Medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı kuvvet kabul eder, hedefi menfaat bilir, düstur-u hayatı cidal tanır, cemaatlerin rabıtasını unsuriyet ve menfî milliyet bilir.
Gayesi, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı lehviyattır.
Hâlbuki kuvvetin şe’ni tecavüzdür; menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır; düstur-u cidalin şe’ni, çarpışmaktır; unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür.
İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehasiniyle beraber, beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi sûrî saadet verip, seksenini rahatsızlığa, sefalete atmıştır.
Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı kuvvet yerine hakkı kabul eder, gayede menfaat yerine fazilet ve rıza-i İlâhîyi kabul eder, hayatta düstur-u cidal yerine düstur-u teâvünü esas tutar, cemaatlerin rabıtalarında unsuriyet ve milliyet yerine rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabul eder. Gâyâtı, hevesat-ı nefsaniyenin nameşrû tecavüzatına set çekip ruhu maâliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir.
Hakkın şe’ni ise, ittifaktır; faziletin şe’ni, tesanüddür; teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir; dinin şe’ni, uhuvvettir, incizabdır; nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.
İşte medeniyet-i hâzıra, edyan-ı sâbıka-i semaviyeden, bahusus Kur’ân’ın irşadatından aldığı mehasinle beraber, Kur’ân’a karşı, böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüştür.
Sözler, Yirmi Beşinci Söz, s. 458
***
Zaman-ı istibdadın hâkim-i manevîsi kuvvet idi; kimin kılıcı keskin, kalbi kàsî olsa idi, yükselirdi. Fakat zaman-ı Meşrûtiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası haktır, akıldır, marifettir, kanundur, efkâr-ı ammedir; kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezayüd, kuvvet ihtiyarlandıkça tenakus ettiklerinden, kuvvete istinad eden Kurun-u Vusta hükûmetleri inkıraza mahkûm olup, asr-ı hazır hükûmetleri ilme istinad ettiklerinden, Hızırvârî bir ömre mazhardırlar.
E.S.D.E., Münâzarât, s. 165
***
Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbi edebilir, hak kuvvetin mağlûbu.
E.S.D.E., Münâzarât, s. 168
***
Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz. Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.
Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a, s. 277
LÛGATÇE:
cidal: Mücadele.
düstur-u teâvün: Yardımlaşma kanunu.
edyan-ı sâbıka-i semaviye: Eski semavî dinler.
efkâr-ı amme: Halkın düşüncesi ve fikirleri, kamuoyu.
istibdat: Keyfî, baskıcı yönetim; despotluk.
kàsî: Katı, duygusuz.
Kurun-u Vusta: Orta Çağ.
lehviyat: Eğlenceler, faydasız işler.
medeniyet-i hâzıra: Şimdiki medeniyet.
nokta-i istinad: Dayanak noktası.
rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî: Din, vatan ve sınıf (sosyal statü vb.) ile ilgili bağlar.
şe’n: Özellik, durum, yapı, gerek.
tezayüd: Artma, çoğalma.
uhuvvet: Kardeşlik.
unsuriyet: Irkçılık.