"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Aynı şeyi yazan onlarca gazete ne işe yarar!

20 Nisan 2016, Çarşamba
Prof. Dr. Cengiz Aktar, özgür basının iki elin on parmağını geçmediğini belirtti ve “Tamamen tek sesli, neredeyse aynı manşetleri atan, aynı haberleri veren devasa bir basın var. Burada bir ironi söz konusu. Aynı şeyi yazan onlarca organ ne işe yarar, anlamakta büyük zorluk çekiyorum” dedi.

Son zamanlarda Türkiye’de yoğunlaşan özgürlük ihlâlleri, demokrasiden uzaklaşma ve otoriteleşme eylemleri karşısında AB’nin verdiği tepkileri yeterli buluyor musunuz?

AB ne kadar tepki veriyor? Belki esas sorunun bu olması lâzım. Kanaatimce AB Türkiye’ye vermediği yeterli tepkiyle Türkiye’ye, dünyaya en önemlisi de AB kamuoyuna mesaj veriyor. Bu, “Türkiye hiçbir zaman AB üyesi olmayacak merak etmeyin” mesajıdır. Çünkü AB’deki siyasî karar vericiler gerçekten Türkiye’nin AB üyeliğini ciddiye alsalar katiyen böyle tepki vermezler, çok daha sert olurlardı. Eğer, bu meseleyi ciddiye alsalar açıkça, “sen ayağını denk al, ileride AB üyesi olacaksın. Kopenhag siyasî kriterine had safhada uyman gerekiyor artık. On senedir müzakere ediyorsun, bu böyle gitmez” mesajı verirlerdi. Türkiye bugün müzakerelere başlamak için olmazsa olmaz bir şart olan Kopenhag siyasî kriterine asgarî uyumu artık yerine getirmiyor. Yani başka türlü söyleyecek olursam, eğer Türkiye, AB ile müzakerelere başlamamış olsaydı, insan hakları ve demokrasinin içinde bulunduğu şu durumda müzakerelere asla başlayamazdı. Durum bu. Yani o verilmeyen mesajlarla aslında bir mesaj veriyor bize AB, maalesef. Verilmeyen mesajlarla verilen bu mesajda “Artık sizle üyelik, ortaklık, kader birliği çerçevesinde işimiz yok” diyorlar.

Acıklı bir durum

Türkiye’deki siyasîler halkı kandırıp sürekli algı oluşturmaya ve AB’nin kilit isimleriyle tabir yerindeyse fotoğraf çektirmeye çalışıyor. Halkın kafası karışık, bizim Avrupa ile aramız nasıl?

Gülünç tabiî. O çektirdikleri resimlerin Avrupa kamuoyu indinde hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Ama burada, yani iç kamuoyunda seçmene dönük bir getirisi var. “Herkesle aramız iyi” mesajı bu aslında... Son AB ziyaretinde yapılmaya çalışılan da bu. Acıklı bir durum, çünkü hakikaten son 6-7 aydır söylediklerini sürekli papağan gibi tekrar eder hale geldi siyasîler. Yeni hiçbir şey söylemiyor ve 7 aydır söylediklerine de bugüne kadar hiçbir olumlu cevap alamadılar, teveccüh görmediler AB tarafında. En son AP’nin zehir zemberek “İlerleme” daha doğrusu “Gerileme” Raporu çıktı. Hükümetin tepkisi, yıllardır olduğu gibi, raporu yok hükmünde saymak oldu. Hani ne oldu o fotoğraflarda gülen yüzlere? Kredibilitelerini tükettiler. Yani artık bu yönetimdeki Türkiye’nin dünyaya verebileceği yeni bir mesaj yok … Seçmen mutlu, mesut liderlerin yurt dışında çektirdiği fotoğraflara bakarak uykuya devam ediyor. Ama o fotoğraflarla Türkiye hiçbir yere varamaz.

Barış diyenlerin sesleri hep boşluğa düşürülüyor. Ülkemizin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz, her yanda analar ağlıyor…

Türkiye’de adı konmamış bir savaş yaşanıyor maalesef. Patlayan bombalarla ateş Batı’ya da sıçramaya başladı. Bu ilkbaharda ve esas yazın ne olacak belli değil. Büyük bir tedirginlik var. İş dünyası çok tedirgin. Turizm sektöründe çok büyük tedirginlik var. Küçümsememek lâzım, turizm sektörü Türkiye için çok önemli. Türkiye’de çalışan her beş kişiden birisi turizm sektöründe çalışıyor. Bu sektörün iyi gitmemesi, giderek artan iptaller... Ayrıca Türkiye öyle ucuz bir ülke de değil. Dolayısıyla zaten iyi gitmeyen tıkanmış ekonomiyi iyice zora sokacaktır bu. Kısa vade böyle. Türkiye ekonomisinin uzun vadeli sorunları var. Türkiye ekonomisi 2015 yılında yüzde 4 büyüdü. 2014’e oranla daha yüksek değer bu. Ama o arada nüfus arttığı için gayri safi yurt içi hâsıla 9 binlere düştü. Yani o iddialı 2023 hedefleri falan kül oldu gitti. Bu sadece büyüme ile de alâkalı değil. Bir şekilde büyürsünüz, ama Türkiye’nin o sakat, inşaata ve tüketime dayalı büyümesi gibi olur. 2015 değerlerine baktığınızda, iç tüketim, artı kamu harcamalarından başka bir şey yok. İç tüketim; üretmeden tüketmek demek. Türkiye’nin ihraç malları içerisinde ileri teknoloji katma değerinin payı yüzde 3,5. Çin’de 33, Güney Kore’de 27, Polonya’da yüzde 11. Türkiye ihraç malına hiçbir değer katmıyor. Bu ne demek? Burada icat yok, fikir yok, yeni düşünce yok... 

Kürt meselesi sopayla çözülmez

Türkiye’nin dünyaya karşı konumu nasıl peki?

Türkiye’de araştırma, geliştirme ve bununla bağlantılı olarak eğitim sistemi sapır sapır dökülüyor. Yabancı dil bilen sayısı çok çok yetersiz. Türkiye dünyaya kapalı bir yer. Kendi sermayesi yok. Yeraltı zenginliği yok. Yerüstü zenginliğini de kullanmıyor. Meselâ güneş enerjisi hiç kullanılmıyor. Varsa yoksa kömür. Elimizdeki suyu bile bitiriyoruz. Olur olmaz yere HES yapıyoruz, kurutuyoruz her yeri. Tüketim demek, eline ne geçiyorsa harcamak demektir. Doğal kaynağı olmayan ülkeler bu açığı kapatmak için tasarruf eder, ama Türkiye’de bu da yok. Türkiye dünyada tasarruf oranı en düşük ülkelerden biridir. Yüzde 13. Dolayısıyla Türkiye’nin parası yok, sermayesi yok ve Türkiye sermayesini dışarıdan getirmek zorunda. Böyle olunca belli bir istikrar gerekiyor. Gereken bir siyasî ve idarî istikrar lâzım, o var mı? Onun da olmadığını görüyoruz. Türkiye şu zamanlarda düşük olan petrol fiyatları sayesinde ayakta duruyor. Petrol biraz kıpırdansa, en büyük ithalat kalemi olan petrol ve türevlerinden ötürü ekonomi paldır küldür gider. Ne para kalır, ne pul. Siyaseten istikrarın ne halde olduğunu görüyoruz. Ben hiçbir zaman ikinci bir seçimin istikrar getireceğini düşünmeyenlerdendim. Maalesef öngörülerimiz çıktı. 

Avrupa’nın mülteci alımlarında daha elit tabakalardan mülteci almasını değerlendirir misiniz? 

Yani Türkiye bu fırsatı kaçırdı. Gönlü bol davrandı. Ortada doğru düzgün bir kayıt yok, ama 2,5 milyon civarında Suriyeli var Türkiye’de. Ne var ki, Türkiye onları burada uzun vadede idame edebilecek altyapıyı ve sistemi kuramadı. Aslında Almanya ve diğer birkaç ülke 21. yy’daki vasıflı iş gücü açığını bu sayede kapatıyor. En iyi eğitimli Suriyeliler, hekimler, araştırmacılar, hocalar… Vasıfsız olanları da buralarda kalıyor. Tüm bunlar becerisizlikle alâkalı tabiî.

Apaydın kampında ne olup bitiyor?

Savaş mağdurlarını tam olarak nasıl tanımlamalıyız? 

Bir ülkedeki çatışmanın iç savaş olup olmadığına Uluslararası Kızıl Haç Komitesi (ICRC) karar verir. Onlar zaten Suriye’deki çatışmaları iç savaş olarak tanımladılar vakti zamanında... Türkiye’de savaş mağdurları diye bir kategori yok. Zaten mültecilere misafir deniyor, çünkü yeterli bir iltica kurumu yok. Ama mülteciler arasında firarîler ve mücahitler var. Gidip gelenler olduğu söyleniyor. Bu konuda maalesef gayrişeffaf cereyan eden işler var. Meselâ bir Apaydın kampı var. Orada ne olup bitti belli değil. Vakti zamanında ana muhalefet partisi o kampa girememişti 2011’de. Türkiye’nin Suriye politikası tamamen çöktü. Bütün bunların, yapılan işlerin çok fazla bir istikbali yok. Artık  Suriyeliler burada tamamen “sıkışmış” durumda olacaklar. İfade ettiğim gibi, Türkiye’de onları lâyıkıyla idame edebilmek için vatandaşlık vermek zorunda kalacak.  

Herkes Türkiye’de Avrupa’ya gitmenin yollarını arıyor. Halk arasında vizelerin kalması durumunda Türkiye’den ciddî bir beyin göçü olacağı şeklinde bir söylenti var. Bizde olmayıp da orada olan  ne? 

Özgürlüktür her halde. Tabiî Avrupa’da da sorunlar var dünyanın her yanında olduğu gibi. Ama Türkiye ile karşılaştırınca oradaki özgürlük alanı, siyaset alanı çok daha geniş ve hukuk devletlerinden oluşuyor Avrupa. Bunlar son derece önemli. Türkiye hızla bir hukuk devleti olmaktan çıkıyor. Türkiye vatandaşlarının önemli bir kısmının artık Türkiye’de mal ve can güvenliğinin devletin koruması altında olduğunu söylemek mümkün değil. Hatta güvenlik zaafının nedenlerinden biri iktidarın tasarrufları. Tanım itibariyle, bir kişi uyruğunda olduğu devletin can mal güvenliği açısından korunmasını kaybetmişse mülteci denir ona zaten. Dolayısıyla o vize kalkmayacak, ama kalkacak olsa dediğiniz gibi özellikle gençler her halde sadece Avrupa’ya da değil dünyaya, başka ülkelere “kaçmak” üzere bekliyorlar. Ve nedenleri de bu özgürlük alanlarının daralması. İki de bir twitter yayını yasaklanıyor, yasaklanmadığı zamanlarda yavaşlatılıyor, şu bu. Şöyle bitireyim; bir ülkenin  başına gelebilecek en büyük felâket beyin göçüdür. Bundan daha beteri düşünülemez. Yakın coğrafyalarımızda örnekleri var. Meselâ İran, Bosna, Sırbistan. Yugoslavya savaşları sonrasında oradaki gençler koşa koşa gittiler. 20 sene oldu savaş biteli, ama hâlâ kendilerine gelemedi bu ülkeler.

Endişeliyiz! 

Geniş açıdan bakıldığında Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun görünüşü nedir? 

Az önce söylediğim gibi, özgürlük alanlarıyla bağlantılı bakmak lâzım tabiî. Basın ve ifade özgürlüğü demokratik toplumların olmazsa olmazıdır. Türkiye’de de ne halde olduğunu görüyoruz durumun. Uluslar arası sıralamalara baktığımızda Human Rights Watch, Freedom House... Bütün bu kurumların sıralamalarında Türkiye nal topluyor. Mali, Zimbabwe gibi gayridemokratik ülkelerle aynı kategoride değerlendiriliyor. Basın özgürlüğü açısından Türkiye artık özgür olmayan kategorisinde. İnternet basını için de öyle. Ya özgür değil, ya da yarı özgür ülkeler arasında... Sıralamalara gerek yok zaten. Biz burada yaşayarak da görüyoruz. Buradaki özgür basın iki elin on parmağını geçmiyor. Diğer taraftan da tamamen tek sesli, neredeyse aynı manşetleri atan, aynı haberleri veren devasa bir basın var. Burada bir ironi mevcut. Aynı şeyi yazan onlarca organ ne işe yarar, anlamakta büyük zorluk çekiyorum. Haber alma özgürlüğü aynı  zamanda düşünce ve ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü olmayan bir ülkede inkişaf olmaz. O ülke ilerleyemez, o ülkenin çocukları istikballerini garantide hissedemezler. Dolayısıyla buradan gitmeye yeltenirler. Beyin göçü meselesini ciddiye almak lâzım. İşin acıklı tarafı da muhalefetin içinde bulunduğu durum, Türkiye’de halkın verdiği tepki veya tepkisizlik... Bu atalet ilerleyen yıllarda sorunlarımızın kolaylıkla halledilemeyeceğini gösteriyor bize. Daha karanlık günler bitmiş değil maalesef.  Bu da bende bir endişeye sebebiyet veriyor. 

Savaştan kaçan insanlar sınırlarda tellere takıldı, denizlere boğuldu. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye şu veya bu nedenden kapıyı kapatmadı. 29 Nisan’da ilk mültecilerin gelişinin beşinci yılı olacak. Kapıyı açık bıraktı yakın zamana kadar Türkiye. Buna da şükür, insanlar açık kapı sayesinde canlarını kurtardılar. Ama Türkiye’nin bir mülteci politikası yoktur. Çünkü Türkiye 1951 Uluslararası İltica Sözleşmesi’ne ve onun 1967 tarihli ek protokolüne çekince koymuştur, güneyinden ve doğusundan gelen iltica taleplerine bakmaz. Bu başlı başına bir sorun. Çekince yüzünden iltica kurumunu oluşturamamışsın demektir. O yüzden buradaki Suriyeliler zaman içerisinde bir istikbal göremedikleri için bir yolunu bulup, ölümü göze alıp Batı’ya intikal etmeye çalışıyorlar.

Merkel ne demişti?

Angele Merkel, diyordu ki, “Biz torunlarımıza anlatacağız bunu. Müslümanlar Müslümanların üzerine basıp ölümü göze alarak bize gelmeye çalışıyor, bunu tarih yazacak.”

Tabiî, elbette. Çünkü Batı Avrupa ülkeleri 1945’ten sonra iltica müessesesini kurmaya başladıklarından bu yana bu işi öğrendiler. Bizde maalesef böyle bir pratik uygulama oluşmadı. Hatırlatmakta fayda var; Avrupalılar 2. Dünya Savaşı esnasında ve ondan önce canlarını kurtarmak üzere kapı kapı gezen Yahudilere kapıları kapattığı için, zaten 1951 Cenevre Sözleşmesini ortaya çıkarmak zorunda hissettiler kendilerini. Utançtan. İltica kurumu oluşturmak, düğmeye basılıp halledilecek bir şey değil. Türkiye mülteci meselesinde giderek sıkışacak. Çünkü Suriyeliler öyle kolay kolay geri dönmeyecekler. Geldikleri yerler tarumar oldu ve ortada bir siyasî çözüm yok. Dolayısıyla buradaki mültecilere Türkiye vatandaşlık vermek zorunda kalabilir. Regülarizasyon dediğimiz uygulama, ama bunu da yaparken çok dikkatli olmak lâzım. Belli bir bölgede yoğunlaşmamaları lâzım. Bütün Türkiye’ye dağıtılmaları lâzım. Bunlar zor, beceri ve tecrübe isteyen işler. Ama ben böyle bir beceri ve tecrübe görmüyorum yönetimde. 

Röportaj: N. Nur Ener / nnurener@ye­ni­as­ya.com.tr

Etiketler: nur ener
Okunma Sayısı: 4993
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı