Bu sıdk ve kizb, küfür ve iman kadar birbirinden uzak.
Asr-ı Saadette sıdk vasıtasıyla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın a’lâ-yı illiyyine çıkması ve o sıdk anahtarıyla hakaik-ı imaniye ve hakaik-ı kâinat hazinesi açılması sırrıyla, içtimaiyat-ı beşeriye çarşısında, sıdk en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiş.
Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab’ın emsali, esfel-i safilîne sukut etmiş. Ve kizb, o zamanda küfriyat ve hurâfâtın anahtarı olduğunu o inkılâb-ı azîm gösterdiğinden, kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil, herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, elbette o inkılâb-ı azîmin saff-ı evveli olan ve fıtratlarında en revaçlı ve medar-ı iftihar şeyleri almak ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri olmak fıtratında bulunan Sahabeler, elbette, şüphesiz, bilerek ellerini yalana uzatmazlar, kizb ile kendilerini mülevves etmezler, Müseylime-i Kezzab’a kendilerini benzetemezler. Belki bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fıtrîleriyle, en revaçlı mal ve en kıymettar meta ve hakikatlerin anahtarı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın a’lâ-yı illiyyine çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğruluğa müşteri olup, mümkün olduğu kadar sıdktan ayrılmamaya çalıştıklarından, ilm-i hadisçe ve ulema-i Şeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan “Sahabeler, daima doğru söylerler. Onlardaki rivayet, tezkiyeye muhtaç değil. Peygamberden (aleyhissalâtü vesselâm) rivayet ettikleri hadisler, bütün sahihtir” diye, ehl-i Şeriat ve ehl-i hadisin ittifakına kat’î hüccet bu mezkûr hakikattir.
İşte, Asr-ı Saadetteki inkılâb-ı azîm, sıdk ile kizb, iman ile küfür kadar birbirinden uzak iken, zaman geçtikçe gele gele birbirine yakınlaştı. Ve siyaset propagandası bazen yalana ziyade revaç verdi. Fenalık ve yalancılık bir derece meydan aldı. İşte bu hakikat içindir ki, Sahabelere kimse yetişemez. Yirmi Yedinci Sözün Zeyli olan Sahabeler hakkındaki risaleye havale edip kısa kesiyoruz.
Ey bu Cami-i Emevî’deki kardaşlarım ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki dört yüz milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. Urvetü’l-vüska, sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir, doğruluktur.
Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 250-251
LÛGATÇE:
a’lâ-yı illiyyin: yücelerin en yücesi.
kizb: yalan, yalancılık.
muhkem: sağlam.
necat: kurtuluş.
sıdk: doğruluk.
tezkiye: aklama; soruşturarak sıhhatini kontrol etme.
urvetü’l-vüska: sapa sağlam kulp, tutacak yer.
***
Medrese-i Yusufiye Mektupları
Binler dil ile istiğfar ve ibadet etmek
Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve Hapis Arkadaşlarım!
Evvelâ: Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Bizler manen her zaman görüşüyoruz. Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel, Nurdan elinize geçen hangi risaleyi okusanız veya dinleseniz, benim adi şahsım yerine, Kur’ân’ın bir hâdimi haysiyetiyle beni o risale içerisinde görüp sohbet edersiniz. Zaten ben de sizinle bütün dualarımda ve yazılarınızda ve alâkanızda hayalimde görüşüyorum ve bir dairede beraber bulunmamızdan her vakit görüşüyoruz gibidir.
Sâniyen: Bu yeni medrese-i Yusufiyedeki Risale-i Nur’un yeni talebelerine deriz: Kuvvetli hüccetlerle, hatta ehl-i vukufu da teslime mecbur eden işârât-ı Kur’âniye ile, “Nur’un sadık şakirdleri iman ile kabre girecekler. Hem şirket-i maneviye-i Nuriyenin feyziyle, her bir şakird, derecesine göre umum kardeşlerinin manevî kazançlarına ve dualarına hissedar olur. Güya, âdeta binler dil ile istiğfar eder, ibadet eder.” Bu iki fayda ve netice, bu acib zamanda bütün zahmetleri, sıkıntıları hiçe indirir; pek çok ucuz olarak o iki kıymettar kârları sadık müşterilerine verir.
Said Nursî
***
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Afyon müdafaanamesinin hem bize, hem bu Nurlara, hem bu memlekete, hem âlem-i İslâm’a alâkadar ehemmiyetli hakikatleri var.
Her halde bunu yeni hurufla beş-on nüsha çıkarmak lâzımdır, tâ Ankara makamatına gönderilsin. Bizi tahliye ve tecziye etseler de hiç ehemmiyeti yok. Şimdi vazifemiz, o müdafaattaki hakikatleri hem hükûmete, hem adliyelere, hem millete bildirmektir. Belki de kader-i İlâhî bizi bu dershaneye sevk etmesinin bir hikmeti de budur. Mümkün olduğu kadar çabuk, makine ile çıksın. Bizi bugün tahliye etseler, biz yine onu bu makamata vermeye mecburuz.
Sizi aldatıp, tehir edilmesin; artık yeter. Aynı mesele için on beş senede üç defa bu eşedd-i zulüm ve bahaneler ve emsalsiz işkencelere karşı son müdafaamız olsun. Madem kanunen kendimizi müdafaa etmek için sâbık mahkemelerde makineyi bize vermişler, burada o hakkımızı bizden hiçbir kanunla men edemezler. Eğer resmen çare bulamadınız ise, hariçten bizim avukat her şeyden evvel bunun makine ile beş nüshasını çıkarsın. Hem sıhhatine çok dikkat edilsin.
Said Nursî
Şualar, On Dördüncü Şua, s. 514
LÛGATÇE:
ehl-i vukuf: bilirkişiler.
hüccet: delil, belge.
müdafaaname: mahkemedeki savunma metni.
şirket-i maneviye-i Nuriye: Nur hizmetindeki (iman-Kur’ân hakikatlerinin neşri) mânevî ortaklık.