"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Evlilik anlayışı değişti, boşanmalar arttı

06 Ekim 2014, Pazartesi
Birbirini anlamaya çalışan, birbirine karşı iyi niyetini ve samimiyetini kaybetmeyen eşler bana göre ideal olma yolunda ilk adımı atmış olurlar. İdeal evliliğim olsun düşüncesi de yanlış tabi. Evliliği bir başarı hikâyesine çevirmeye çalışmak da sözünü ettiğimiz samimiyete gölge düşürür çünkü.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun raporlarına göre; 2006 yılında 93.489 çift boşanmışken 2010 yılında 116.369 çiftin boşandığı kayıtlara geçmiş. Aile mahkemelerinde de karara bağlanması beklenen on binlerce boşanma dosyasıda cabası. Biraz iletişim, problemere karşı çözüm yolları, eşler arasındaki sadakat, popüler kültürün evlilik üzerindeki etkisini ve daha epey şeyi sorduğumuz Semerkant Aile Dergisi Yazı İşleri Müdürü Derya Şahin’in kapısını çalıyoruz. Yeni Asya’ya konuşan Şahin, bamteline dokunarak cevap verdi.

Her şeyden önce nasıl bir üslup. Karşılıklı emek verilip bir yere kadar getirilen o müessese (ev, aile) nasıl bir üsluba kurban ediliyor?

Bencilce bir üsluba kurban ediyoruz evliliklerimizi. Benim dediğim, benim istediğim, benim doğrularım, benim yanlışlarım... Oysa evlilik tek kişinin üzerine kurulmuş birşey değildir. Evlilik yoluna çıktığınızda “ben” demeyi bırakıp “biz” bilincine ulaşmaya niyetlenmelisiniz. Aksi halde en ufak bir anlaşmazlıkta bile kendini kayıran insanlara dönüşebilirsiniz. Fıtratımızda yeterince bencillik var zaten, diğer dış unsurlar da bunu besliyor, büyütüyor. Özellikle medya ve tüketim alışkanlıkları yoluyla değerler dünyamızı alt üst eden popüler kültür  bizi başrolünde kendimizin oynadığı masalsı bir hayat kurgusuyla kandırıyor. Mesela bir reklam sloganı “Asla daha azıyla yetinme” diyerek bu niyeti açık açık ortaya koyuyor. “Tamam, daha azıyla yetinmeyeyim peki ben bu kadar çok elde ederken kimin hakkını elinden alıyorum acaba?” Sorulmayan soru bu işte.
Oysa bırakın bir ailenin, toplumun parçası olmayı, insan bütün kimliklerinden arındırılıp sadece tabiatla baş başa bir hayat sürdürse bile bencillik yapamaz. Bir ağaçtan meyve alacaksanız onun ihtiyaçlarını düşünmek zorundasınız. Ne aralıkla su vermeli, ne zaman ilaçlamalı, ne zaman toprağına bakım yapmalı? Bunları düşünmeden ve bunlara göre davranmadan o ağacın meyve vereceğini aklınız alıyor mu? Ruhu olmayan bir ağaç bile sizden bir şeyler bekler. Beklentileri karşılanmadıkça da istediğinizi size veremez.

Karşılaşılan her sıkıntı ve komplikasyonda bu evliliği götüremiyorum, yapamıyorum söylemi ondan sonra beraber yaşanılan sürece nasıl etki eder. O söylemlerin  psikoloji, sadakatin niteliği ve evliliğin ruhu açısından ahlaki mi?


Sondan başlayalım. Sadakat eşimize değil Allah’adır, yani öyle olmalıdır. Bir insan eşine onu sevdiği için sadakat duyuyorsa burada büyük bir ahlaki zaaf var demektir. İnsan eşini sevmese bile verdiği söze sadakatli olmalıdır. Bu önce kulluğunun sonra kendine verdiği değerin göstergesidir.
Evlilikte sadakat deyince aklımıza hep en uç nokta geliyor. Oysa sadakatten anlamamız gereken iyi zamanlarda olduğu kadar kötü zamanlarda da eşiyle güzel bir hayat sürme niyetini korumak, elini taşın altına sokmak, sorumluluklardan kaçmamak, fırtınada savrulmadan dimdik durabilmeye gayret etmektir. Problemli anlarda “bu evliliği götüremiyorum” gibi yaklaşımlar karşımızdaki insana “Her an pes edebilirim, bana güven olmaz” demenin farklı bir yoludur. Böyle söylediğimiz bir insan bize ne kadar güvenebilir? Diken üstünde bir evlilik yürütmek yahut yıllarca verdiğiniz emeğin bir anda çöpe atılması ihtimali hepimiz için zor bir durum. O nedenle sözlerimizde son derece dikkatli olmalıyız. Nitekim dinimizde nikâh bir sözle gerçekleşir ve bir sözle feshedilir. Alimler de bu gerçeğe işaret ederek nikâhla şaka olmayacağını belirtirler. Belki nikahı sonlandıracak kilit cümleler kurmayacağız ama yine de eşimizde onulması zor yaralar açmamaya gayret etmeliyiz. İnsan elbette her zaman çok güçlü olamaz. Evlilik yükünün altında ezilebilir de fakat bu sorunu böylesi yıkıcı ve yıpratıcı biçimlerde değil, akıl danışıp farklı kapıları açarak çözüm adına alternatif sürprizler üretmeli.

Alvarlı Efe’nin, “Âşık der inci tenden. İncinme incitenden. Kemâlde noksan imiş. İncinen incitenden” sözünü evlilikteki sadakatin iletişimsel boyutuna nasıl yorumlarsınız. Eşler arasında sadakatin ölçüsü ne derece olmalı?

Az önce de konuştuk, sadakatin ölçüsü önce Allah’a sonra kendimize ve ilginç belki ama en son eşimize. “Utanmıyorsan dilediğini yap” hadisini hatırlayalım. Muhatabımız ne kadar kötü olsa da hangi kötü vasıflara sahip olsa da biz iyi ve doğru olanı yapmakla mükellefiz. Fakat bu sol yanağına vurana sağ yanağını uzatma noktasında da değil tabi. Ben evliliklerde sürekli idare edici, alttan alıcı olmayı doğru bulmuyorum. Çünkü bu, eşimizden beklentiyi sıfır noktasına çekmek demek. Kendisinden hiç beklentiniz olmayan insanları düşünün. Hayatınızda hiç yerleri yoktur. Tabi kalbinizde de... Eşimizle böyle bir ilişki biçimine sahip olmamız onu gözden de gönülden de çıkarmamız anlamına gelir. Diyelim böyle yaptınız ve ne sevgi ne sorun olan bir evliliğiniz var. Dümdüz bir çizgi gibi gidiyor hayat. Peki çocuklarınız ne olacak? Cimri bir babaya anne öyle ya da böyle tahammül eder, ama çocuklar bu cimriliğe katlanacak mı? Ya da cimri olmayı mı öğrenecek? Evliliği sadece eşler arasındaki ilişki boyutuna sıkıştırırsak aile kavramını kaçırırız. Bu yüzden inciten de olacak incinen de. Bunlar son derece doğal. Hatta olması gereken şeyler. Düşe kalka bazen çarpışa çarpışa doğruyu buluruz. Evliliğimiz doğruyu bulmaya, iyiye ulaşmaya ayarlı olmalı. Yoksa kim ne tarafa çekerse oraya savrulan, kimin sesi çok çıkarsa onun hükmünün geçtiği bir yapıya dönüşür.

Popüler kültür bütün insani ve makul çerçeveye yüzeysel baktığı bizim açımızdan malum. Boşanmaların gittikçe artmasında popüler kültürün suni  ilişkiler yapısı  ne derece rol oynuyor?


Şöyle bir şey anlatayım: Anadolu kökenli bir ailenin benim de tanıdığım dindar kızı evlilik görüşmesine gidiyor. Damat adayı selam verip direkt masaya oturuyor. Oysa kızımız damat adayı tarafından sandalyesinin çekilmesini, masaya oturtulmasını ve sonra damat adayının masadaki yerini almasını bekliyor. Beklentisi karşılanmadığı için gencin görgülü olmadığını düşünüyor ve çeşitli başka sebeplerle eliyor. Şimdi düşünelim: Anadolu insanın kaçta kaçı bu jestleri önemser ve uygular? O genç kız ailesinden görmediği bu davranışı nereden öğrenmiş ve bir değer ölçüsü haline getirmiştir? Elbette izlediği filmler ve dizilerden...
Medyanın hayatımızı etkileyip etkilemediğini tartışırdık eskiden. Şimdi ise “ne kadar etkileniyoruz” diye soruyoruz kendimize. Evet dizilerde izlediğimiz hayatların belki aynısını kurgulamıyoruz kendimize fakat kendi değerlerimize karşı yabancılaştığımız bir gerçek. Sadakatsizlik, hırs, intikam gibi olumsuz unsurlar “bir sebebi var ama” denilerek normalleştiriliyor gözümüzde. Sadece normal gelmiyor üstelik bunlar bize. Zamanla doğru davranış kalıbı olarak kodlanıyor zihinlerimize. Çocuk ve gençleri ekran karşısındaki en savunmasız yaş grubu olarak kabul ederiz. Fakat bana göre kadın, erkek, yaşlı, genç hepimizin bilinç altı müthiş bir mesaj bombardımanına tutuluyor. Yara almadan çıkmak ise ancak eleştirel bakışı kaybetmemekle mümkün. Bunu sıradan izleyici ne kadar yapabilir, meçhul.

İdeal bir yuvanın prototipi nasıl çizersiniz?

İdeal bir yuva prototipi çizmek ne kadar mümkün bilemiyorum. Çünkü her insanın kişiliği, geçmişi, içinde yaşadığı kültürü ve dolayısıyla evlilikten beklentisi farklı. Kimi eşinin yumuşak huylu olmasını ister, kimi dik duruşlu. Kimi hiç sorun çıkmasın diye sessizce çözmek ister problemlerini, kimi bağırıp çağırmayı. Kimi ilişkilerinde mesafeli olmayı sever kimiyse rahat davranmayı. Prototip oluşturmaya çalışmak bu farklılıkları göz ardı edip herkesi tek kalıba sokmaya çalışmak olur. Ancak bizim için ideal evlilik Peygamber Efendimiz’in (asm) evlilikleridir. Mesela hep Hz. Hatice ve Hz. Aişe’nin kişiliklerinin ne kadar farklı olduğu anlatılır. Dikkat ederseniz Peygamber Efendimiz (asm) her iki annemizle de güzel geçinmiştir. İkisine de aynı mı davranmıştır? Hayır. Öyleyse mesele farklı kişilik ve ilişki biçimlerinde değil temel değerlerde yani sevgi, saygı ve sorumluluk bilincini taşımakta. Birbirini anlamaya çalışan, birbirine karşı iyi niyetini ve samimiyetini kaybetmeyen eşler bana göre ideal olma yolunda ilk adımı atmış olurlar. İdeal evliliğim olsun düşüncesi de yanlış tabi. Evliliği bir başarı hikâyesine çevirmeye çalışmak da sözünü ettiğimiz samimiyete gölge düşürür çünkü.

Maalesef normal insanlar arasında olduğu kadar eşler arasında da olan egoist söylemler olabiliyor. Bu nasıl eritilir?


Galiba ilk yapmamız gereken merkez noktasına kendimizi değil ailemizi yerleştirmek. Bize ait bir dünyamız olmasın demiyoruz burada. İnsan anne baba da olsa eş de olsa evlat da olsa kendine ait bir dünyası olmalıdır. Aksi halde aile dışında varlık gösteremeyen kişilere dönüşürüz. Öte yandan bir ailenin parçasıysanız hayatınızda bu gerçek yokmuş gibi davranamazsınız. Ailenin, evliliğin getirdiği sorumlulukları ve fedakârlıkları göze almanız gerekir. Bana göre aile içinde egoistlik, bencillik yönünüz çok fazla ortaya çıkıyorsa bu sıradan bir mevzu değildir. Yabancı değil canından bir parça olan kişilere bile bencilce yaklaşan insanın meselesi aile yükü altında ezilmek değil nefis terbiyesi ihtiyacıdır.

Evlendikten sonra her şeyi paylaşan, birbirine muhabbet duyan çiftlerin gün gelip birbirlerine olan muhabbetlerini kaybettiklerini ve boşanmanın eşiğine geldiklerini görüyoruz. Bu bazen evlilikten birkaç ay sonra bazen de yıllar sonra… Ne oluyor da bu muhabbet kayboluyor. Bunun sebebi nedir?


Evliliğe yüklediğimiz anlamın değiştiğini düşünüyorum. “Olmuyorsa zorlamaya gerek yok” düşüncesi neredeyse herkeste var artık. Eskiden bir evliliğin bitmesi ölüm kadar zor bir durumdu. Fakat şimdi hayatın doğal bir parçası sayılıyor. Aslına bakarsanız doğaldır da ama unutmayalım ki ölüm de doğal bir vaka ve hayatımızı nasıl altüst ettiğini biliyoruz. Biraz abartılı olacak ama ölümden korktuğumuz kadar boşanmaktan korktuğumuzu kim söyleyebilir? Eh böyle olunca da boşanmaya giden yollardaki tehlike işaretleri de pek umurumuzda olmuyor çünkü “zorlamaya gerek yok” diyoruz.
Kaç yıllık evli olursanız olun evliliği sonlandırma fikrinin değişime uğradığını düşünüyorum. Bir çok kişi boşanmalardaki artışın kadınların artan ekonomik gücüyle paralel ilerlediğini düşünüyor. Bu tezin doğru olmadığı ortada. En azından kapsayıcı değil. Bana göre maddi durum değişikliğinden ziyade evlilik algısındaki değişime bağlı gelişiyor boşanmadaki artışlar.


Erat Kocaoğlan

[email protected]

Okunma Sayısı: 4505
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı