"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zaman ihtiyarlandıkça, Kur’ân gençleşiyor

Risale-i Nur'dan
17 Mart 2018, Cumartesi
Zaman ihtiyarlandıkça, Kur’ân genç- leşiyor, rumuzu tavazzuh ediyor.

Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, s. 559

***

İKİNCİ CİLVE: Kur’ân’ın şebabetidir. Her asırda taze nazil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor.

Evet, Kur’ân, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakàt-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için, öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öyle görülmüş ve görünüyor. Hatta, efkârca muhtelif ve istidadca mütebayin asırlardan her asra göre, güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir.

Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat, Kur’ân’ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve râsihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Evet, en ziyade kendine güvenen ve Kur’ân’ın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitap insanları, Kur’ân’ın “Yâ ehle’l-kitab! Yâ ehle’l-kitab!” [Ey Ehl-i Kitap!] hitab-ı mürşidânesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitap, doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve “Yâ ehle’l-kitab!” lâfzı “Yâ ehle’l-mekteb” [Ey mektepliler!] manasını dahi tazammun eder. Bütün şiddetiyle, bütün tazeliğiyle, bütün şebabetiyle, “De ki: Ey kitap ehli olan Hıristiyanlar ve Yahudîler! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin.” (Âl-i İmran Sûresi: 64.) sayhasını âlemin aktârına savuruyor.

Meselâ şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur’ân’a karşı, bütün nev-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hâzıra, Kur’ân’a karşı muaraza vaziyetini almıştır. İ’câz-ı Kur’ân’a karşı sihirleriyle muaraza ediyor. Şimdi, şu müdhiş yeni muarazacıya karşı, i’câz-ı Kur’ân’ı, “De ki: And olsun, insanlar ve cinler bir araya toplansalar...” (İsra Sûresi: 88.) âyetinin davasını ispat etmek için, medeniyetin muaraza suretiyle vaz’ ettiği esasatı ve desâtirini esasat-ı Kur’âniye ile karşılaştıracağız.

Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Üçüncü Şuâ, s. 457

LÛ­GAT­ÇE:

âsâr: Eserler, kitaplar.

desâtir: Düsturlar.

hitab-ı mürşidâne: İrşad eder, doğru yolu gösterir tarzdaki hitap.

i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği.

medeniyet-i hâzıra: Şimdiki medeniyet.

muaraza etmek: Karşı çıkmak, muhalefet etmek.

râsih: Sağlam, kuvvetli, metin, muhkem.

rumuz: Remizler, işaretler, gizli anlamlar.

şebabet: Gençlik.

tavazzuh etmek: Ortaya çıkmak.

tazammun etmek: İçermek.

tebdil edilmek: Değiştirilmek.

***

Medrese-i Yusufiye Mektupları

Hizmetinizle kurtulacak imanları düşünüp sabır içinde şükredin

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

İki-üç kardeşlerimiz şöyle kendilerine bir güzel teselli bulmuşlar. Diyorlar ki:

“Bu hapiste bir kısım yeni kardeşlerimiz, bir-iki saat gayr-i meşrû bir hareket yüzünden, bir-iki belki on sene bu musîbet içinde sabır ve tahammül ediyorlar. Hatta bir kısmı şükrederek başka günahlardan kur- tulduk dedikleri halde; biz, Risale-i Nur vasıtasıyla en meşrû bir hareket ve hizmet-i imaniye yüzünden altı yedi ay hayırlı bir sıkıntıdan neden şekva ediyoruz?” diyorlar. Ben de, “Bin bârekâllah onlara” derim.

Evet, beş on sene hem imanını, hem başkaların imanlarını kurtarmak niyetiyle zevkli, tatlı, hayırlı, kudsî bir hizmet ve yüksek bir ubudiyet-i fikriye yüzünden beş on ay zahmet çekmek, medar-ı şükür ve iftihardır.

Bir hadiste ferman etmiş ki: “Bir tek adam seninle hidayete gelse, sahra dolusu kırmızı koyun, keçilerden daha hayırlıdır.” İşte burada, mahkemede ve Ankara’da, sizlerin yazılarınız ve hizmetleriniz vasıtasıyla ne kadar insanlar imanlarını dehşetli şüphelerden kurtardığını ve kurtaracağını düşününüz, sabır içinde kemal-i rıza ile şükrediniz.

Eğer Ankara’da hâkim olan Halk Partisi, oraya giden Risale-i Nur’un kuvvetli kitaplarına karşı inat etse ve musalâha niyetiyle himayesine çalışmazsa, bizim en rahat yerimiz hapistir ve mülhidler, bolşevizmi zındıka ile birleştirdiğine alâmettir ve hükûmet, onları dinlemeye mecbur olur. O zaman Risale-i Nur çekilir, tevakkuf eder, maddî ve manevî musîbetler hücuma başlarlar.

Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 367

***

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

“Her musîbet için şöyle deriz: Biz Allah’ın kullarıyız ve yine Ona döneceğiz.” (Bakara Sûresi: 156.)

Hakikaten Hafız Ali, Hafız Mehmed ve Mehmed Zühdü’nün vefatları, değil yalnız bize ve Isparta’ya, belki bu memlekete ve âlem-i İslâm’a büyük bir zayiattır. Fakat şimdiye kadar bir cilve-i inayet olarak, Risale-i Nur’un bir şakirdi zayi olduğu zaman, der-akab iki-üç tane o sistemde meydana çıktığından, kuvvetle ümitvarız ki, başka şekilde o kahramanların vazi- felerini görecek ümit ettiğimizden, ciddî şakirdler çıkarlar, görürler. 

Zaten o üç mübarek merhum zatlar, az bir zamanda, yüz senelik vazife-i imaniyeyi gördüler. Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn, onların yazdıkları ve neşrettikleri ve okudukları huruf-u Nuriye adedince onlara rahmetler eylesin. Âmin.

Benim tarafımdan o Hafız Mehmed’in akrabasını ve mübarek köyünü taziye ediniz. Ben de onu Hafız Ali ve Mehmed Zühdü’ye arkadaş edip, üstadlarımın aktab kısmının isimleri içinde o üçünün isimlerini dâhil edip, Hafız Akif’i dahi Asım ve Lütfi’ye arkadaş ettim.

Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 369

Okunma Sayısı: 5987
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı