Hiçbir müfsid, “Ben müfsidim” demez; daima suret-i haktan görünür, yahut batılı hak görür.
Evet, kimse demez “Ayranım ekşidir.” Fakat, siz mihenge vurmadan almayınız. Zira, çok silik söz, ticarette geziyor. Hatta, benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim hâlde ifsat ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız, bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.
Sual: “Neden hüsn-ü zannımıza su-i zan edersin? Eski padişahlar ve eski hükûmetler seni haktan çeviremedi, Jön Türkler sizi kendilerine ram ve müdaheneci edemediler. Zira, seni hapis ettiler, asacaklardı; sen tezellül etmedin, merdane çıktın. Hem, sana büyük maaş vereceklerdi; kabul etmedin. Demek, sen onların taraftarlığı için demiyorsun. Demek, hak taraftarısın.”
Cevap: Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira, bir müfside, bir dessasa da hüsn-ü zan edebilirsiniz; delil ve akıbete bakınız.
Sual: “Nasıl anlayacağız? Biz cahiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz.”
Cevap: Çendan cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebip, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil. İşte, müştebih ağaçları gösteren, semereleridir. Öyle ise, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız. İşte, birisinde istirahat ve itaattir, ötekisinde ihtilâf ve zarar saklanmıştır.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 230
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Başıboş değiliz, vazifedar bir yolcuyuz
(Dünden devam)
Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cür’etkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, ahiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için, bir mes’ud hanenin saadetini mahveder ve bu gibi hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer.
Eğer iman-ı ahiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükûmet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim; fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâl’in melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.
Bu mananın dahi Risale-i Nur’da bürhanlarıyla izahına iktifaen kısa kesiyoruz.
(Devamı var)
Şuâlar, On Birinci Şuâ (Denizli Hapsinin Bir Meyvesi), Sekizinci Mesele