Risale-i Nur’daki bütün mizanlar ve muvazeneler, imanın saadet-i dünyeviyeye ve uhreviyeye medar meyvelerini beyan ederler.
Ve o küllî ve büyük meyveler, bu dünyada gösterdikleri saadet-i hayatiye ve lezzet-i ömür cihetiyle, “Her mü’minin imanı, ona bir saadet-i ebediyeyi kazandıracak, belki sümbül verecek ve o surette inkişaf edecek” diye haber verirler. Ve o küllî ve pek çok meyvelerinden beş meyvesi, meyve-i Mi’rac olarak Otuz Birinci Söz’ün âhirinde ve beş meyvesi Yirmi Dördüncü Söz’ün Beşinci Dalında numune olarak yazılmış.
Erkân-ı imaniyenin her birinin ayrı ayrı pek çok, belki hadsiz meyveleri olduğu gibi, mecmuunun birden çok meyvelerinden bir meyvesi koca Cennet ve biri de saadet-i ebediye ve biri de, belki en tatlısı da rü’yet-i İlâhiyedir diye, başta demiştik. Ve Otuz İkinci Söz’ün âhirindeki muvazenede, imanın saadet-i dâreyne medar bir kısım semereleri güzel izah edilmiş.
İman-ı bi’l-kader rüknünün kıymettar meyveleri bu dünyada bulunduğuna bir delil, umum lisanında “Men âmene bi’l-kader, emine mine’l-keder” darb-ı mesel olmuştur. Yani, “Kadere iman eden, gamlardan kurtulur.” Risale-i Kader’in âhirinde güzel bir temsil ile, iki adamın şahane bir sarayın bahçesine girmesiyle, bir küllî meyvesi beyan edilmiş. Hatta ben kendi hayatımda binler tecrübelerimle gördüm ve bildim ki, kadere iman olmazsa, hayat-ı dünyeviye saadeti mahvolur. Elîm musibetlerde, ne vakit kadere iman cihetine bakardım, musibet gayet hafifleşiyor görüyordum ve “Kadere iman etmeyen nasıl yaşayabilir?” diye hayret ederdim.
Şualar, On Birinci Şua, s. 285
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Nurlar’la teselli ve ferah bulmaya çalışınız
Aziz, Sıddık, Sarsılmaz, Telâş Etmez, Ahireti Bırakıp Fânî Dünyaya Dönmez Kardeşlerim!
Bir parça daha burada kalmaktan, meselemizi bir derece genişlendirmek istemelerinden mahzun olmayınız; bilakis, benim gibi memnun olunuz. Madem ömür durmuyor, zevale koşuyor, böyle çilehanede uhrevî meyveleriyle bâkîleşiyor. Hem, Nurun ders dairesi genişliyor. Meselâ, ehl-i vukufun hocaları, tam dikkatle Siracünnur’u okumaya mecbur oluyorlar. Hem, bu sırada
çıkmamızın, bir-iki cihetle hizmet-i imaniyemize bir noksanlık gelmek ihtimali var. Ben sizlerden şahsen çok ziyade sıkıntı çektiğim halde çıkmak istemiyorum. Siz de mümkün olduğu kadar sabır ve tahammüle ve bu tarz-ı hayata alışmaya ve Nurları yazmak ve okumaktan teselli ve ferah bulmaya çalışınız.
***
..........
Sâniyen: “Risale-i Nur Kur’ân’ın çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir” tekrar ile dediğimizden, bazı dikkatsizler tam manasını bilemediğinden bir hakikati beyân etmeye bir ihtar aldım. O hakikat şudur:
Tefsir iki kısımdır:
• Birisi, malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve ispat ederler.
• İkinci kısım tefsir ise, Kur’ân’ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyân ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda derc ediyorlar. Fakat, Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları susturan bir manevî tefsirdir.
Said Nursî
B. S. N. Tarihçe-i Hayatı, Afyon Hayatı, s. 613