Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm rehberimiz ferman etmiş ki: “Her bid’at dalâlettir. Her dalâlet de Cehennemdedir.”
Acaba bu ferman-ı kat’îye karşı ulemaü’s-sû’ tabirine lâyık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvayı veriyorlar ki lüzumsuz, zararlı bir surette şeair-i İslâmiyenin bedihiyatına karşı geliyorlar, tebdili kàbil görüyorlar? Olsa olsa, muvakkat bir cilve-i manadan gelen bir intibah-ı muvakkat, o ulemaü’s-sû’u aldatmıştır.
Meselâ, nasıl ki bir hayvanın veyahut bir meyvenin derisi soyulsa, muvakkat bir zarâfet gösterir; fakat az bir zamanda o zarif et ve o güzel meyve, o yabanî ve paslı ve kesif ve ârızî deri altında siyahlanır, taaffün eder. Öyle de şeair-i İslâmiyedeki tabirat-ı Nebeviye ve İlâhiye, hayattar ve sevabdar bir cilt, bir deri hükmündedir. Onların soyulmasıyla, maânîdeki bir nuraniyet, muvakkaten, çıplak, bir derece görünür; fakat ciltten cüda olmuş bir meyve gibi o mübarek manaların ruhları uçar, zulmetli kalp ve kafalarda beşerî postunu bırakıp gider. Nur uçar, dumanı kalır. Her ne ise...
Sekizinci Nükte
Buna dair bir düstur-u hakikati beyan etmek lâzım. Şöyle ki:
Nasıl “hukuk-u şahsiye” ve bir nevi “hukukullah” sayılan “hukuk-u umumiye” namıyla iki nevi hukuk var; öyle de, mesâil-i şer’iyede bir kısım mesâil eşhasa taallûk eder; bir kısım umuma, umumiyet itibarıyla taallûk eder ki onlara “şeair-i İslâmiye” tabir edilir. Bu şeairin umuma taallûku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz’îsi (sünnet kabîlinden bir meselesi) en büyük bir mesele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taallûk ettiği gibi, Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslâmın bağlandığı o nurânî zincirleri koparmaya, tahrip ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler, düşünsünler ki ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar ve zerre miktar şuurları varsa titresinler!
Dokuzuncu Nükte
Mesâil-i Şeriattan bir kısmına “taabbüdî” denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir, emrolduğu için yapılır, illeti emirdir. Bir kısmına “makulü’l-mana” tabir edilir. Yani bir hikmet ve bir maslahatı var ki o hükmün teşriine müreccih olmuş, fakat sebep ve illet değil. Çünkü hakikî illet, emir ve nehy-i İlâhîdir.
Şeairin taabbüdî kısmı: Hikmet ve maslahat onu tağyir edemez. Taabbüdîlik ciheti tereccüh ediyor; ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de, “Şeairin fâidesi yalnız malûm mesâlihtir” denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise çok hikmetlerinden bir fâidesi olabilir.
Meselâ biri dese: “Ezanın hikmeti Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu halde bir tüfek atmak kâfidir.” Halbuki o divane bilmez ki binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına yahut o şehir ahalisi namına hilkat-i kâinatın netice-i uzması ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?
Elhâsıl, Cehennem lüzumsuz değil. Çok işler var ki bütün kuvvetiyle “Yaşasın Cehennem” der. Cennet dahi ucuz değildir, mühim fiyat ister.
Mektubat,
Yirmi Dokuzuncu Mektub, s. 468
LÛGATÇE:
bedihiyat: Delil ve ispata ihtiyacı olmayacak şekilde açık, meydanda olan şeyler.
cüda olmak: Ayrılmış olmak.
eâzım-ı İslâm: İslâm büyükleri.
hilkat-i kâinat: Kâinatın yaratılışı.
hukukullah: Allah’ın hukuku.
illet: Asıl sebep.
intibah-ı muvakkat: geçici uyanış.
izhar-ı ubudiyet: Kulluğun ortaya konulması, gösterilmesi.
kesif: Koyu, katı, yoğun.
maânî: Manalar, anlamlar.
makulü’l-mana: Akla uygun mana.
maslahat-ı ezaniye: Ezanın faydası.
mesâil-i Şeriat: Şeriatın meseleleri, asıl ve esasları.
mesâlih: Maslahatlar, faydalar.
müreccih: Tercih ettiren sebep; tercihe sebeb olan.
netice-i hilkat: Yaratılışın neticesi.
netice-i uzma: Büyük netice.
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın her bir varlığı terbiye edip idaresi altında bulundurması.
şeair-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.
taabbüdî: Sırf emrolunduğu için yapılan şeyler, ibadetler.
taaffün etmek: Çürüyüp kokuşmak, bozulmak.
tağyir: Değiştirme.
tereccüh: Üstün gelme.
teşri: Dinî bir hüküm koyma.
ulemaü’s-sû’: İlmini kötüye kullanan âlimler.
zulmet: Karanlık.