"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Silâhımız ve kalemiz İslâm kardeşliği

Risale-i Nur'dan
10 Aralık 2017, Pazar
Ey mü’minler!

Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi, yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı, tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken, onların hücumunu teshil etmek, onların harim-i İslâm’a girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adavetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal’an, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal’a-i İslâmiyeyi küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.

Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: “Ahirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müthişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca âlem-i İslâm’ı esaret altına alır.”

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “İnneme’l-mü’minûne ıhvetün” [Mü’minler ancak kardeştirler. (Hucurat Sûresi: 10.)] kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı mu- hafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husûmetkârâne tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, “Mü’min için mü’min, sağlam yapılmış bir binanın birbirine kuvvet veren taşları gibidir.” (Buharî, Salât: 88) düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız; sefalet-i dünyeviyeden ve şekàvet-i uhreviyeden kurtulunuz.

Mektubat, Yirmi İkinci Mektub, Beşinci Vecih, s. 317

LÛ­GAT­ÇE:

adavetkârâne: Düşmanlık edercesine.

ehl-i dalâlet ve ilhad: Hak yoldan sapmış ve dinsiz olanlar.

ehval: Korkular.

eşhas-ı müthişe-i muzırra: Zararlı ve dehşetli şahıslar.

harim-i İslâm: İslâmın mahremi, yabancılara yasak olan mukaddes yeri.

kal’a: Kale.

mesâib: Musîbetler.

şekàvet-i uhreviye: Ahiret sıkıntısı, azabı.

şikak: Uyuşmazlık, anlaşmazlık, ihtilâf.

tahassun: Sığınma.

tesanüd: Dayanışma.

teshil: Kolaylaştırma.

uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği.

***

Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları

İman bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Sizin sebat ve metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün plânlarını akim bırakıyor.

Evet kardeşlerim, saklamaya lüzum yok; o zındıklar, Risale-i Nur’u ve şakirdlerini tarikate ve bilhassa Nakşî tarikatine kıyas edip, o ehl-i tarikati mağlûp ettikleri planlar ile bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle, bu hücumu yaptılar.

Evvelâ: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin sû-i istimalâtını göstermek.

Sâniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek.

Ve Sâlisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmekle mâbeynlerinde tesanüdü kırmak ve Üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir ki, Nakşîlere ve ehl-i tarikate karşı istimal ettikleri aynı silâh ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar. Çünkü, Risale-i Nur’un meslek-i esası, ihlâs-ı tam ve terk-i enaniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâkî lezzetleri hissedip aramak ve fânî ayn-ı lezzet-i sefihânede elîm elemleri göstermek ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasını ve hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatleri ders vermek olduğundan, onların plânlarını inşaallah tam akim bırakacak ve meslek-i Risale-i Nur ise tarikatlere kıyas edilmez diye, onları susturacak.

Said Nursî

B. S. N. Tarihçe-i Hayatı, Denizli Hayatı, s. 441

LÛ­GAT­ÇE:

ayn-ı lezzet-i sefihâne: Gayr-i meşrû lezzetin ta kendisi.

erkân: Rükünler, temel azalar; önde gelen kişiler.

hadsiz: Sınırsız.

mâbeyn: Ara, iki şey arası.

medar: Vesile, sebep.

sâlisen: Üçüncü olarak.

sâniyen: İkinci olarak.

 

Okunma Sayısı: 2535
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı