"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cami inşaatına taş taşıyan milletvekili!

06 Ocak 2015, Salı
1950 öncesi milletin büyük sıkıntılar çektiğine şahitlik eden Nihat Kasar, merhum Adnan Menderes sayesinde Türkiye’nin huzura kavuştuştuğuna dikkat çekti. Kasar, Yassıada’da yargılanan DP Rize Milletveliki İzzet Akçal’ın, kendi köyüne yapılan camiye sırtıyla taş taşıdığına da şahitlik etmiş.

Nihat Kasar amca, sizi tanıyabilir miyiz?

Rize’nin Çayeli ilçesi, Kaptanpaşa Köyünden, Mehmet Nuri oğlu Nihat Kasar... 1931 doğumluyum. 3 sene gümrük memurluğu yaptım. Önce Ayvalık’da, sonra da Kilis’te çalıştım. Babamın isteği üzerine işimden istifa ettim. Memleketimde, ÇAYKUR’da 1973 yılında “çay çavuşu” olarak göreve başladım. 1996 yılında emekliye ayrıldım. Çayeli’nde ikamet ediyorum.

7 yaşında Çayeli Kaptanpaşa İlkokulunda okumaya başladım. 1944 yılında okuldan mezun oldum. Müdürümüz Hopalı Abdullah Turan idi. 1944 yılında ezberlediğim bazı şiirler halen hafızamdadır, okuyabilirim. 

Daha sonra okuma imkânı olmadı mı? Niçin devam etmediniz?

Bizim zamanımızda köylerde 3. sınıfa kadar ilkokul vardı. Kaptanpaşa’da 5. sınıf vardı. Arkadaşlarım okudu, ben okuyamadım. Rahmetli dedem (annemin babası) annemin tek erkek çocuğu olduğum için okumama izin vermedi. Ağladım sızladım, ama ilk okuldan sonra daha okuyamadım... Nasip böyleymiş... 

Her halde yaylalarda çobanlık da yapmışsınız?

Keçi çobanlığı yapmışım. Babamın keçisi, koyunu, inekleri vardı. Yazın yaylaya giderdik, kışın da köyde, okulda olurduk. Hayatımız böyle geçti. Okumaya çok hevesliydim ama ilk okuldan sonra daha fazla okuyamadım.

EKMEK YOKTU, MUHLAMA YEDİK!

Çocukluğunuzda çok fakirlik çektiniz mi? 

Memleketin her yerinde çok fakirlik vardı. Bizim köylerde millet ineğini sağacak, katık yapacak, onu satacak, onunla geçinecek... Benim dedem ve babam demirci idi. Köy şartlarında orak, balta, hop, (tarla sürmekte kullanılan demir alet) kazma, kürek gibi şeyler yapar ve satardı. Bizim paramız olurdu. Buna rağmen biz bile sıkıntı çekerdik. Bazen paran olsa da işe yaramazdı, alacak şey bulamazdın.

Bir defasında biz yayladaydık. Rahmetli babam köye gitti. Biz yaylada onun un getirmesini bekledik. Ekmek yok ki yiyelim... Rahmetli annem bir muhlama yaptı. Ablam, ben ve annem o muhlamanın yarısını ekmeksiz yedik. Yarısını akşama bıraktık ki un gelecek, ekmek yapılacak, öyle yiyeceğiz diye. Akşama doğru babam geldi. Bize cennet müjdelendi sanki, un geldi diye... Ekmek yaptık, sevindik... Babam, İspir’e (Rize’nin bir kasabası) gider, oradaki değermenlerden un alır, köye gelirdi. Arpa alırdı, buğday alırdı... Kara buğday... Ben de gitmişim bu işler için... Bu şekilde, dağlarda çobanlık yaparak, yağ, peynir satarak onlarla geçinirdik.

SADECE İNSANLAR DEĞİL, HAYVANLAR BİLE AÇTI

Sizin imkânınız olduğu halde sıkıntı çekmişsiniz. Bu imkânları olmayanlar nasıl geçinirdi?

Bazı köylerde fazla mısırı olan olurdu, olmayanlara satardı. Bir defasında ben yayladan komşu bir köye yoğurt götürdüm ve karşılığında mısır aldım. 4 kot bir kile idi. Aldığım mısırı akşamdan değermene götürdüm, öğüttüm. Sabahtan katıra yükledim. Ama katırımız aç idi... Babam bana tembih etmişti ki katırı akşamdan iyice doyur. Ben utandım, kimseden ot isteyemedim. Katırı yükledim, yaylaya hareket ettim. Katır yolda kaldı, aç olduğu için daha yürüyemedi. Katır da aç... Yem torbasında çok az bir yem daha vardı, onu yedirdim. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Gele gele, yayla göründü. Katır artık gidemez oldu, alt yola doğru yıkıldı. Katırın ‘tay’ını (yükünün bir tarafını) tuttum, yayladakilere bağırdım, çağırdım. Koşarak geldiler. Katırın yükünü boşalttık, sırtımızda taşıdık... Böyle maceralar yaşadık. 

Peki, darda kalanlara yardım edenler olmuyor muydu? Yardımlaşma var mıydı?

Yardımlaşma vardı tabii, ama fakirlik çok fazlaydı. 

JANDARMALAR CAMİ BASTI, HOCAYA KELEPÇE TAKTI

Kur’ân okumanın yasaklandığı yıllarda yaşadınız. Bu yasaklar sizi etkiledi mi?

Ha, dur onları da deyim. Ertesi sene bizim köye hoca tutuldu. Yeşiltepe Köyünden İsmail Aygün’ün babası Kemal Aygün... Babam onu hoca olarak konuştu, getirtti. Tabii Kur’ân okutmak yasaktı. Jandarmalar, hocaları kelepçeleyip karakola götürürdü. Hatta, Kaptanpaşa’ya götürüp dövdüklerini herkes bilir. Hocaların beline ip bağlayıp, suya atarlar, sonra çıkarıp döverlerdi ki iz kalmasın... Jandarma baskınlarını haber versinler diye caminin etrafına nöbetçi çocuklar koyuldu. Hoca tembih etti, daima etrafa bakın, jandarma gelirse haber verin diye. Tabii arkadaşlarımız iyi gözcülük yapamadı ve jandarmalar camiyi bastı. Biz camideydik o anda. Elif-baları kaptık ve caminin yakınında Kasım amcamın evi vardı, oraya kaçtık. Hocayı yakaladılar, ellerini arkadan kelepçelediler. Alıp Kaptanpaşa karakoluna götürdüler. Köylü, hemen babama yalvardı; “Hocayı sen getirdin git jandarmadan kurtar” dediler. Babam da gitti karakola, rica etti, yalvardı. Dövdürmeden hocayı oradan çıkarttı. 

Babam o günkü şartlarda imkânı olan biriydi. Peyniri vardı, yağı vardı... İtibarı vardı... Bizim köyden dövülen olmadı, ama Kur’an okumak, öğrenmek yasak idi. Okumaya bırakmıyorlardı. Hocamızı götürdüklerinde talebeler onun peşinde ağladık tabii. Köy kalktı ayağa... 

“Tanrı uludur” şeklinde ezan okunduğunu duydun mu?

Ben 7 yaşındayken okula başladım. Kaptanpaşa’da “Tanrı Uludur” diye ezan okunduğunu duydum, biliyorum. Hatta babam bize o şekilde ezan okumayı bile öğretmişti: Tanrı uludur, tanrıdan başka yoktur tapacak... Sonra yeniden, Menderes gelince bildiğimiz ezana dönüldü.

İZZET AKÇAL, CAMİ İNŞAATINA TAŞ TAŞIMIŞTI

Merhum Menderes’i nasıl tanırsınız? 

Rahmetli Adnan Menderes, dışardan buğday getirdi. Fakir köylüye ucuz fiyata sattı. Rahmet ruhuna olsun. Annemin amcası Naci Bilgin, (ben dayı diyorum) İzzet Akçal beyi Rize’ye davet etti. İzzet bey o zaman Bursa’da savcı idi. “Gel, seni Rize’den milletvekili adayı göstereceğiz” dedi. İzzet bey de, “Yok, sen aday ol” diye itiraz etti. Sen ol, ben ol derken neticede İzzet Akçal aday oldu, Rize milletvekili seçildi, bakanlık da yaptı 1960 öncesinde... 

İzzet Bey, Çayeli’ne gelince kendi köyü olan Çataldere’ye (Hahonç) katırla 7 saate ancak gidebiliyordu. Çünkü yol yok, iz yok... İzzet Bey, Ankara’ya dönüşte rahmetli Menderes’e gidiyor ve diyor ki, “Ben kendi köyüme at sırtında ancak 7 saatte gidebiliyorum. Buna bir çare... “ 

Rahmetli Menderes diyor ki, “Yahu sen ne diyorsun? Yol yok mu?” 

Halk Parti devrinde İsmet İnönü’ye yalvarıp rica etmişler ki, bu dereye, bu vadiye, bu köylere yol yap. O da “Buraya yol yapılmaz, her taraf taş” demiş ya da ona öyle bilgi vermişler. Bilmiyorum. Neticede onların zamanında yol yapılmadı.

Rahmetli Menderes, İzzet beye, “Bu zamanda at sırtında 7 saat, 8 saat yolculuk yapılan köy mü olur?” diye çok ilgilenmiş. İzzet beye demiş ki, “Git bak. Bir karış ‘murç’ ile taşlar kırılabilecek şekildeyse bu yolu başlatalım.” “Delinir” cevabını alınca, hemen emretmiş: “Bu yol yapılacak!”

Rahmet ruhuna... İzzet beye emir verdi, elle, tek tek taşlar kırılarak bu yol yapıldı. Hayal değil bu gerçek... 

Bir defasında İzzet bey gelmiş diye, köyüne, Çataldereye’ye (eski adı: Hahonç) gittik. Maksadımız İzzet beyi ziyaret etmek. O günlerde Çataldere’deki cami yeni yapılıyordu. Caminin yanından geçerek İzzet beyin evine doğru gidecektik. Bir de baktık ki, İzzet bey, sırtında ‘semer’ ile camiye taş taşıyor. Bu gözler bunu gördü... Nerede şimdiki vekiller? 20, 30 kişi evine gittik. Oturduk, sohbet ettik. Yol, o zaman Kaptanpaşa’ya bile çıkmamıştı tam olarak. Evinde sohbet ettik. Orada rahmetli İzzet Bey’i cami inşaatına taş taşırken gördük... 

KUR’ÂN ÖĞRENMEK İÇİN BAŞKA KÖYE GİTTİM

O yıllarda cami ve Kur’ân eğitimi nasıldı? Kur’ân okumayı nerede ve nasıl öğrendiniz?

İyi bir konuya temas ettin, anlatayım. Ben okumaya meraklıydım. Annem dedi ki, “Seni dayımın köyüne gönderiyim.” Çünkü kendi köyümüzde ve annemin köyü olan Ormancık’taki camide hoca yoktu. Annem bu sebeple beni kendi dayısının köyü olan Başköy’e (Senoz Vadisinde bir köy) götürdü. 

Köyün camisine gittik. Hoca, Abdurrahlan Akın (Karayip Abdurrahman derlerdi) bana, “Nereden başlayacaksın?” diye sordu. Ben de tabii hiç okuma bilmiyorum. “Elif’ten” dedim. Utandım tabii. O güne kadar hiç camiye gitmemiştim. Çünkü bizim köyde hoca yoktu, çocuk okutan yoktu. 

Hocamız dedi ki, “O zaman kusura bakma. En alt tarafta oturacaksın.” Gittim, en alt tarafa oturdum. Arkadaşlarım “Enispara/Amme cuz”e kadar okumayı öğrendikleri için bana güldüler. Çünkü ben yaşça onlardan büyüktüm. Bu durum beni çok üzdü. Öğle tatillerinde tatil etmeyip okumayı bilen, samimi arkadaşlarımdan Kur’ân okumayı öğrendim. Hırs yaptım... Neticede gece gün okudum, hepsini yetiştim, hatta geçtim. Camideki okumak bitince köyüme, evine döndüm. Yazın yaylaya keçi çobanı, kışı köyde köy işleri, öyle devam ettik. 

ANNE BABANIZI DİNLEYİN

Son olarak gençlere bir tavsiyeniz var mı?

Ben çok delilikler etmişim, gençlere daima diyorum ki; annenizin babanızın dediğinden dışarı çıkmayın. Evlilikte dikkatli olun. Ben yanmışım, siz yanmayun. Yarın bir gün anneni babanı kaybettiğinde çok ararsınız. Niçin onu razı etmedim diye... Ben halen yanıyorum, niçin daha iyi bir evlat olmadım diye. 

Röportaj: Faruk Çakır / [email protected]

Okunma Sayısı: 2853
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı