hiss-i kablelvukuu, zahirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâ-
ve olarak, insanda ve hayvanda “
saika
” ve “
şaika
” na-
mıyla, aynı “
sâmia
” ve “
bâsıra
” gibi, iki hiss-i âheri ilmen
bulmuştum. ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe, o gayrimeşhur
hislere, hata ederek, ahmakçasına “
sevk-itabiî
” diyorlar.
Hâşâ,
sevk-itabiî
değil, belki bir nevi “
ilham-ıfıtrî
” ola-
rak, insan ve hayvanı kader-i ‹lâhî sevk ediyor.
Meselâ, kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit,
o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur,
gözüne sürer; iyi olur.
Hem, rûy-i zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve
bedevî hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kar-
tal gibi, âkilüllâhm kuşlara, bir günlük mesafeden bir hay-
van cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kab-
lelvuku ilhamıyla ve o saika-i ‹lâhî ile bildirilir ve bulurlar.
Hem, yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu, yaşı bir gün
iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini
kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o saika ilhamıyla
döner, yuvasına girer.
Hatta, herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki,
birisinden bahsediyorken, anî kapı açılarak, tahminin
fevkinde, aynı adam gelir. Hatta kürdçe durub-i em-
saldendir:
¬næj
/
Qnh
/
‹ rQGnórf n’Én> ¬næ«
/
Hrô o
c
p
<Énf
Yani, “
Kurdunbah-
siniettiğinzamantopuzuhazırla,vur;çünkükurtgeli-
yor
.” demek bir hiss-i kablelvuku ile, lâtife-i rabbaniye,
ahmakça:
akılsızca.
âkilüllâhm:
et yiyen.
bahis:
söz, mevzu.
bâsıra:
görme duygusu.
bâtınî:
içe ait, görünmeyen, gizli.
bedevî:
göçebe.
durub-i emsal:
atasözleri, meş-
hur sözler.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i felsefe:
filozoflar, felsefe ile
uğraşanlar.
fevkinde:
üstünde.
gayr-i meşhur:
duyulmayan, ta-
nınmayan, bilinmeyen.
hâşâ:
asla, hiçbir vakit.
hayvanat:
hayvanlar.
hiss-i âhar:
diğer his.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi
vukuundan önce hissetme,
bir hâdisenin gerçekleşme-
sinden önce kalbe doğması.
ilham:
bir varlığı, bir şey
meydana getirmeye, bir şey
yapmaya sevk eden his un-
suru.
ilham-ı fıtrî:
fıtrî ilham, yara-
tılışa ait kalbe doğuş, Cenab-ı
Hakkın, ihtiyaçlarını temin et-
meleri için varlıklara vermiş
olduğu duygu.
ilmen:
ilim olarak.
kader-i ‹lâhî:
‹lâhî kader; Al-
lah’ın meydana gelecek hâdi-
seleri olmadan önce takdir
etmesi, plânlaması.
lâtife-i Rabbaniye:
‹lâhî haki-
katlerin hissedilmesine ve
manevî zevklerin alınmasına
yarayan his, duygu.
mesafe:
uzaklık, ara.
meselâ:
örnek olarak.
meşhur:
tanınmış, herkesin
bildiği.
muvazzaf:
vazifeli.
nevi:
çeşit, tarz.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
saika:
sevk eden, götüren.
saika-i ‹lâhî:
‹lâhî sevk.
sâmia:
işitme duyusu.
sevk-î kaderî:
kaderin sevk
etmesi, yönlendirmesi.
sevk-i tabiî:
iç güdü, tabiî ha-
reket, düşünme sonucu ola-
rak değil.
sıhhiye memuru:
sağlık me-
muru.
şaika:
şevkli, hevesli.
tekerrür:
tekrarlanma.
topuz:
baş tarafı top şeklin-
de, saplı eski bir savaş aleti.
vücut:
beden, ceset.
zahirî:
görünen, dış.
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 582 | Mektubat