın bir zamanda ölümün idam-ı ebedîsiyle kabrin haps-i münferidine girip daimî sıkıntılı azap çekecekler. Sen onların zulmü yüzünden hem sevap, hem fânî saatlerini bâkîleştirmeyi, hem manevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlâsla yapmasını kazanıyorsun” diye ruhuma ihtar edildi.

Ben de bütün kuvvetimle “Elhamdülillâh” dedim. İnsaniyet damarıyla o zalimlere acıdım, “Yâ Rabbî, onları ıslâh eyle” diye duâ ettim.

(Devamı var)

Lem’alar, s. 390

Okunma Sayısı: 3037
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı