"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Demirel, kendisine hakaret eden kişiyi tahliye ettirdi

23 Aralık 2016, Cuma
Demirel: “Durup dururken bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez.Yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, bize galiz küfürler etmiş. hemen git, o vatandaşı hapisten çıkar, gel. Sevaba girersin.”

Röportaj: Cevher İlhan - Mehmet Kara

- Dünden devam -

DEMİREL DÖNEMİNDE TÜRKİYE DÜNYADA 17.  EKONOMİ OLUP G-20’YE GİRDİ

22 Aralık 2013’te Boyabat Gazetesi’nde, Demokrat Parti Sinop İl Başkanı ve eski Ulaştırma ve Bayındırlık Bakanı olarak, “Bu gün Türkiye’de ne varsa istisnasız tamamı Demokrat Parti, Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisi iktidarlarınca yapılmıştı” açıklamasını yapmışsınız. “Marmaray benim Ulaştırma Bakanlığı yaptığım dönemde projelendirildi” diyorsunuz. Bu çerçevede, DP ve devamı iktidarların, özellikle Demirel’in “Büyük Türkiye” idealinde ülke kalkınmasına dair tesbitleriniz nelerdir?

Demirel dediğiniz insan, Bayar, Menderes, Özal’la birlikte sözü edilen dörtlünün en etkilisidir. 14 Mayıs 1950’de Bayar başkanlığında Demokrat Parti seçimi kazanıp iktidara geldiği zaman Türkiye’nin ortalama fert başına düşen hâsılası o günkü parayla ifâde edilemeyecek kadar küçük paralardı. 1999 yılında G-7’lerin G-20 olarak genişlemesiyle Türkiye’nin G-20’lere alınması bu misyonun iktidarı döneminde oldu. Türkiye, ABD’deki G-20 toplantısına çağrıldı. Maliye Bakanı Sümer Oral ilk kez G-20’de Türkiye’yi temsil etti.

Bunun anlamı şuydu. 14 Mayıs 1950’den 1999 yılına kadar geçen süre 49 yıldır. Bu sürede Türkiye neredeyse sıfıra yakın millî gelir payından 25 bin adet fabrikasıyla dünyanın 15. sanayi ülkesi haline gelmişti. Dünyanın 7 tarım ülkesinden birisi, 5 et üreten ülkeden birisi olmuştu. 6 bin dolar seviyesindeki fert başına düşen geliriyle dünyanın 17. ekonomisi haline gelmişti. Yani 20 ülke arasında 17. sırada G-20’ye çağırıldı.

Dünyada bu kadar kısa sürede -1960 darbesi, 22 Şubat, 21 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerine mâruz kaldıktan sonra- dünyada böyle bir kalkınmanın örneği daha yok ekonomisi bu kadar büyüyen bir başka örnek yoktur. Türkiye’nin dışında ekonomide bu başarıyı göstermiş bir tek Güney Kore var, o da 19. sırada çağırıldı. Bu kalkınmanın en büyük mimarı Rahmetli Demirel’dir. Benim DP misyonunun bugün yok olmasına en çok üzüldüğüm husus da burasıdır.

MARMARAY PROJESİ, ÜÇÜNCÜ KÖPRÜ, SAHİL YOLU, ÇANAKKALE KÖPRÜSÜ

Meselâ, cep telefonunu ülkeye bizim hükümetimiz getirdi. Ben Ulaştırma Bakanıydım. Rahmetli Demirel’in tâlimatıyla ben ihâleye çıktım. Bugün Türkiye bütçesinin yüzde 25’ini cep telefonu şirketleri sağlıyor. Bunu Türkiye’ye biz getirdik, reklâmını da yapmadık. İhâleyi 4 Mayıs 1993 yılında imzaladık, 1994 yılından da konuşma başladı. Ancak, Özal’ın vefâtıyla Demirel’in Cumhurbaşkanı olmasında işler yarım kaldı. Cep telefonları bizim eserimiz. 

Yine hızlı tren dediğimiz manyetik trenin ihâlesi, Demirel hükûmeti benim Ulaştırma Bakanlığım döneminde yapıldı. Kazanan firmayla imtiyaz sözleşmesini yapmak üzere Danıştay’dan onayını çıkardık, her şeyi tamamdı. İhaleyi Japonlar kazanmıştı. Demirel deklâre etti. Ankara-İstanbul arasında günde 95 sefer yapacaktı. Manyetik hızlı tren saatte 500 kilometre yapacaktı. Şimdiki hızlı tren değil, “hızlandırılmış tren”dir.

Keza Marmaray Projesi de rahmetli Demirel’den kalma projelerden bir projedir. Bu projenin kredi anlaşması, sayın Demirel Cumhurbaşkanı iken o dönemdeki hükümet tarafından imzalanmış oldu. Proje geciktirildi. Bugün “asrın projesi” propagandasıyla bütün bunları sırf kendine mal eden AKP siyasî iktidarı, her defasında olduğu gibi Demirel’i atlıyor.

Marmaray Projesi, konuşulduğu gibi basit bir proje değildir. Öyle tünelle Marmara Denizinin altından geçip karşıdan, Yenikapı’dan çıkan bir proje değil, çok büyük bir projeydi. Bu proje ile 1.5 milyon insan geçecekti. Marmaray Projesi metrolarla birlikte bir “kül proje” olarak düşünülmüş ve plânlanmıştı. Bu konularda titiz bir insanım. Bakanlar Kurulu’nda sunumu yapıldığı sırada, “Peki 1.5 milyon insanı nasıl bulacaksınız?” diye sordum. Cevap veremediler. Bugün denizin altından geçiş var, ama taşıyacak bağlantılı metrolar yok. Bağlantılı metroların yapılması lâzım.

DEMİREL DENİLİNCE AKLA HEP BÜYÜK PROJELER GELMELİ

Hükümetler önceki hükümetlerin yarım kalan projelerini tamamlarlar. Bu hükümet de yarım kalan Marmaray Projesi’ni gelip yaptı. Yaparken, insan önceki yapanlara da bir teşekkür eder. Binali Bey’e gelinceye kadar o proje en az altı-yedi Ulaştırma Bakanı bu proje üzerinde çalışmıştır, hepimiz çalıştık.

İstanbul Belediye Başkanı duvarlara, “Maslak’tan Bakırköy’e şu kadar zaman da gideceksiniz” diye yazmış. Peki, yol nerede? Bu yapılacak projedeki rakamı belirtmekten ibarettir. Bunu yapmak için milyar dolarlar lâzım. Bütün bunları bulacaksınız. Bu kadarını yapmış olmalarından da memnunum, ama İstanbul’un altyapısı yok..

İlk Boğaz Köprüsü ile ilgili olarak da Demirel Meclis’te anlatmıştı. Leonardo da Vinci dönemin padişahına mektup yazıyor. “Duydum ki, Müslümanlığın bir gereği olarak Cuma günleri, Cuma selâmlığı için Üsküdar’a geçiyor muşsunuz. Size Boğazın üzerine bir köprü yapayım arabanızla – faytonla geçin” diyor. Hâdisenin ilk düşünme meselesi budur. Ama eser Demirel’indir.

Bayındırlık Bakanlığı’nın ortadan kaldırılıp Ulaştırma Bakanlığına bağlanması yanlış olmuştur. Çünkü, Bayındırlık Bakanlığı teknik ve mühendislik hizmetlerinin götürüldüğü bir bakanlık. Ama Ulaştırma Bakanlığı farklıdır. Her işin kendi alanında, kendi çerçevesinde ele alınması lâzım.

Demirel ve hükûmetlerinin başlattıkları projeleri bu hükümet götürüyor. Önemli bir şey söyleyeyim. Üçüncü Köprü’nün yerini de biz koyduk. Biz projesini hazırladık. Üçüncü Köprü, Kuzey’den gelen ve Hopa’ya gidecek olan Karadeniz yolunun köprüsüdür.

