"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Demek ki ihlas kemiyete değil, keyfiyete bakıyor

09 Aralık 2014, Salı 09:13
Edebiyatçı yazar İslam Yaşar, Genç Yorum'un bu ayki sayısına verdiği röportajda ihlas üzerine önemli değerlendirmelerde bulundu. Yaşar, "İhlâs ile yapılan bir dirhem amel, ihlâssız yüz batman amele tercih edilir denildiğine göre, bizim çok şey yapmamız değil, ihlaslı işler yapmamız lazım" dedi.

İslam Yaşar'ın Genç Yorum dergisinden Habibe Işık'a verdiği röportajdan önemli başlıklar:

21. Lem’a’daki, ‘‘Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur'âniyede arkadaşlarım’’ hitabının muhatabı olarak kendimizi nasıl görmeliyiz? Çok samimi, sıcak, sahiplenilmiş hissi veriyor bu insana. Üstad Hazretleri arkadaş tabirini pek kullanmasa da burada yer alıyor. Bu hitapları nasıl algılamalıyız?

Ahirette kardeş, Kur’ân hizmetinde, yani dünyada arkadaş! Son derece güzel bir üslup ifadesiyle kardeşlerine, talebelerine, manevî evlatlarına, bir nevi arkadaş seviyesi kazandırıyor. Arkadaş; birbirine destek olan, sırdaş, birbirine güç veren manası taşımaktadır. Burada “arkadaş” hitabında, Said Nursî’nin onlara, onların da Said Nursî’ye kuvvet vermesi  var. Bir de birbirlerinin yaptığı işi yapmaları söz konusu. Bu da talebelere bir merhale kazandırıyor. Bediüzzaman kendisine bir rüçhaniyet, onlara da ayrı bir sıfat vermiyor. Biz hizmet-i Kur’âniye’de arkadaşız, birbirimize yardım edeceğiz ve bu yardımın neticesine de ulaşacağız diyor.

Hitapların devamında şu ifadeler var: Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir duâ-i mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır. İhlas’ın böyle geniş bir tanımı var. Belki üzerine kitap dahi yazılabilir. 

Dokuz sefer ‘en’ geçti. Her bir ‘en’ edebi bir sanat. Said Nursî sanat yapmak kastıyla değil, edebî sanatı son derece yerinde, sanatın manasına uygun bir şekilde kullanıyor. ‘En’ler burada tekrar sanatıdır. Risale-i Nur ilk bakışta edebî bir kitap değil gibi görünür. Halbuki Risale-i Nur hem dini açıdan tefsir, hem üslup açısından edebî bir eserdir. Hitap açısından da muhatapları kendine çeken bir eserdir. ‘Ey’ ile başlayan hitaplar kullanılır sıkça, bunu okuyan kişi gayr-i ihtiyarî kendisine seslenildiğini düşünür, toparlanır ve söylenen yere bakar. Bu açıdan Said Nursî üslubu son derece güzel bir şekilde kullanmaktadır. Aslında ihlas hocaların kürsüye çıkıp nasihat vereceği bir vaaz konusudur. Vaaz için çok uygun bir konudur. Ama Bediüzzaman, hiçbir vaaz edası kullanmadan, kişiyi tek başına muhatap alarak, tek tek anlatıyor ihlas hakikatini. Kendisi bu işi öyle ihlaslı bir şekilde yapmış ki, bir kişiye hitap ederken milyonlar muhatap oluyor. Bu da ihlasın bir sırrıdır. İhlas Risaleleri’nin en büyük başarısı ihlasla yazılmış olmalarıdır. Bunun neticesi de milyonların bunu okuyor olmasıdır. O günün şartlarında Bediüzzaman, hocalar gibi vaaz üslubunu kullanmış olsaydı, İhlas Risaleleri bu kadar müessir olmazdı. Dolayısıyla İhlas Risaleleri’nin metin olarak da, muhteva olarak da, üslup olarak da tesiri, hatibinin ihlas ile söylemiş ve muhatabının ise ihlas ile dinlenmiş olmasındandır. İhlas Risaleleri’nin kendisi fiilen bir ihlastır, bir ihlasın meyvesidir. Çok zor şartlar altında telif edildi İhlas Risaleleri; tüm nur talebelerinin imha edilmesi gibi planların söz konusu olduğu, Eskişehir Hapishanesi öncesi kaleme alınarak telif edilmiştir. Bunu yazıp çoğaltanlar, istinsah edenler, tebyiz edenler, hepsi bu vazifeleri ihlâsla yapmışlardır. Karşılığında bir ücret almamışlardır. Hepsi, benim bu hakikatlere ihtiyacım var diyerek yazmışlardır. Bu nedenlerle, İhlas Risaleleri’ne Said Nursî’nin, ihlâslı olun dediği bir eser olarak değil, ihlas ile telif ettiği eserler olarak bakmak gerekiyor.

Bediüzzaman Hazretleri nasihlerin nasihatlerinin bu zamanda tesirsiz kalmasının sebeplerini  izah etmişti siz de hatırlatmış oldunuz. Kendisinin çok farklı bir üslupla bizi ikna ettiğini görüyoruz.

Said Nursî’nin bütün ifadelerinde önce kendisi vardır, ‘’Ey nefsim’’ diye hitap ederek, kendi nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez kaidesine göre telif ediyor eserlerini. Ben nefsim için bunları söyledim, Cenab-ı Hakk acziyetime binaen lutfetti, nefsini bu noktada ıslah etmek isteyenler muhatap alabilirler manasında ifadeler kullanarak, önce kendi nefsini ortaya koyuyor. Böylece başka nefisleri ıslah etmeye çalışıyor. Ve yine başkalarından önce kendi talebelerinin ihlası hazmetmelerini istiyor. İhlasla yazılıp çoğaltılıyor İhlas Risaleleri.

Söylediklerinize dair, 21. Lem’a da 3. Düstur’da çok güzel bir yer var: ‘‘Evet kuvvet hakda ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı isbat eder ve kendi kendine delil olur. Çünki yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul'da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada sizinle yedi-sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul'da burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garib, yarım ümmî, insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında yedi-sekiz sene sizinle ettiğim hizmet; yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakıyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat'iyyen şüphem kalmadı.’’

Ne kadar zor şartlarda telif edilmiş değil mi? İnsafsız memurların baskıları altında… Demek ki, Said Nursî’nin hayatından pek çok örnekler verilebilir. Ama işin o tarafına geçmeden, demek ki, Said Nursî İhlas Risaleleri’ni telif ederken, bunları hayatına rehber yapmak isteyen talebelere ve dindarlara bir ölçü veriyor. Siz binlerce, milyonlarca insanla hizmet edilebileceğini düşünmeyin. Siz tek başınıza veya üç beş kişi ihlasla hizmet etseniz milyonların yapacakları hizmetten çok daha başarılı olursunuz. Nitekim Isparta’da toplam 50-60 kişi ile yapılan hizmet bunun en bariz örneğidir. Said Nursî, Eski Said döneminde  Van’da iken son derece büyük bir hedef seçiyor. ‘’Akdamar Adası’nı bana verseler, 10 senede 50 talebe yetiştirsem, İslam’ı dünyaya hakim kılarım.’’ Milyonlarca talebe yetiştirmekten bahsetmiyor. Ama hedefte İslam’ı dünyaya hakim kılmak var. Akdamar Adası’nda bunu yapamamış. Şartlar müsait olmamış. Ama kader onu, Akdamar Adası’ndan çok da farkı olamayan; fiziken mahrumiyet içerisinde ama tabii olarak son derece güzel, Akdamar gibi göl içinde olmasa da göle nazır bir yerde, Barla’da 8 sene kadar mahkûm etmiş. 2 sene kadar da Isparta’da kalıyor ve toplamda 10 sene hizmet ediliyor oralarda, 50 tane talebe yetiştiriyor Said Nursî. Ve bu 50 talebe öylesine ihlas ile çalışıyorlar ki, Risale-i Nur’un ‘İslam’ı dünyaya hakim kılmak’ dediğimiz hedefini bunlar başarıyor. Said Nursî’nin o zaman ifade ettiği gibi, kemiyet değil keyfiyet önemli. Mehmet Fırıncı Abi’ye söylemiş olduğu bir sözde şu ifadeler yer alıyor: ‘‘Kardeşlerim gerçi milyonlar var; fakat iş yapan 50-60 kişidir.’’ Bu 50-60 kişinin sırrı ihlaslı olmalarıdır. O devrin bütün tarassuduna rağmen, ulemanın, Said Nursî’ye arka çıkması gerekenlerin, arka çıkmayıp başka yerlere destek olmalarına rağmen ve bilinmeyen kuvvetlerin Said Nursî ve talebelerine olanca güçleriyle hücum etmelerine rağmen, Said Nursî muvaffak olmuştur. 60’lı-70’li yıllar, Üstad’ın vefatından sonra, yine nur talebelerinin Risale-i Nur hizmetlerinin son derece başarılı olduğu yıllardır. Çünkü, bazı ufak tefek kopmalarla birlikte, gene 50-60 civarındaki saff-ı evveller, Üstadın tabiriyle hass’ul-has’lar, öyle samimiyetle, ihlasla hizmet etmişler ki, o günün bütün tahribatını tamir etmeye çalışmışlar. Ama 80 ihtilali öyle bir darbe vurmuş ki, bu ihlaslı kitle dağılmış. 80’den sonra ihlasın kuvveti kaybolmaya başlamış. Talebeler kemiyeten çok fazla artmış ama keyfiyeten çok fazla başarılı olduklarını söylemek mümkün değil. Demek ki, ihlas kemiyete değil, keyfiyete bakıyor. Kişinin de keyfiyetine bakar. Ferd olarak ele aldığımızda, namütenahi duygularımız var, hayallerimiz, hislerimiz, arzularımız, düşüncelerimiz, koşturmacalarımız, yapmaya çalıştıklarımız v.s. Ama bunların ne kadarı ihlaslı? İhlâs ile yapılan bir dirhem amel, ihlâssız yüz batman amele tercih edilir denildiğine göre, bizim çok şey yapmamız değil, ihlaslı işler yapmamız lazım…

Röportajın tamamını Genç Yorum dergisinden okuyabilirsiniz.

Okunma Sayısı: 2359
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • hakan kagan

    9.12.2014 12:24:35

    Çok doğru bir analiz.bugünün nesli ihlasla mücadele yerine birbirine hakarette yarışıyorlar.

  • Derkan BERK

    9.12.2014 09:49:48

    İhlas ile yapmaklık; şimdilerde hırs ve adavetin ortaklaşa saldırısı ile takas oldu maalesef... Hırs ile istemeyi ihlas,, adavetle çalışır olmayı; "gayret" ittihaz etmeye başladık. Günlerimiz, duaların yerine beddualarla geçiyor. Daha fazla istiyoruz ama dünya için... Daha fazla çalışıyoruz ama servet için... Bir şeyi hiç yapmıyoruz, o da ;"samimi itiraf"... Sosyalleşme denilen şey, nefsimizle muhasebeye vakit bırakmadığı gibi,, haftada 1-2 gün 1-2 saat i geçmeyen istişare ve sohbetlerle ise; ruhumuzu arındırdık sanıyoruz. Böylesine fitne zamanında herhalde "ihlas"; daha bir kıymetli ve bulunmaz bir nimet oldu vesselam...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı