İnebolu civarında bulunan ve Nurlar’a güzel kalemiyle çok hizmet eden kardeşlerimizden Mehmed Zekeriya’nın bir mektubunu aldım.
Endişelerimi izale edip beni mesrur eyledi. Şimdi Nurlar’ın bir vazifesi olan çocuklara Kur’ân okutmak ve iman derslerini vermek hizmetiyle meşgul olduğunu yazıyor.
Ona yazınız ki: “Bu hizmetin, aynen eskide Nurlar’a çalışmanız gibi kıymetlidir. Hem senin yazdığın kesretli risaleler, senin bedeline Nurlar’ın neşrine hizmet ederler.” Merak etmesin; o eski makamını muhafaza ediyor.
Emirdağ Lâhikası, mektup no: 120, s. 207
***
Kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde ondan tâ binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı ve kıraati, her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın hakaik-ı imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikını tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.
Kastamonu Lâhikası, mektup no: 38 s. 76
***
Kâinat mescid-i kebirinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Hak’tan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.
Sözler, s. 48
Her bir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur’ân öğretmek…
Barla Lâhikası, mektup no: 254, s. 373
LÛGATÇE:
bürhan: Delil.
elzem: Çok lüzumlu, en lüzumlu.
hakaik-ı imaniye: İman hakikatleri.
hıfz: Ezberleme.
hüccet: Delil, belge.
kıraat: Okuma.
mescid-i kebir: Büyük mescid.
mukaddem: Öncelikli.
müreccah: Tercih edilir olan, üstün.
vird-i zebân: Dilde sık sık tekrarlanan duâ.
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Her şeyin güzel ve ferah verecek tarafına bakmalı
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
……
Sâniyen: “Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur” sırrıyla, “Her şeyin güzel cihetine bakınız” kaidesinin sırrıyla, “Ellezîne yestemiûne’l-kavle…” Gayet kısacık bir meali: “Sözleri dinleyip en güzeline tâbi olup fenasına bakmayanlar, hidayet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır” mealinde, bizler için şimdi her şeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki, manasız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celb edip kalbimizi meşgul etmesin.
Sekizinci Söz’de, bir bahçeye iki adam; biri çıkar, biri giriyor. Bahtiyarı bahçedeki çiçeklere, güzel şeylere bakar, safa ile istirahat eder. Diğer bedbaht, temizlemek elinden gelmediği halde çirkin, pis şeylere hasr-ı nazar eder, midesini bulandırır, istirahate bedel, sıkıntı çeker; çıkar, gider.
Şimdi hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin safhaları, hususan Yusufiye Medresesi bir bahçe hükmündedir; hem çirkin, hem güzel, hem kederli, hem ferahlı şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki, ferahlı ve güzel şeylerle meşgul olup, çirkin, sıkıntılı şeylere ehemmiyet vermez, şekva ve merak yerinde şükreder, sevinir.
Said Nursî
Şuâlar, On Dördüncü Şuâ (Afyon Hapsi mektupları), s. 535
LÛGATÇE:
âkıl: Akıllı.
bedbaht: Kötü talihli, bahtsız.
emin olmak: Kurtulmak.
hasr-ı nazar: Nazarı sarf etme.
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: İnsanların sosyal hayatı.
sâniyen: İkinci olarak.
şekva: Şikâyet.