Buna göre, Edirne’de Kapıkule’den yol üçe ayrılacak; bir tanesi normal yol, İstanbul’a gidecek, bir tanesi Keşan üzerinden Eceabat Çanakkale Köprüsü onun devamı olacak ve bir tanesi de Kırklareli üzerinden Üçüncü Köprü’den geçecek, Kandıra’nın altından Zonguldak’a gelecek, oradan da kredisi çıkmış olan Karadeniz Sahil ile Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon Rize Hopa’ya kadar gidecek. Yani Kapıkule’ye gelen araç İstanbul’a girmeyecek, oradan gitmeyecek, yukarıda ki yolu kullanacak.

Dünyaca ünlü ABD’li bir stratejist bir kitap yazdı. Orada, “Geleceğin petrol piyasası Karadeniz’de şekillenecektir” diye yazıyor. Biz bu fikirleri de hesaba katarak, “Zaten Karadeniz’de böyle bir yola ihtiyacı var. Bunu Kapıkule’den itibaren bağlamak üzere getirelim” diye düşündük.

Kısacası, Demirel denilince akla hep büyük projeler gelmelidir. Zira bütün bunları bize Demirel getirtti ve yaptırdı…

KENDİNE HAKARET EDEN VATANDAŞI AFFEDİP TAHLİYE ETTİRDİ

Adalet Bakanı, 2 Mart 2016’ta, 2016 Yılı Bütçe Kanun Tasarısı görüşmelerinde, 2014 yılının Ağustos’unda Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildikten sonra “Cumhurbaşkanına hakaret’le ilgili şu ana kadar bakanlıkça kovuşturma izni verilen dosya sayısı 1.845’tir” diye dâvâlardaki rekor sayısını ikrar etmişti. Ayrıca ilgili kuruluşlar 170’ten fazla gazetecinin sırf görüşlerini yazdıkları için tutuklandığını açıklıyorlar. Demirel döneminde bu tür dâvâlarda hoşgörüsüne, eleştirilere tahammülüne dair anekdotlarınızdan anlatır mısınız?

Rahmetli Demirel’in avukatı olarak şâhidim; kendisine yapılan galiz sözleri, hakaretleri veya basında çıkan kendisiyle ilgili yazıları hep hoşgörüyle karşılardı. Burada bir hâtıra anlatmak isterim:

1979 tarihinde rahmetli Demirel Başbakan idi. Antalya’nın deniz sahilindeki küçük bir ilçesinde vatandaşın biri, bir kahvehanenin ortasında Rahmetli Demirel’e açıkça sövüp saymış. Başbakan olduğu için o zamanki Cezâ Kanunu’na göre, savcı re’sen soruşturma başlatmış. Buna hukukta, “madde-î mahsusa suretiyle hakaret” deriz. Ağır hakaret olduğu için tâkibat açmış, adamı suçüstü haliyle yakalanmış içeri attırmış.

Aylardan Temmuz ayıydı. Sürekli genel merkeze her çeşit bilgiler geliyordu. Rahmetli Demirel her sabah gerek Başbakanlık, gerek de Genel Merkez’e geldiğinde ilk beni çağırır, dâvâlarla ilgili gelişmeleri sorardı. Çünkü dâvâlardan çok canı yanmış. İlk önce bunları öğrenir, işlerine sâlimen başlamak isterdi.

O gün partide Özel Kalem Müdürü Talat Bey Demirel’in beni çağırdığını iletti, gittim. “Önemli bir şey var mı?” diye sordu. Ben de “Önemli bir şey değil, ama sadece bilgi arz etmek istiyorum. Antalya’nın bir ilçesinde vatandaşın birisi kahvehanede size hakarette bulunmuş, ağır - galiz sözler söylemiş. Vatandaşı tutuklamışlar. Mahkeme ‘şikâyetçi misiniz?’ diye soruyor” diye durumu kendisine açtım.

Demirel, “Bu hâkim ve savcı arkadaşlar da bazen kantarın topuzunu kaçırıyorlar. ‘Başbakan’a hakaret etti’ diye bir vatandaş tutuklanır mı? Biz burada oturuyoruz, haberimiz olmuyor. Yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, canını sıkmışız ki bize galiz küfürler etmiş” dedi. Ve bana dönerek, “Hemen Antalya’ya, o ilçeye git ve o vatandaşı hapisten çıkar, tahliye et gel. Sevaba girersin. Durup dururken bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Yaptığımız işlerle kim bilir adamın ne kadar canını sıkmışız, nasıl bunalmışız ki adam sövmüş!” dedi.

Arabamla -eşimi de alarak- Antalya’ya gittim. Mahkemeye gidip Asliye Ceza Hâkimine, dâvâya müdahale kabulünü rica ettim; “sanığın tahliyesini talep ediyoruz. Müvekkilim Başbakan Demirel bana, bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Biz kim bilir adamı ne kadar bunalttık ki, küfretti” dedim. Hâkim şaşırdı, duruşmaya ara verdi.

Cübbe ile bekliyorum, beni özel görüşmeye çağırdılar, savcı da içerdeydi. Hâkim, “Kusura bakmayın, bu Demirel nasıl bir adam? Gazeteler tamamen tersini yazıyor. Bu kadar hoşgörülü, geniş gönüllü insanı biz ne kadar yanlış, tanımışız” diye hayıflandı.

Duruşmaya çıktık. Sanığın tahliyesine karar verildi. Hâkim sanığa dönerek, “Demirel yok, ama avukatı var, elini öp” dedi. Sanık, “Hâkim Bey, bu bana hayatımın en ağır cezâsı. Avukatını beni tahliye için gönderen bir insana dilim kopaydı da böyle bir adama hakaret etmeseydim. Eli ne kelime ayağını öpeceğim” diye pişmanlığını tekrarladı…

MÂNİDAR GARİP HÂDİSE…

Bu arada çok garip bir hâdise oldu. Antalya’ya gitmişken Alanya’ya gittik. Eşimle  Alanya Kalesi’ne çıktık. Kalede kamelyada otururken, yan masada iki âile -iki hanım iki bey- oturuyordu, tartışmaya başladılar. Birisi Demirel’e hakaret ediyor, diğeri “Bir Başbakana hakaret etme, ayıp oluyor” diyor. Hakaret eden “Ne olur?” diye sorunca, “Gelirler eline kelepçeyi vurur götürürler” karşılığını veriyordu. “Demirel nereden gelecek?” sorusuna ise “Aptal mısın? Demirel seni şikâyet eder mi, avukatını gönderir eder” diyordu.

Kızım bunu duyunca koşarak yanımıza geldi, “Baba senden bahsediyorlar” dedi. Adamlar kızımın bana böyle söylediğini duyunca ayağa kalkıp, “Beyefendi siz kimsiniz?” diye sordular. Dedim ki, “Bu Beyefendinin aradığı benim, Demirel’in avukatıyım. Buraya da Demirel’e bir hakaret dâvâsı vardı onun için geldim” dedim.

“Arkadaşınız doğru söylüyor sizin yaşınıza başınıza yakışmıyor, ayıp oluyor. Bir ülkenin Başbakanına hakaret edilmez. Şimdi de birisini tahliye ettirdim geliyorum” dedim. Bu durum karşısında özür dilediler. Ve hepimiz, tam da Demirel’e hakareti tartıştıkları ve Demirel’in avukatını konuştukları sırada benim orada bulunmam mânidardı.

DÜZELTME VE ÖZÜR: Dünkü başlıkta bahsi geçen 12 Mart döneminin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk değil, Cevdet Sunay’dır. Düzeltir, özür dileriz.

Okunma Sayısı: 18929
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı