Mektubat - page 145

on Altıncı söz ve otuz İkinci sözün İkinci Mevkıfının
İkinci Maksadında bu sır tamamıyla izah ve ispat edilmiş-
tir.
(1)
p
?«/
ãr
ªs
àdG?p
a n
án
MÉn
°ûo
e n
kaidesiyle, temsildeki kusura ba-
kılmadığından, gayet kusurlu bir temsil söyleyeceğim; tâ
iki meşrebin bir derece farkı anlaşılsın.
Meselâ
: Harika ve emsalsiz gayet büyük ve gayet ziy-
netli, şark ve garba bir anda uçacak ve şimalden cenuba
ulaşan kanatlarını kapayıp açacak, yüz binler nakışlarla
tezyin edilmiş o kanadının her bir tüyünde gayet dâhiyâ-
ne sanatlar derç edilmiş olan bir tavus kuşu farz ediyo-
ruz.
Şimdi, seyirci iki adam var; akıl ve kalp kanatlarıyla bu
kuşun yüksek meziyetlerine ve harika ziynetlerine uçmak
istiyorlar.
Birisi, bu tavus kuşunun vaziyetine ve heykeline ve ha-
rikulâde her bir tüyündeki kudret nakışlarına bakar, ga-
yet aşk ve şevk ile sever. dakik tefekkürü kısmen bırakır
ve aşka yapışır. Fakat görür ki, her gün o sevimli nakış-
lar, tahavvül ve tebeddül eder. sevdiği ve perestiş ettiği o
mahbuplar kayboluyor, zeval buluyor. o adam, kendine
teselli vermek ve aklına sığıştırmadığı, “Vahdet-i hakiki-
ye ile rububiyet-i mutlaka ve ehadiyet-i zatiye ile hallâkı-
yet-i külliyeye malik bir nakkaş’ın bir nakş-ı sanatıdır”
demek lâzım gelirken, o itikat yerine, “Bu tavus kuşun-
daki ruh o kadar âlîdir ki, onun sânii onun içindedir veya
o, o olmuş. Hem o ruh, vücuduyla müttehit; ve vücudu
Mektubat | 145 |
o
n
S
ekizinci
m
ekTup
edilen.
maksat:
maksat, istenilen şey.
malik:
sahip olan, mülk sahibi.
meşrep:
âdet, huy, yaratılış, ah-
lâk; takip edilen usul, yol.
mevkıf:
kısım, bölüm, durak, is-
tasyon.
meziyet:
iyi ve doğru hareket;
üstünlük vasıfları.
müttehit:
birleşmiş.
nakış:
işleme, süsleme; bir şeyi
çeşitli renklerle ahenkli ve düzen-
li bir şekilde boyama.
nakkaş:
nakış yapan, süsleyen.
nakş-ı sanat:
sanat nakşı, süslü
güzel sanat.
perestiş:
aşırı bağlılık, tapar dere-
cesinde sevme, mükemmel sev-
gi.
rububiyet-i mutlaka:
mutlak ru-
bubiyet; sınırsız, hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmadan, her şeyi ku-
şatan ve emri altında bulundu-
ran, terbiye eden Allah’ın sevk
idare ediciliği.
Sâni:
her şeyi sanatla yaratan Al-
lah.
şark:
doğu.
şevk:
çok şiddetli arzu, neş’e.
şimal:
kuzey.
tahavvül:
bir hâlden diğer bir ha-
le geçme, değişme, dönüşme.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
tefekkür:
düşünme, derinlemesi-
ne, inceden inceye düşünme, fik-
retme.
temsil:
örnek, benzetme.
teselli:
üzüntülü bir kimseyi söz
ve öğütle ferahlandırma.
tezyin:
süslemek, donatmak, be-
zemek.
vahdet-i hakikiye:
gerçek birlik.
vaziyet:
durum, duruş, hâl.
vücut:
varlık, var olma.
zeval:
sona erme, yok olma.
ziynet:
süs.
ziynetli:
süslü.
âlî:
yüce, yüksek.
aşk:
şiddetli sevgi; Allah sev-
gisi.
cenup:
güney.
dâhiyâne:
son derece zekice
ve anlayarak.
dakik:
dikkatli, ölçülü.
derç etmek:
yerleştirmek.
ehadiyet-i zatiye:
Allah’ın
zatına ait birlik ve her şeyin
dizgininin Cenab-ı Hakkın
elinde oluşu.
emsalsiz:
eşsiz, benzersiz.
farz etmek:
saymak, tutmak,
kabul etmek.
garp:
batı.
hallâkıyet-i külliye:
genel ve
kapsamlı yaratıcılık, Allah’ın
bütün varlıkların yaratıcısı ol-
ması.
harika:
olağanüstü.
harikulâde:
olağanüstü, şa-
şırtıcı derecede.
ispat etme:
doğruyu delil
göstererek meydana koyma,
kanıtlama.
itikat:
inanç, gönülden tasdik
ederek inanma.
izah:
açıklama.
kaide:
kural, prensip, usul.
kısmen:
bir bölüm olarak.
kudret nakşı:
Cenab-ı Hakkın
bütün kâinata hükmeden
ezelî ve ebedî kudsî gücüyle
süslediği sanatlar.
mahbup:
sevilen, muhabbet
1.
Temsilde hata olmasın.
1...,135,136,137,138,139,140,141,142,143,144 146,147,148,149,150,151,152,153,154,155,...1086
Powered by FlippingBook