Lem'alar - page 530

üstat ve tabip ve mürşit olduğu gibi, İmam-ı rabbanî de
(
rA
) Mektubat’ıyla bir enis, bir müşfik, bir hoca hükmüne
geçti. o vakit, ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ez-
vakından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldı-
ğımdan pek çok memnun oldum, Allah’a şükrettim.
İşte, ey benim gibi ihtiyarlık içine giren ve ihtiyarlığın
ihtarıyla vefatı çok tahattur eden zatlar! kur’ân’ın verdiği
ders-i iman nuruyla, ihtiyarlığı ve vefatı ve hastalığı hoş
görmeliyiz, belki bir cihette sevmeliyiz. Madem iman gi-
bi hadsiz derecede kıymettar bir nimet bizde vardır; ihti-
yarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. na-
hoş bir şey varsa, o da günahtır, sefahattir, bid’atlardır,
dalâlettir.
ONBİRİNCİRİCA
esaretten geldikten sonra, İstanbul’da Çamlıca tepe-
sinde bir köşkte, merhum biraderzadem Abdurrahman ile
beraber oturuyorduk. Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye ci-
hetinde bizim gibilere en mes’udâne bir hayat sayılabilir-
di. Çünkü esaretten kurtulmuştum; dârülhikmette, mes-
lek-i ilmiyeme münasip, en âlî bir tarzda neşr-i ilme mu-
vaffakıyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref,
haddimden çok fazla idi. Mevkice İstanbul’un en güzel ye-
ri olan Çamlıca’da oturuyordum. Hem her şeyim mükem-
meldi. Merhum biraderzadem Abdurrahman gibi gayet
zeki, fedakâr, hem bir talebe, hem hizmetkâr, hem kâ-
tip, hem evlâd-ı maneviyem beraberdi. dünyada herkes-
ten ziyade kendimi mes’ut bilirken, âyineye baktım, sa-
çımda, sakalımda beyaz kılları gördüm.
âlî:
yüce, yüksek.
bid’at:
dinin aslında olmayıp son-
radan icat edilen şeyler.
biraderzade:
yeğen.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
Dârülhikmet:
Osmanlının en bü-
yük din şûrası.
ders-i iman:
iman dersi.
enis:
dost.
esaret:
esirlik.
evlâd-ı maneviye:
manevî evlât
durumunda olan.
ezvak:
zevkler, lezzetler.
fedakâr:
feda eden.
gayet:
son derece.
günah:
dinî suç.
had:
derece, mertebe.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
| 530 | Lem’aLar
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat.
haysiyet:
şeref, itibar.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hükmüne:
değerine.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanma, itikat.
kâtip:
yazıcı.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
medeniyet:
medenîlik, uygar-
lık.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş.
meslek-i ilmiye:
ilim mesleği.
mes’udâne:
mutluca.
mes’ut:
bahtiyar.
mevki:
yer.
muvaffakıyet:
başarı.
münasip:
uygun.
mürşit:
doğru yolu gösteren.
müşfik:
şefkatli, sevgi ve ilgi
gösteren.
nahoş:
hoş olmayan.
neşr-i ilim:
ilmin neşri.
nimet:
lütuf, ihsan.
nur:
aydınlık, ışık.
rica:
ümit.
sefahat:
yasak şeylere düş-
künlük, sefihlik.
şeref:
haysiyet, iyi ün.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tabip:
hekim, doktor.
tahattur:
hatıra getirme.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, suret.
teveccüh:
güler yüz gösterme,
iltifat etme.
vefat:
ölüm.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla.
1...,520,521,522,523,524,525,526,527,528,529 531,532,533,534,535,536,537,538,539,540,...1406
Powered by FlippingBook