"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kur’ân bütün zamanları tenvir eden bir kitaptır

Risale-i Nur'dan
12 Mart 2018, Pazartesi
Kur’ân istitradî ve tebeî olarak, Cenâb-ı Hakkın zatına, sıfâtına istidlâl için kâinattan bahsediyor.

İstidlâlin birinci şartı: Delilin neticeden daha zâhir ve malûm olması lâzımdır. Eğer fencilerin iştihası gibi, “Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah’ın azametini anlayınız” demiş olsaydı, delil müddeadan daha hafî olurdu ve insanların ekserîsi, ekser zamanlarda fehmedemediklerinden inkâra zehab ederlerdi. 

Halbuki, irşad ve hidayet zamanlarında cumhurun derece-i fehimleri nazara alınarak, ona göre söz söylemek icab eder.

Maahaza, ekseriyete yapılan müraattan ekalliyette kalanın mahrumiyeti neş’et etmez; çünkü, onlar da istifade ediyorlar. Amma, mesele makuse olursa, ekseriyet mahrum kalır, istifade edemez; çünkü, fehimleri kàsırdır.

Ve sâniyen: Belâgat-i irşadiyenin şe’nindendir ki, avamın nazarına, ammenin hissine, cumhurun fehmine göre hareket yapılsın ki, nazarları tevahhuş, fikirleri kabulden imtina etmesin. Binaenaleyh, cumhura olan hitabın en beliği zâhir, basit, sehil olmasıdır ki, âciz olmasınlar; muhtasar olsun ki, melûl olmasınlar; mücmel olsun ki, lüzumlu olmayan tafsilden nefret etmesinler.

Ve sâlisen: Kur’ân, mevcudatın ahvalinden ancak Hâlık’ları için bahseder; mevcudatın zatlarına ait değildir. Bu itibarla, Kur’ânca en mühim, kâinatın Hâlık’a nâzır olan ahvalidir. Fen ise, Hâlık’ı işe katmıyor, kâinatın ahvalinden bizâtihâ bahsediyor. Ve keza, Kur’ân bütün insanlara hitap eder ve ekseriyetin fehmini müraat eder ki, tahkikî bir marifet sahibi olsunlar. Fen ise, yalnız fenciler ile konuşur. Avamı nazara almıyor, avam taklitte kalıyor. Bu itibarla, fennin tafsilâtını ihmal veya ipham, maslahat-ı amme ve menfaat-i umumiyeye nazaran ayn-ı isabet ve ayn-ı hikmettir.

Ve rabian: Kur’ân bütün zamanları tenvir ve bütün insanları irşad eden bir kitaptır. Bu itibarla, irşadın belâgati icabınca, ekseriyeti nazarlarında bedihî olan meselelere karşı mükâbereye, mugalâtaya ika ve icbar etmemek lâzımdır. Ve onlarca mahsûs, meşhud, maruf olan bir şeyi lüzumsuz yerde tağyir etmemek lâzımdır. Ve keza, vazife-i asliyece, ekseriyete lâzım olmayan şeyin ihmal veya icmali lâzımdır. Mesele, şemsin zatından, mahiyetinden bahsetmek değildir; ancak âlemi tenvir etmekle, hilkatin nizam merkezi ve âleme mihver olması gibi harika şeyleri ihtiva eden vazifesinden bahsetmekle, Hâlık’ın azamet-i kudretini efkâr-ı ammeye ibraz etmektir.

Mesnevî-i Nuriye, s. 253-254

Medrese-i Yusufiye Mektupları

Tam bir tesanüde şiddetle muhtacız

(Dünden devam)

• Dördüncü Nokta: Risale-i Nur beraet etmezse ve benim müdafaatım nazara alınmazsa, faydasız, zâhirî inkârınız sizi kurtarmayacak; vah- det-i mesele haysiyetiyle biz birbirimizle bağlanmışız. Yalnız münasebetleri pek az bulunan bir kısım arkadaşlar kurtulabilirler. Eskişehir Mahkemesi, bunu bilfiil gösterdi. Bir seneden beri, gayet dikkatle içimize casusları sokan ve safdil ve cür’etkâr talebelerin ifşaatını zabt eden ve bi’l-iltizam bizi perişan ve mesleğimizden pişman etmek için her vesileyi istimal eden, hatta aleyhimize Şeyh Abdülhakim’i sevk ettikleri halde, onu ve Şeyh Abdülbâkî’yi ve bana ara sıra itiraz eden Şeyh Süleyman’ı bizim gibi perişan eden adamlara karşı inkârlarınız ve kaçmanız, onların kanaat-i vicdaniye dedikleri düşüncelerinde beş para etmez ve Eskişehir’de dahi etmedi.

• Beşinci Nokta: Biz hem burada, hem Eskişehir’de tecrübe ile kat’î anladık ki; biz, vahdet-i mesele cihetiyle, tam bir tesanüde şiddetle muhtacız. Sıkıntıdan gelen gücenmekler ve titizlikler ve itirazlar, bizim perişaniyetimizi ikileştirir. 

Maatteessüf en ziyade güvendiğim ve itimad ettiğim, sizlerdiniz. Bazı hatırıma bir telâş geldiği vakit, İstanbul’dan gelen Kâmil ve Sıddık Hocalar ve Kastamonu vilâyetinde fevkalâde sadâkat gösteren zatları tahattur ile, o endişem zâil olurdu. 

Dikkat ediniz, küfr-ü mutlakı müdafaa eden gizli komite, içinize parmak sok- masın. Benim komşudaki koğuşa parmağını soktu; beni azap içinde bıraktı. Şimdi siz, mabeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz. Kararınızı kabul ederim. Fakat benim müdafaatım tâ Ankara’ya gitse ve medar-ı nazar olsa, buradaki mahkeme, kurtulması mümkün olanlar hakkında kararını vermek ihti- malini; hem şimdi bizimle uğraşan ve Abdülbâkî ve Abdülhakim ve Hacı Süleyman’ı nefyeden ve Yeşil Şemsi’yi tahliyeden sonra burada durduran adamlar, elbette Hafız Mehmed ve Seyyid Şefik gibi salâbet-i diniyeleri ile ve onların ölmüş reislerine ve suretine baş eğmemesiyle ve ilhad ve bid’alara taraftarlıklarını göstermemesiyle beraber, serbest bırakmamak ihtimalini de; hem Risale-i Nur’un tesettür perdesinden çıkıp gayet büyük ve umumî bir meselede kendi kendine merkezlerinde mübarezesi zamanında şakirdlerini arkasında bulmak ve kaçmamakla sarsılmaz ve mağlûp olmaz bir hakikate bağlandıklarını mütereddit ve mütehayyir ehl-i imana göstermesi gayet lüzumlu olduğunu dahi nazarınıza ve meşveretinize alınız. Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayın; hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz.

Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 358

Okunma Sayısı: 2691
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı