"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Çözüm süreci” Meclis’in uhdesinde olmalı

22 Aralık 2014, Pazartesi
Cevher İlhan, GÜNEYDOĞU GÜNCEL’e “çözüm süreci”ni değerlendirdi.

Gazetemiz yazarlarından Cevher İlhan, Diyarbakır’da yayınlanan GÜNEYDOĞU GÜNCEL gazetesinden Mehmet Kayahan’ın sorularını cevaplandırdı. Barış için “çözüm süreci”nin topyekûn millet tarafından benimsenip sahiplenmesi için, kamuoyuyla paylaşılması ve Meclis’in tekelinde kalması gerektiğini ifade etti. 

Barış ve demokrasiyi nasıl sağlayabiliriz?

Demokrasi şuur meselesidir, aksi halde istismara uğrar. Bu konuda Bediüzzaman Said Nursî’nin çok özgün temel görüşleri vardır. Bediüzzaman’a göre hürriyet imanın bir parçasıdır. Bediüzzaman, “Hürriyet, efrâdın zerrât-ı hürriyatının (fertlerin bütün zerrelerinin-atomlarının) hür olmasının neticesidir. Başkasına zarar vermemenin yanı sıra kendine zarar vermemesidir” tarifinde bulunur. Oysa Batıda, hürriyet, “başkasına zarar verme, ne yaparsan yap” şeklinde tanımlanır.

Demokrasi millet hâkimiyetidir. Cumhuriyet’in kurulmasıyla, birinci Meclis’te bütün sorunlar çözülüyordu. Şark’tan, Garp’tan, kuzeyden, güneyden bütün etnik gruplar temsil ediliyordu. 

Bunun içindir ki, Birinci Meclis Sevr’in makyajlanmış hali olan Lozan Antlaşması’nı imzalamadı. Birinci Meclis’in lağvıyla yerine çoğu aynı gruptan “atanmış” isimlerin getirildiği İkinci Meclis’e Lozan kabul ettirildi. Hilâfetin kaldırılmasıyla 23 milyon metrekareyi bulan İslâm âlemiyle mânevî birlik ve bütünlük bağları koparıldı. Lozan’dan sonra, 776 bin metrekareye inen ve ancak Osmanlı devletinin hâkimiyet alanının otuzda birini bulan dar bir alanla yetinildi. 

Bu büyük bir kırılmadır. Harf inkılâbından başlayıp, tekke ve zaviyelerin kapatılması, laikliğin din düşmanlığı şeklinde dayatılması, din yerine milliyetin ikame edilmesi, tesettürün kaldırılması benzeri birçok devrim ve uygulama topyekûn millete kaybettirdi. 1925’te Şeyh Said hadisesi meydana gelmiş, yüzlerce, binlerce insan katledilmiş, mağdur edilmiş; ve 1936’da bir isyan vehmiyle gaddarâne zulüm, katliâm ve baskılarla Dersim hadisesine kadar tepeden devrimlerin dayatılmasına bahane edilmiştir. Dikkat edin, sorun 12 Eylül darbesi dönemindeki baskılarla daha da derinleştirildi. 

Bütün bunlar gösteriyor ki, bu ülkenin tarihinden, değerlerinden, mânevî birlik bağlarından koparılmasıyla büyük travma meydana gelmiştir. Bugün milletin birliği ve bütünlüğü, toplumun barış içinde toparlanması, ancak demokratik değerlerin hayata geçirilmesiyle mümkündür. 

Aksi halde demokratik değerlerden uzaklaşmakla ne toplum huzur bulmuş, ne devlet rahat etmiş, topyekûn kargaşa meydana gelmiş. 50’den önce Şark’ta 16-17 isyan olmuşken, 1950’den sonra tek bir kalkışma hareketi olmadı. 1950’den sonra halkın irâdesine değer verilmesi, maddî ve mânevî imarın başlamasıyla, bütün ülkeyle birlikte bölgenin kalkındırılmasıyla, yol ve köprülerin yapılmasıyla, devletin millete daha fazla değer vermesiyle Doğudan Batıya milletin bütünlüğü sağlandı. Ne var ki 27 Mayıs’la, 12 Eylül’le peşpeşe bu birlik içinde kalkınmanın önü kesildi. 

Sorunlar, devletin tam demokratikleşmemesinden, hak ve özgürlüklerin yeterince yaşanmamasından türüyor. Geçek şu ki, hak ve hürriyetlerin tanınması, ekonomik gelişimin ve kalkınmanın yaygınlaşmasıyla toplumun on yıllarca tarihtekine benzer huzur içinde yaşaması, barış için demokrasinin önemini ortaya koyar…

MÂNEVÎ BİRLİK BAĞLARI 

İnsanları barışta buluşturmanın yolu nedir?

İnsanın tabiatında haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkma meyli var. Doğu’daki isyanların temelinde insanların baskılara, dayatmalara, yanlış uygulamalara itirazı var. Basit bahanelerle köylerin bombalanması, devletin baskısından dolayı oldu. İnsanlar demokratik yollarla tepkilerini ortaya koyma imkânı bulamadıklarında başka yollarla tepkiye başvururlar. Demokrasi içinde olmayan toplumlarda kalabalıkları durduramazsınız. Zamanla sınırlar aşılır, demokratik tavır yerine menfi harekete dönüşür. Bu da yine halkın zararına olur. 

Avrupa 200 sene çatışmalardan sonra demokrasiye vardı. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında birbirlerinden 60 milyon insan katlettiler. Şehirler yerlere bir edildi. Bundan sonra, Avrupa hasım ülkeleri, “aramızda öyle bir birlik kuralım ki artık birbirimizle çatışmayalım, savaşmayalım; barış içinde kalma mecburiyetinde kalalım” görüşünü geliştirdiler. Önce “çelik-kömür birliği”, ardından Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu. Bütün bu enerji ve ekonomik işbirliği siyasî işbirliğe Avrupa Birliği’ne (AB) dönüştü. Avrupa menfaat birliği yaparak çatışmaların yaşanmaması için zemin oluşturuldu... 

HAK VE ÖZGÜRLÜKLER 

Çözüm süreci”nde “yol haritasında ileri sürülen talepler için neler söylersiniz?

Ülkenin hayatı ittihaddadır. Türkiye’de, Doğunun batının, kuzeyin, güneyin çözümünü, Bediüzzaman bundan 100 önce Hürriyetçi Partinin kurucularından Sultan Abdülhamit’in yeğeni Prens Sabahaddin’e verdiği cevapta. 

Bediüzzaman, her milletin bekasını, geleceğini sağlayan, millî örfü-adetleri, lisanı, eğitimi kültürünün gelişmesi için devlet mutlaka her türlü tedbiri alması çâresini belirtir. Demokratik değerlerin alabildiğine serbest olmasının ehemmiyetini bildirir. Bunu demokrasinin ve milletin gelişmesi için en başta gelen gerek olarak görür. 

Bediüzzaman’a göre, demokratik değerler en kâmil anlamda olmalı. Vatan birliği, bayrak birliği, savunma birliği, malî-bütçe birliği, olmalıdır. Bölgeler arasındaki dengeli kalkınma ancak bu işbirliğiyle temin edilir. Bütçe birliği olmadığı zaman mevcut malî imkânlarla birçok proje gerçekleşemez. Meselâ Güneydoğu’nun hayat kaynağı GAP projesi yapılamaz. Bölgede herhangi bir ilde toplanan vergiler, memurlarının maaşına bile yetmez, iktisadî projelere hiç yetmez. Onun için demokratik değerlerin yerelleşmesi ve yayınlaşmasıyla beraber “merkezî usûl”un işlemesi oldukça önemli… 

Yerel yönetimler elbette güçlendirmeli, demokratik mekanizma en ücra köşeye kadar idâreye yansımalı, millet irâdesi esas ve egemen olmalı. Ancak önce muhtariyete/özerkliğe, ardından bağımsızlığa ve akabinde küçücük devletlere bölünüp parçalanmaya varan ve özgürlüklerin istismarıyla, kötüye kullanılmasıyla milletin birlik ve bütünlük bağının kesilmesi, en fazla Doğu’ya, Güneydoğu’ya zarar verir.  

Bunun içindir ki, “çözüm süreci”nde zaman zaman ortaya atılan “yol haritaları”ndaki “eğitimde, sağlıkta, sporda, mâliyede, savunmada ve hatta dinî hizmetlerde özerklik” söylemlerinin kriterinin iyi değerlendirmesi icâb ediyor. 

“Özerklik”ten eğer “Avrupa yerel yönetimler özerklik şartı” kastediliyorsa, bunun doğru ve geçerli bir anlamı olur. Eğer mahalli idârelerin güçlendirilmesi, demokratik usûl ve değerlerin yerelleşmesi ve yaygınlaşmasıysa, elbette önemli. Lâkin “özerklik”ten kasıt, ülkenin bölünüp parçalanmasıyla, “eyâletler”, “fedaratif sistem” paravanında bir parçasının diğerinden ayrılması, koparılmasıysa, bunun hiç kimseye yararı olmaz. Bu asırlarca birlik ve beraberlik içinde yaşayan insanımızı birbirine kırdırma, vatandaşları–kardeşleri birbiriyle çatıştırma, kardeş kavgasını alevlendirme ve yabancı güçlerin müdahalesine zemin hazırlama oyunudur. Bu oyuna gelinmemeli… 

Özetle, demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin yaşatılması en kâmil mânâsıyla hayata geçirilmeli; ama ayrılığa gidecek bir sapma ise herkese zarar verir. Irak’ın, Suriye’nin durumu ortada. Bu ülke etnik ve mezhebî kotalar üzerinden demokrasini taksim eden kırılganlığa düşmemeli. Bütün demokratik değerleri, hak ve özgürlükleri hayata geçirmeli. Ülkenin maddî ve mânevî envanteri hakça paylaşılmalı. O zaman demokrasi de büyür, özgürlükler de gelişir… 

Zira bir ve beraberken çeşitli “ayırımlar”la ayrılanlar, sonunda parçalanmışlar; birlik ve beraberliklerini koruyamayarak zayıf düşmüşlerdir. Bütün sorunların çözümü yine demokraside…

DEMOKRASİNİN KAMBURU

Son günlerin bir diğer tartışması yüzde 10 barajı için değerlendirmeniz nedir?

Demokrasi için evvelâ siyasetin demokratikleşmesi gerek. Siyasetin demokratikleşmesi içinde, bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi siyasî partiler ve seçim sisteminin demokratikleşmesi lâzım.

Bu açıdan, hâkim nezâretinde sağlıklı önseçimin zorunlu olmalı. Öncelikle siyasî partilerde lider-genel merkez sultasına son verilmesi için yargı denetiminde partilere kayıtlı üyelerle önseçimle sıralanan adaylardan istediğini tercih edecek “tercih sistemi” olmalı. Halk, genel merkezlerin-genel başkanların belirlediği adaylara değil, istediklerini seçme imkânına kavuşmalı. Ayrıca partilerin ve adaylarının finans kaynaklarının ve harcamalarının şeffaf olması ve yargı denetimine tabi olmalı. Millet irâdesinin tecellisi ve doğru dürüst bir seçim için seçimlerden önce mutlaka önseçim yapılmalı.

Bu bakımdan, yüzde 10 seçim barajı, hiçbir demokratik ülkede benzerine rastlanmayan Türkiye üzerinde bir antidemokratik kamburdur. Seçmenin istediği kendi vekilini seçmesine engeldir. Türkiye 12 Eylül darbesi ürünü Siyasî Partiler, Seçim Kanunu’nun “yönetimde istikrar” bahanesiyle “temsilde adâlet”in önüne koyduğu bir bariyerdir. 

Siyasî iktidar, hiçbir komplekse girmeden, birçok demokratik yasal düzenlemeyle birlikte deklâre edilip millete taahhüd edilen, siyasetin demokratikleşmesini sağlayacak dinamikleri harekete geçirmeli. Anayasa Mahkemesi’nin kararı beklenmeden seçim baraj kalkmalı, yargı denetiminde ön seçimiyle oluşturulan aday listesine seçmenin tercihini esas alan siyasî partiler ve seçim kanunlarını çıkarmalı. Tam demokratik sistem budur. Bu olmadan siyaset demokratikleşmez… 

MECLİS’İN ÇÖZÜME SAHİP ÇIKMASI SAĞLANMALI

“Çözüm süreci” nasıl başarıya ulaşır?

Meclis, çözüme sahip çıkmalıdır. Bütün muhalefet sahip çıkmalıdır. Bu mutlaka sağlanmalıdır. “Çözüm Süreci”nin en büyük handikabı, muhatap yetersizliğidir. Çözümün, bölgedeki kanaat önderleriyle, sivil toplumla görüşülmeli, topyekûn halkın görüşü alınmalıdır. Esas muhatap millet irâdesinin temsilcisi Meclis’tir, milletvekilleridir. Hangi partiden olursa olsun, milletvekillerinin “süreç”ten bilgilendirilmesi ve görüşlerinin alınması lâzımdır. 

Elbette ki her şey açıklanmaz. Gerekirse Meclis kapalı oturum yapar. Yapılan görüşmeler en azından temel parametreleriyle açıklanmadır. “Çzüm süreci” Meclis’in gözetiminde olmalıdır. Çözüm sürecinin yol haritası, ana hatlarıyla kamuoyuna açıklanmalıdır. Kapalı kapılar ardından herkesin kendine göre yorum getirdiği bir çözüm üzerinde uzlaşılamaz ve başarıya ulaşılamaz. 

Mesele, İmralı’yla Kandil arasında, kapalı kapılar arkasında kalmamalı. Barış süreci mutlaka başarıya ulaşmalı. Doğu’nun, Batı’nın, topyekûn milletin içine sindireceği barış ve kardeşlik zemini üzerine oturmalıdır. Yapılan açıklamalarda kimse ayrılık istemediğine göre ve millet beraber bir bütün olarak yaşayacaksa, çözümü de beraber bulmalı ve kabullenmeli. 

Bunun için, çözüm millete mal edilmeli. Demokrasiyi en kâmil mânâsıyla inşa edilecek, hak ve özgürlükler yaşanacak. Zira demokrasi ve özgürlükler bütün ülkeye lâzımdır. Kavgadan terörden herkes zarar görüyor. Kavgayla, terörle meşrû temel, hak talepler gölgeleniyor.

Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Bizim düşmanımız cehâlet, zarûret (fakirlik) ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at (sanayi), mârifet (eğitim) ve ittihada (birlik-bütünlük) silâhıyla cihad edeceğiz.” Bu temel çözüm mutlaka esas alınmalıdır.

Bu olmazsa kimsenin mutlu olmayacağı öyle bir kargaşa ve kaos olur ki, toplumun huzurunu zehirler, vatandaşlık ve kardeşlik duyguları ortak yaşama irâdesi zedelenir. Bu bakımdan, çok dikkatli olmalı, ayrılığa sebebiyet veren tahriklere gelinmemeli…

DAHA FAZLA DEMOKRASİ…

100 yıllık Kürt sorunu var. 30 yılı çatışmalı süreçten geçtik. Türkiye “Kürt sorunu”nu neden çözemedi? Devlet neden demokratikleşemedi?

Sorunu çözemeyişinin temel sebebi, devletin demokratikleşememesidir. Darbelerle, ara dönemlerle, demokrasinin inkıtaa uğratılmasıdır. Rejimin resmi ideoloji cenderesinde kelepçelenmesidir. Çözümü için devletin demokratikleşmesi lâzım. Devlet demokratik değil ki sorun çözülsün. Sorunun çözümü demokrasi ve özgürlüklerin yaşamasıyla gelir. 

İnsanlar ülkelerinde temel hak ve özgürlüklerini yaşamadığı zaman, demokratik tepkilerini ortaya koyamadığı, kendilerini ifade edemediği anda, baskılarla, dayatmalarla zulümlerle karşı karşıya kaldığı anda demokrasiyi aşan menfi hareketlere yönelirler. Buna menfi hareketle mukabele edildiği zaman kavga ve kargaşa azar. Türkiye’nin sorunu, demokrasi sorunudur. “Kürt sorunu” bundan dolayı çözülmedi, çözülemedi. Zira sorunu çözecek demokratik devletin oluşmasına fırsat verilmedi. Sorun buradan türedi…

Cumhuriyet’i kuran kadro demokratik değerleri değil. Dayatmacı laik tepeden inme Batılılaşma adına toplumun temel değerlerini hiçe sayan bir baskı uyguladı. Sorun, evvelâ rejimin dayatmacı karakterinden kaynaklandı. Travmalar yaşandı. Darbelerle, ara dönemlerle Türkiye’nin önü kesildi. 

Denilebilir ki, eğer 12 Eylül olmasaydı Türkiye demokrasi yolunda ilerleseydi, şu anda sorun içinden çıkılmaz çatışmalı hal meydana gelmezdi. Türkiye’nin sorunu demokrasi sorunudur...

Okunma Sayısı: 1509
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • a.kadir ceylan

    22.12.2014 11:47:51

    Bediüzzaman Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi Cemahir-i Müttefika-i İslamiye den yanadır. Buda eyalet ve federatif sistemdir. Bediüzzaman Sultan Selim e biat ettiğini söylüyor. Selim in sistemi de eyalet sistemi idi. Hatta Selim döneminde adına Hükümeti ekrad denilen ve yönetimi babadan oğula geçen ondan fazla eyalet mevcud idi. Evet artık uyanalım. Ve kemalistlerin üniter devlet anlayışını bırakalım.

  • a.kadir ceylan

    22.12.2014 10:38:20

    "Bediüzzaman’a göre, demokratik değerler en kâmil anlamda olmalı. Vatan birliği, bayrak birliği, savunma birliği, malî-bütçe birliği, olmalıdır." Cevher İlhan ın bu sözleri Bediüzzaman'a kemalist değerleri savundurmak kadar büyük bir cinayettir. Hala Kürdistan a Kürdistan diyemeyip Doğu ve Güneydoğu diyecek kadar üniter kemalist devlet yapısının savunan bir yazarımızın olması Yeni Asya için utanç vericidir. C. İlhan ın yazması gereken gazete yeni asya değil, aydınlık, yeni çağ, ortadoğu, akit gibi milliyeti mabud ittihaz eden gazetelerdir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı