Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.
Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmanî’dir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı kefaretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir.
Lem’alar, s. 26
***
Suâl: Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevap: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla, manen iştirak eder, musibet-i ammeye sebebiyet verir.
Sözler, s. 199
***
Âyette vardır: “Öyle musibetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlûmlar da içinde yanar.” [Enfal Sûresi: 25] Çünkü musibet-i ammeden masumlar harika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık (radiyallahü anh) gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i ammede masumlar da belâ çekerler.
Emirdağ Lâhikası, s. 61
***
..Eğer memur ise, kanun namına kanunsuz hıyanet eden, ilişen, o memlekete, o bîçare ahaliye bir umumî tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yağmursuzluk, ya hastalık, ya fırtına gibi umumî belâlara bir vesile olur.
Emirdağ Lâhikası, s. 105
***
Böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri –kısm-ı a’zamı– tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def’ olur.
Emirdağ Lâhikası, s. 62
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
“Bu da geçer, yâ Hû” de, şekva yerinde şükret
Altıncı Deva
Ey elemden teşekkî eden hasta! Senden soruyorum: Geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş lezzetli safa günleri ve belâ ve elemli vakitlerini tahattur et. Her halde ya “Oh,” ya “Ah” diyeceksin. Yani, ya “Elhamdülillâh, şükür” veyahut “Vâhasretâ, vâesefâ!” kalbin veya lisanın diyecek.
Dikkat et, sana “Oh, Elhamdülillâh, şükür” dediren, senin başından geçmiş elemler, musibetlerin düşünmesi, bir manevî lezzeti deşiyor ki, senin kalbin şükreder. Çünkü elemin zevali lezzettir. O elemler, o musibetler, zevaliyle ruhta bir lezzet irsiyet bırakmış ki, düşünmekle deşilse, ruhtan bir lezzet akıyor, şükürler takattur ediyor.
Sana “Vâesefâ, vâhasretâ!” dedirten, eski zamanda geçirdiğin lezzetli ve safalı o hallerdir ki, zevalleriyle senin ruhunda daimî bir elem irsiyet bırakıp, ne vakit düşünsen o elem yine deşiliyor, esef ve hasret akıtıyor.
Madem bir günlük gayr-i meşrû lezzet bazen bir sene manevî elem çektiriyor. Ve muvakkat bir günlük hastalıkla gelen elem, çok günler manevî lezzet-i sevapla beraber, zevalindeki halâs ve kurtulmaktan gelen manevî lezzet vardır. Senin başındaki şimdilik bu muvakkat hastalığın neticesi ve iç yüzündeki sevabı düşün. “Bu da geçer, yâ Hû” de, şekva yerinde şükret.
Lem’alar, s. 329
LÛGATÇE:
şekva: Şikâyet.
tahattur: Hatırlama.
teşekkî: Şikâyet etme.
vâesefâ: Ne yazık, eyvah.
vâhasretâ: Çok yazık.
zeval: Sona erme.