Kur’ân’ın halis ve tam şakirdi, bir abddir. Fakat a’zam-ı mahlûkata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve a’zam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir.
(Dünden devam)
Ey ikinci, bozuk Avrupa! (...)
Senin karanlıklı dehan, nev-i beşerin gündüzünü geceye kalb etmiş. Yalnız o sıkıntılı, zulümlü ve zulmetli geceye ısındırmak için yalancı, muvakkat lâmbalarla tenvir ettin. O lâmbalar sürurla beşerin yüzüne tebessüm etmiyorlar. Belki beşerin ağlanacak acı hallerindeki eblehâne gülmesine, o ışıklar müstehziyâne gülüp eğleniyor.
Her bir zîhayat, senin şakirdlerin nazarında, zalimlerin hücumuna maruz, miskin birer musibetzededirler. Dünya bir matemhane-i umumiyedir. Dünyadaki sedalar ölümlerden, elemlerden gelen vaveylâlardır. Senden tam ders alan şakirdin, bir firavun olur. Fakat en hasis şeye ibadet eden ve menfaat gördüğü her şeyi kendine rab telâkki eden bir firavun-u zelildir.
Hem senin şakirdin mütemerriddir. Fakat bir lezzeti için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir.
Hem cebbardır. Fakat kalbinde bir nokta-i istinad bulamadığı için, zatında gayet âciz bir cebbar-ı hodfüruştur.
O şakirdin gaye-i himmeti hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-i nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor, her şeyi nefsine feda ediyor.
Amma Kur’ân’ın halis ve tam şakirdi ise, bir abddir. Fakat a’zam-ı mahlûkata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve a’zam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir.
Hem halim selimdir. Fakat Fâtır-ı Zülcelâl’inden başkasına, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir halim-i âlihimmettir.
Hem fakirdir. Fakat onun Mâlik-i Kerîm’i ona ileride iddihar ettiği mükâfatla bir fakir-i müstağnidir.
Hem zayıftır. Fakat kudreti nihayetsiz olan Seyyidinin kuvvetine istinad eden bir zaif-i kavîdir ki, Kur’ân hakikî bir şakirdine Cennet-i Ebediyeyi dahi gaye-i maksat yaptırmadığı halde, bu zail, fânî dünyayı ona gaye-i maksat hiç yapar mı?
İşte iki şakirdin himmetlerinin ne derece birbirinden farklı olduğunu anla!
Lem’alar, On Yedinci Lem’a, Beşinci Nota, s. 212-213
Lûgatçe:
abd-i aziz: izzetli ve şerefli kul.
a’zam-ı mahlûkat: yaratılmışların en büyüğü.
cebbar: zorba.
cebbar-ı hodfüruş: devamlı kendini beğendirmeye çalışan, zalim ve gaddar zorba.
eblehâne: akılsızcasına, ahmakçasına.
fakir-i müstağni: başkalarına ihtiyaç duymayan fakir.
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve benzeri olmayan şeyleri yaratan Allah.
firavun-ı zelil: aşağılık firavun.
gaye-i ubudiyet: kulluk gayesi.
halim-i âlihimmet: yüce gayretli, yumuşak huylu ve ağırbaşlı.
iddihar etmek: biriktirmek, toplamak.
matemhane-i umumiye: herkesin yas tuttuğu bir yer.
kalb etmek: bir halden diğer bir hale çevirmek.
muvakkat: geçici.
müstehziyâne: istihza edercesine, alay edercesine.
mütemerrid: temerrüd eden, dik başlı, inatçı.
nokta-i istinad: dayanak noktası.
sürur: sevinç, mutluluk.
şakird: talebe.
ubudiyet: kulluk.
vaveylâ: çığlık, feryad.
zaif-i kavî: zayıflığı ile Cenab-ı Hakkın sonsuz kuvvetine dayanarak güç kazanan.
zâil: son bulan, sona eren.
zîhayat: hayat sahibi, canlı.
zulmetli: karanlık.