"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır

Risale-i Nur'dan
26 Şubat 2018, Pazartesi

Dördüncü Düstur: Ehl-i kin ve adavet, hem nefsine, hem mü’min kardeşine, hem rahmet-i İlâhiyeye zulmeder, tecavüz eder. Çünkü, kin ve adavet ile nefsini bir azab-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azabı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder.

Eğer adavet hasedden gelse, o bütün bütün azaptır. Çünkü, hased evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.

Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin akıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet fânîdir, muvakkattır; fâidesi az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kendisi riyakârdır; ahiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.

Hem, ona gelen musîibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdeta kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar; rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.

Acaba, bir gün adavete değmeyen bir şeye bir sene kin ve adavetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder; bozulmamış hangi vicdana sığar?

Halbuki, mü’min kardeşinden sana gelen bir fenalığı bütün bütün ona verip onu mahkûm edemezsin. Çünkü:

Evvelâ: Kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp, o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir.

Saniyen: Nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adavet değil, belki nefsine mağlûp olduğundan, acımak ve nedamet edeceğini beklemek.

Salisen: Sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör, bir hisse de ona ver.

Sonra, bâkî kalan küçük bir hisseye karşı, en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlûp edecek af ve safh ile ve ulüvvücenaplıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun. Yoksa, sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiyatıyla alan cevherci bir Yahudi gibi, beş paraya değmeyen fânî, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umur-u dünyeviyeye, güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedid bir hırs ile ve daimî bir kin ile, mütemadiyen bir adavetle mukabele etmek, sîga-i mübalâğa ile, bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur ve bir nevi divaneliktir.

Mektubat, Yirmi İkinci Mektub, s. 313

LÛ­GAT­ÇE:

ehl-i kin ve adavet: Kin ve düşmanlık besleyenler.

hased: Kıskançlık, çekememezlik.

hâsid: Hased eden, çekememezlikte bulunan, kıskanan.

hasım: Düşman.

mahsud: Hased edilen, kıskanılan kişi.

safh: Bağışlama, affetme, af.

ulüvvücenaplık: Şerefli ve yüksek ruhlu olma. 

***

Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları

Sabır, şükür, kazaya rıza ve kadere teslim

Aziz Kardeşlerim!

Ben tahmin ediyordum ki, hakikî ve en son müdafaanâmemiz, Denizli hapsinin meyvesi olan risalecik olacak. Çünkü evvelce bazı evham yüzünden bir seneden beri aleyhimize geniş bir tarzda çevrilen plânlar bunlardır: “Tarikatçilik, komitecilik ve hâricî cereyanlarına alet olmak ve dinî hissiyatı siyasete alet etmek ve cumhuriyet aleyhinde çalışmak ve idare ve asayişe ilişmek” gibi asılsız bahaneler ile bize hücum ettiler. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, onların plânları akim kaldı. O kadar geniş bir sahada, yüzer talebelerde, yüzler risalede, on sekiz sene zarfındaki mektup ve kitaplarda hakikat-i imaniyeden ve Kur’âniyeden ve ahiretin tahkikinden ve saadet-i ebediyeye çalışmaktan başka bir şey bulmadılar. Plânlarını gizlemek için gayet adi bahaneleri aramaya başladılar. Fakat hükûmetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize çeviren dehşetli ve gizli bir zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına bize hücum etmek ihtimaline karşı, güneş gibi zâhir ve şüphe bırakmaz ve dağ gibi metin, sarsılmaz olan Meyve Risalesi onlara karşı en kuvvetli bir müdafaa olup onları susturacak diye bize yazdırıldı zannediyorum.

Said Nursî

***

Kardeşlerim!

Gerçi yeriniz çok dardır, fakat kalbinizin genişliği o sıkıntıya aldırmaz, hem yerlerimize nisbeten daha serbesttir. Biliniz; en esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız, tesanüddür. Sakın sakın bu musîbetlerin verdiği asabîlik cihetiyle, birbirinizin kusuruna bakmayınız. Kısmet ve kadere itiraz hükmünde olan şekvalar ve “Böyle olmasaydı, şöyle olmazdı” diye birbirinizden gücenmeyiniz. Ben anladım ki, bunların hücumundan kurtulmak çaremiz yoktu; ne yapsaydık, onlar hücumu yapacak idiler. Biz sabır ve şükür ve kazaya rıza ve kadere teslim ile mukabele ederek, tâ inayet-i İlâhiye imdadımıza gelinceye kadar az zamanda ve az amelde pek çok sevap ve hayrat kazanmaya çalışmalıyız.

Oradaki kardeşlerimizin selâmetlerine duâlar ediyoruz.                                                                                            
Said Nursî

Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 339-340

LÛ­GAT­ÇE:

erkân: Rükunlar, ileri gelenler.

evham: Vehimler, kuruntular, yersiz düşünceler.

hakikat-i imaniye ve Kur’âniye: İman ve Kur’ân hakikati.

hayrat: Hayırlar.

iğfal etmek: Yanıltmak.

inayet-i İlâhiye: Allah’ın yardımı.

küfr-ü mutlak: Tam bir dinsizlik, inkâr; ateizm. 

müdafaanâme: Savunma yazısı.

nokta-i istinad: Dayanak noktası.

saadet-i ebediye: Sonsuz mutluluk.

şekva: Şikâyet.

tahkik: Araştırma, delilleriyle inceleyerek hakikati anlamaya çalışma.

tesanüd: Dayanışma.

zındıka: Dinsizlik.

Okunma Sayısı: 3876
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı