"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bakır Oyma zanaatkârı İsmail Bülbül: Teknolojinin tehdidi altındayız

12 Haziran 2015, Cuma
Zanaatkâr İsmail Bülbül, Bakır Oyma sanatının yeni nesil tarafından bilinmediğini ve yeni çırakların yetişmediğini belirterek, “Geleneksel sanatlarımız yeniden insanımızın ilgisini çekmeye başlarken, bu sefer de teknolojinin tehdidi altına girdik” dedi.

Günümüzde birçoğumuzun adını dahi unuttuğu bir zanaat dalıdır belki de “Bakır Oyma” zanaatı/sanatı. Geçmiş asırlarda, özellikle Anadolu’da silâh ve mutfak eşyası yapımında kullanılmıştır. Fakat Osmanlı döneminde maharetli ustaların ellerinde “İstanbul İşi” tabiriyle incelik ve zarafet anlamında, kendi içinde zirveye ulaşıyor ve artık estetik anlamda sanat halini alıyor... Hızlanan çağın ve modern hayatın bütün güzellikleri kendi içinde eritmesine karşı duran ve oldukça büyük zahmetlerle katlanarak hizmet etmeye gayret eden zanaatkârlarımız/sanatkârlarımız halen bulunmakta. Bu yolda hizmet eden ender sanatkârdan biri olan Kalemkâr İsmail Bülbül Bey’den “Bakır Oyma” zanaatını/sanatını dinlemek üzere kendisini ziyaret ettik...

Hakkınızda biraz bilgi alabilir miyiz? Bakır oyma zanaatına/sanatına nasıl başladınız ve yol aldınız?

1985 Şanlıurfa doğumluyum. Babamın işi dolayısıyla Gaziantep’e taşındık ve ilköğretimi orada geçirdim. İlkokul birinci sınıfa giderken “bakır oyma sanatı” ile tanıştım. Sırf işe alınmak için ilk ustamın atölyesinin camını kırdım ve zorla da olsa işe alındım. Kalfalık dönemimi, ilkokul dördüncü sınıfı bitirene kadar Gaziantep’te geçirdim. Daha sonra memleketime döndüm ve atölye açtım. Yaparak bozarak-çünkü başımda iyi bir usta yoktu-çalışmaya başladım. O şartlarda bir nebze de olsa “ustalık” diyebileceğimiz konuma geldik. İlerleyen dönemlerde Osmanlı bakır sanatını keşfettim. Anadolu bakır oyma sanatı bir gelenek olarak sadece mutfak eşyasıdır. Osmanlıdaki saray işçiliğini görünce bildiklerimi tamamen unuttum ve sırf bu işi öğrenmek için İstanbul’a geldim. Yaklaşık yüz yıldır babadan oğula geçen bir bakırcı dükkânında, Atilla Yanık Ustanın yanında işe başladım. Ustam hâlâ hayatta ve şu an altmış küsur yaşında. Halen yanına gider, bilmediklerimi sorarım; yardımcı olur. Osmanlı bakır sanatının inceliklerini burada daha iyi öğrenmeye başladım ve ustamdan müsaade alarak atölyemi açtım. Sonrasında tamamen Osmanlı usûlü çalışmaya başladım. 

Osmanlı bakır sanatının estetiğini zarafetini ilk olarak nasıl gördünüz? Mutfak eşyası icralarını bırakıp bu anlamda yol almanız ne şekilde gerçekleşti?        

Şanlıurfa’da bütün bakırcıların bulunduğu “Kazancı Pazarı” vardır. Karşı karşıya yaklaşık elli dükkândan oluşur. Burada anne tarafından akrabam olan Celal Usta vardı. Kendisi antika eşya alıp satardı. Oraya antika kapaklı bir sahan gelmişti. Üstündeki işçiliği görünce “bunun tarzı nedir?” diye bana sordular; çünkü orada oyma işini yapan tek kişi bendim. Baktım… Baktım, ama çözemedim maalesef ki! O gün kendime; “Ben hiçbir şey bilmiyorum, deryada boşuna kürek sallıyormuşum” dedim. Araştırıp soruşturarak bu işin İstanbul tarzı ve Osmanlı saray işi olduğunu öğrendim. Daha sonra İstanbul’da iyi bir usta buldum ve sırf sanat için çıkıp geldim. İstanbul’da hiç kimsem yoktu. Bir hafta kadar parkta yattım!.. Kar yağıyordu ve ben sabahlara kadar sokaklardaydım. Bu işi öğrenebilmek için atölyede yatıp kalktım. Bu çaba ile Osmanlı sanatını daha iyi öğrendim ve bir yere geldim çok şükür. Yaklaşık dört yıldır profesyonel olarak Osmanlı eserlerini icra ediyorum.

ZANAATKÂR KİM, SANATKÂR KİM?

Bakır sanatı/zanaatı dediğimiz şey tam olarak nedir? 

Diğer sanatlara nazaran usta-çırak ilişkisi bakırcılık sanatında daha bir gerçek olarak görülür ve yaşanır. Bakır oyma zanaatını/sanatını icra edenler, kendi içinde ayrılır. Birincisi ustadır; gider ve bir şeyi gösterirsiniz. Gösterdiğiniz şeyin aynısını yapana “usta” denir. Zanaatkâr ise; “Ben şöyle bir şey yaptırmak istiyorum” dediğinizde, düşündüğünüzü bakıra dökendir. Sanatkâr ise; “Ben hiç üretilmemiş çok değişik bir şey istiyorum. Üzerinde de şu medeniyetin izleri olsun” dediğinizde, o düşüncenizi görünür hale getirir. Bakır oyma sanatında ustadan daha ileride olan zanaatkâr, zanaatkârdan daha ileride olan ise sanatkârdır. 

HER ESERİMDE İSLÂMΠOLANIN PEŞİNDEYİM

Feyiz almak için nerelere gidip incelemeler yapıyorsunuz? 

Topkapı Sarayı’na haftada bir gün mutlaka gidiyorum. İçeride çok güzel bir Kur’ân-ı Kerîm muhafazası var. Her gün onu inceliyorum, resimleri de mevcut bende. En çok dikkatimi çeken eser odur. Çalıştığım eserlerde Allah’ı anlatmayı çok seviyorum. Yani üstünde bulunan semboller; lâleler, bölünen rakamlar vs.... Hepsinde ya Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyetine, ya Allah (cc) isimlerine ya da Peygamber Efendimizi (asm) anlatan ifadelere denk getirmeye gayret ediyorum. Kısacası her zaman için her eserimde bir İslâmî rakam peşindeyim... 

USTAMDAN ÖĞRENDİM!..

Günümüzde, bu zanaat/sanat adına çıraklıktan yetişmek için hevesli olan gençler var mı?

Maalesef yok! Herkes; “Benim oğlum avukat olsun, doktor olsun vs.” diyor! Az önce söylediğimiz şeye geliyoruz; Allah (cc) her şeyi bir sebep üzere yaratmıştır. Biz “şu, şu olsun!” demekle onu olduramıyoruz. O’nun bir takdir-i İlâhîsi var! Güzel bir beyitte; 

“Takdir-i Hüdâ kuvve-i bâzû ile dönmez, 
Bir şem’a ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez”

deniyor. Allah (cc) bizi ne için yaratmışsa, o oluruz. Aslında bizim bu geri kafalılığımız -insanlar bunu yaparken ilerici olduklarını düşünüyorlar, ama- çocukların içindeki o olacak şeyi de öldürüyor! Bırakırsınız, su akar yatağını bulur. Dönemimizde kimse bunu düşünmediği ve uygulamaya koymadığı için hem kültürümüzden, hem âdetimizden, töremizden, hem geleneğimizden, göreneğimizden oluyoruz... Ben selâm vermeyi, oturup kalkmayı, büyüğe saygılı olmayı, misafire ikrâmda bulunmayı babamdan değil ustamdan öğrendim. Eskiden öğretmen babaydı. Fakat usta dövdüğü zaman kaçarsak bir de babamız döverdi; “Öğretmenden kaçılır mı?” diye. Bu yüzdendir ki bugün içkici, tinerci, kapkaççı değiliz çok şükür. Ustamın güzel bir ifadesi vardı; “Oğlum, sanat ihtiyarı hastalıktan, ölümden, genci ise kötü ahlâktan korur!” derdi. Hamdolsun ki, Allah’ın bize verdiği rızıkla yolumuza devam ediyoruz.  

İNSANLARI SANATTAN SOĞUTTULAR

Bakır oyma zanaatı/sanatı için “şu dönemde çok geriledi” diyebileceğiniz bir dönem var mıdır? Günümüzde bir yenilenme, tazelenme süreci başladı mı?

Osmanlı’nın çöküşüyle, diğer sanat ve zanaatlarda olduğu gibi, bakır oyma sanatında da çok gerileme yaşanmış. Türkiye’ye gümüş kaplama işçiliği ilk geldiği zamanlar “Alman gümüşü” denilerek, gümüşün yarı fiyatına bakır sattılar. İnsanlar bize internet üzerinden ulaşıyor ve dedelerinden, ninelerinden kendilerine kalan eşyalara bakmamızı istiyor. Bu insanlar, getirdikleri eşyaların gümüş değil de bakır olduğunu, kilosunun on lira olduğunu ve hiçbir değerinin olmadığını öğrendikleri zaman hüsran ile bedduâ ediyorlar. 1980 ve 2000’li yıllar arasında sahte gümüş insanlara sunuldu, devamında ise insanları sanattan soğuttular. Bir diğer neden ise hediyelik eşyaların şirketlerde gider olarak gösteriliyor iken, bu uygulamanın kalkmasıdır. Hediyelik eşya vergiden düşmedi, bu durum bizim için kötü oldu. Son dönemde hem Avrupa’da, hem de Türkiye’de Osmanlı’ya ve Osmanlı eserlerine dair taklidî bir dönüş yaşanmaya başladı. Osmanlı’nın örfü, âdeti, adaleti, yani kısacası her şeyi... Neden? Çünkü Osmanlı’da olan adalet, zarafet, kültür, insanlık, ilim-irfan hiçbir medeniyette yoktur ve olmayacaktır!.. İnsanlar, bir nebze de olsa bu eserleri görüyor şimdi. Fakat bu sefer de Çinliler Zamak denilen bir maden ürettiler. Türkiye’ye geldi bu maden. Bizim günlerce emek verdiğimiz bir eserimizin benzerini, aynı renk ve aynı özellik süsü vererek üretip, bunlara el işi deyip yirmi liraya mâl ediyorlar. Bizim yedi yüz elli liraya sattığımız eserleri, onlar yarı fiyatına satıyor ve insanları yine kandırıyorlar. Bir fincanın dış zarfının her tarafı işlemeyle dolu ise ve bunun takımı yüz liraya satılıyorsa, bu elişi de, usta işi de değil demektir. Aynı zamanda kanserojen madde üretiliyor ve sağlığa da ciddî mânâda zarar veriliyor. Sağlık Bakanlığı’na da ben bunu bizzat yazdım ve bilgi verdim... Tam belimiz düzeldi, sanatımıza dönüş başladı derken, bu sefer de teknolojiyle vuruyorlar bizi!  

BAKANLIĞIN YAPTIĞI!

Peki, bu sıkıntı sizce nasıl aşılır, önüne nasıl geçilir; bu anlamda neler yapılmalı?

Geçen gün hem Ayasofya Camii’ne -müze demek istemiyorum oraya- hem de Topkapı Sarayı’na gittim. Sarayın içerisinde bakanlığa ait ya da bakanlığın izin verdiği bir mağaza var. Orada bir Osmanlı miğferi gördüm; madeni zamaktı. Döküm, üzeri altın değil altın yaldız ile kaplanmış, elişi olmadığı gibi hiçbir değeri de yok. Yüz lira dahi etmez! Fakat üzerinde altı bin beş yüz lira fiyat yazılıydı. Sorduğumda; “Bakanlık onaylı, Türk usta işi, orijinal altın kaplama Tombaktır” dediler! Osmanlı kültürünü merak ederek saraya gelen bir turist Türk işi Osmanlı eserleri diyerek bunu alacak. Anlayan biri de ona gerçeği söyleyecek. O kişi sonuç olarak; ‘Türkler yalancı, dolandırıcı bir millettir’ diyecek! Mağazadaki satıcıyı kimse bilmez; bir ülkenin, bir milletin insanını tanırlar. Bunun önüne geçebilmemiz için Bakanlığın ciddî manada çalışmalar yapması ve “kültürel el mirası” dediği bu işi Bakanlığın dışındaki elemanlara yaptırmaması gerekmektedir. Bunun içinde akademisyenlerin değil, bu işi gerçekten icra eden zanaatkârların/sanatkârların görevlendirilmesi gerekir. Çünkü çok basit şeyler ile bir milletin şerefiyle ciddî manada oynanabiliyor... Eskiden Kapalı Çarşı’nın içerisinde Cebeci Han vardı. Orada kırk tane usta çekiç vururdu ve içeride sesten durulmazdı. Kafile kafile turistler gelir, altı-yedi saat içeriden çıkamazlardı; ustaları görüntülemekten ve sohbet etmekten dolayı. Geçen gün ustam ile orada otururken büyük bir kafile geldi ve girdikleri gibi geriye çıktılar handan. Neden? Çünkü usta yok! Çünkü çekiç sesi yok... Neyi çeksin, ne ile ilgilensin ki?! İşte bu şekilde Türkiye’nin turist sayısı gitgide azalacak ve gelir seviyesi de düşecektir. İnsan bir kez gördüğü Yeni Cami’yi bir daha gidip göreyim demez. Ama bir zanaatkâr/sanatkâr varsa, onu görmeye geliyor ve başka bir eseri var mı diye bakıyor. Seneler geçse bile yanıma defalarca gelen turistler oldu...  

Eserlerinizi inceledik, hepsi birbirinden güzel ve işçilikli. Bu kadar güzel bir işçilik nasıl çıkıyor ortaya?

İnsanlar, sanatkârı/zanaatkârı onore etmek adına; “Çok güzel icra etmişsiniz, muhteşem, bunu nasıl yaptınız?!” gibi sorular soruyorlar. Bu insanlara, “bunu ben yaptım” demek -tövbe haşa- bana göre şirktir. Neden şirktir? Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Allah’ın “O’nun emri bir şeyi murad edince ona sâde ol demektir, o oluverir” âyeti geçiyor. Cenâb-ı Allah dünyayı yaratmış. Güneşe, taşa, her şeye adaletince işini yapacağı şekilde bir görev vermiş. Bir anda her şey oluvermiş. El benim değil, göz benim değil, hiçbir şey benim değil. Bir tek nefsim benim, ondan da sorguya çekileceğim. Her şeye “OL” diyerek olduran Allah (cc) varken, “Ben bunu yaptım” demek bana göre şirktir. Maden O’nun, malzeme O’nun, yapan O’nun; et O’nun, ruh O’nun, göz O’nun, kaş O’nun... Eli elimin üstünde, gözü gözümün üstünde... Tamamen bu salih düşünce ile işlerimi yapıyorum. Benlik bana göre çok büyüktür. Ustam -kulakları çınlasın- “Kibre düştüğün zaman şeytana bak. Malın mülkün olursa da Karun’a bak. Bu sana yeter!” derdi...

HATTATLARIN PİRİ HZ. ALİ, BİZİM PİRİMİZ HZ. SÜLEYMAN’DIR

Bu sanat için bir hayli emek verdiğinizi anlıyoruz! Bundan sonrası için “şunları yapacağım” dediğiniz bir projeniz var mı acaba?

Adalet Bakanlığına bir proje için yazı gönderdim, ama henüz bir cevap alamadım. “Bakır Oyma” sanatımızı hapishanelerin içerisinde basit sistemlerle atölyeler kurarak, suça bulaşmış olan genç mahkûmlara, tiner-bali kullanan, içki içen, kapkaççılık yapan ve içeriye girmiş olan gençlerimize ulaştırmak istiyorum. Gençlerimizi suç işlemekten bakır işlemeye yönlendirelim, diyorum. Hem bu mahkûmlarımızın eline bir sanat verilsin, para kazansın, suça düşmesin hem de kültürümüz eski zenginliğine geri dönsün istiyorum... Birinci hedefim bu projeyi hayata geçirmektir inşaallah. İkinci hedefim ise, İslâmî eserlere ağırlık vermektir. Bakır zanaatı/sanatı Hz. Süleyman’dan (as) gelmedir. Her sanatın bir sahibi vardır. Hattatların piri Hz. Ali’dir. Hattat Mahmut Şahin Hocamın muhabbeti vesilesi ile öğrendim bunu. Demircilerin zanaatı Hz. Davud’dan (as) gelmiştir. Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye.” diyor. Hz. Süleyman için de; “Erimiş bakır menbaını da ona seyl gibi akıttık” diyor. Bizim pirimiz Hz. Süleyman’dır. Güzel Peygamber’in bu sanatını insanlar kandırılmadan, teknolojiye yenilmeden, iyi niyetler istismar edilmeden bir yere getirmek bizlere nasip olsun istiyorum. Ama en büyük amacım, gençleri suçtan bu işe yöneltmek. Dünyada el işini profesyonel anlamda her şeyi ile güzel yapan tek ülke Türkiye’dir. Hem memleketimiz, hem de dünya kültür ve el işçiliğine aç durumda şu an. Hem bu açlığı gidermek, hem de gençlerimizi kurtarmak için bu projeyi hayata geçirmek istiyorum... Tabiî ki her şey imkânımız el verdiği ölçüde... 

Röportaj: Melek Şafak / [email protected]

Etiketler: melek şafak
Okunma Sayısı: 12016
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı