"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İman ve İslâmiyet, muhabbeti ve ittifakı ister

Risale-i Nur'dan
24 Şubat 2018, Cumartesi
Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli.

Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadis ile, “Üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat’-ı mükâleme etmeyecek.”

Eğer esbab-ı adavet galebe çalıp, adavet, hakikatiyle bir kalpte bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temelluk suretine girer.

Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü’min kardeşine kin ve adavet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen adi, küçük taşları Kâbe’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud’dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin; aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü’mine karşı adavete sebebiyet veren ve adi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı iman ve İslâmiyet’e tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.

Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin; ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği Esma-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.

Meselâ, her ikinizin Hâlık’ınız bir, Malik’iniz bir, Ma’bud’unuz bir, Râzık’ınız bir; bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem, Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir; bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra, köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir; ona kadar bir, bir. Bu kadar “bir, bir”ler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adavet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve itisaf olduğunu, kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın.

Mektubat, Yirmi İkinci Mektub, s. 310

***

Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları

Bir imanî vazife ile bu sıkıntılı imtihana girdik

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu eski ve yeni iki medrese-i Yusufiyedeki şiddetli imtihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde talebeliğini bırakmayan ve bu kadar tehacüme karşı kuvve-i maneviyesi kırılmayan zatları ehl-i hakikat ve nesl-i âtî alkışlayacakları gibi, melâike ve ruhanîler dahi alkışlıyorlar, diye kanaatim var. Fakat içinizde hastalıklı ve nazik ve fakirler bulunmasıyla, maddî sıkıntı ziyadedir. Ve buna karşı da her biriniz her birisine birer tesellici ve ahlâkta ve sabırda birer numune-i imtisal ve tesanüd ve taltifte birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zeki muhatap ve mucib ve güzel seciyelerin in’ikâsında birer âyine olmanız o maddî sıkıntıları hiçe indirir, diye düşünüp, ruhumdan ziyade sevdiğim sizler hakkında teselli buluyorum. [...]

***

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Kader-i İlâhî adaleti bizleri Denizli medrese-i Yusufiyesine sevk etmesinin bir hikmeti, her yerden ziyade, Risale-i Nur’a ve şakirdlerine, hem mahpusları, hem ahalisi, belki hem memurları ve adliyesi muhtaç olmalarıdır. Buna binaen, biz bir vazife-i imaniye ve uhreviye ile bu sıkıntılı imtihana girdik. Evet, yirmi otuzdan ancak bir ikisi ta’dil-i erkân ile namazını kılan mahpuslar içinde, birden Risale-i Nur Şakirdlerinden kırk ellisi umumen bilâistisna, mükemmel namazlarını kılmaları, lisan-ı hal ile ve fiil diliyle öyle bir ders ve irşaddır ki, bu sıkıntı ve zahmeti hiçe indirir, belki sevdirir. Ve şakirdler, ef’alleriyle bu dersi verdikleri gibi, kalplerindeki kuvvetli tahkikî imanlarıyla dahi buradaki ehl-i imanı ehl-i dalâletin evham ve şübehatından kurtarmalarına medar çelikten bir kal’a hükmüne geçeceğini rahmet ve inayet-i İlâhiyeden ümit ediyoruz.

Buradaki ehl-i dünyanın bizi konuşmaktan ve temastan menleri zarar vermiyor. Lisan-ı hâl, lisan-ı kàlden daha kuvvetli ve tesirli konuşuyor. Madem hapse girmek terbiye içindir; milleti seviyorlar ise, mahpusları Risale-i Nur şakirdleriyle görüştürsünler. Tâ bir ayda, belki bir günde, bir seneden ziyade terbiye alsınlar; hem millete ve vatana, hem kendi istikballerine ve ahiretine menfaatli birer insan olsunlar. Gençlik Rehberi bulunsa idi, çok faydası olurdu; inşaallah, bir zaman girer.

Said Nursî

Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 336-337

LÛ­GAT­ÇE:

ef’al: Fiiller, davranışlar.

in’ikâs: Yansıma.

medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un zindanda kalmasından kinaye olarak hapishaneye verilen isim.

mucib: Gerekli.

ta’dil-i erkân: Namazdaki hareket ve duaları hakkıyla yerine getirmek.

tehacüm: Hücum etme.

Okunma Sayısı: 2377
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı