"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Irkçılık, İslâm birliğine engel

21 Mayıs 2012, Pazartesi
“Milliyetçiliğin Dinle Kavgası” kitabının yazarı Hüseyin Dayı din-milliyetçilik-laiklik arasındaki ilişkiyi değerlendirdi. Yazar Dayı, Türkiye’nin kuruluş aşamasında, "kurucu irade"ye mensup zihniyetin ve CHP kadrolarının Ziya Gökalp’i örnek aldığını, onun da ideolog olarak dış kaynaklardan, özellikle Yahudi yazarlardan etkilendiğini söyledi. Dayı, “Türk-İslâm sentezi de milleti ümmetten ayırma, dinî etnikleştirme hareketidir” dedi.
TÜRKÇE EZANI İLK DİLE GETİREN ZİYA GÖKALP′Tİ
Dayı, "Dindar kesimler, otoriteden gördükleri baskıların sadece laiklikten kaynaklandığını zannederler.. Halbuki birçok baskı, Türkçü temellidir. Meselâ ezanın on sekiz yıl boyunca Türkçe okutulması, laik değil Türkçü bir uygulamadır. O uygulamayı tavsiye eden ise Türkçülüğün ideoloğu Ziya Gökalp’tır" dedi. Dayı, Türkçülük ideolojisinin milleti dinden uzaklaştırma gayretlerine öncülük yaptığını söyledi.
 
“MİLLİYETÇİLİĞİN DİNLE KAVGASI” KİTABININ YAZARI HÜSEYİN DAYI:
Din düşmanlığının arkasında ırkçılık var
 
Türkiye’de demokratik reformların önünde engel olarak görülen en etkin düşünce hareketleri milliyetçilik ve laikçilik olarak görülüyor. Biz de bu hafta “Türkler ve Ötekileştirdikleri” ve “Milliyetçiliğin Dinle Kavgası” kitaplarının yazarı Hüseyin Dayı ile konuştuk. Din-milliyetçilik-laiklik arasındaki ilişkiyi değerlendirdik. Türkiye’nin kuruluş aşamasında, "kurucu irade"nin örnek aldığı Ziya Gökalp’in ideolog olarak dış kaynaklardan, özellikle Yahudi yazarlardan etkilendiğini söyleyen Dayı, “Türk-İslâm sentezi de milleti ümmetten ayırma, dinî etnikleştirme hareketidir” diyor. Röportajda milliyetçilerle-Cumhuriyetçiler arasındaki düşünce kardeşliğini yakından görmek mümkün... İşte izleri...
 

DİNDARLARIN ÇEKTİĞİ SIKINTININ  KAYNAĞI TÜRKÇÜLÜKTÜR
 
Türkçülük akımını belli bir tarihten başlatmak mümkün mü?
 
Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan Türkçü ve Laik yapıya sahip İttihat Terakki’yle başlatmak mümkün. O partinin ideoloğu olan Ziya Gökalp, Cumhuriyet dönemindeki Halk Fırkası (sonradan CHP)’nın, dolayısıyla Cumhuriyet’in de ideologları arasında yer alır. Dindar kesimler, otoriteden gördükleri baskıların sadece laiklikten kaynaklandığını zannederler. Halbuki birçok baskı, Türkçü temellidir. Meselâ ezanın on sekiz yıl boyunca Türkçe okutulması, laik değil Türkçü bir uygulamadır. O uygulamayı tavsiye eden ise Türkçülüğün ideoloğu Ziya Gökalp’tır.
Model olarak alınan “ulus-devlet” Batı’da dini sosyo-politik alandan dışlamıştır. Dinin yerine ırk ve tek anadil öne çıkarılmış, sonuçta Avrupalılar birbirine düşmüştür. Aynı zihniyet, 19. ve 20. yüzyıllarda İslâm dünyasına da gelince Müslüman kavimlerdeki vahdet de bozulmuştur. Böylece İslâmdan önceki cahiliye döneminde kalan kavmiyetçilik, geri dönmüştür. Enteresandır ki, Avrupa’daki ve dünyadaki milliyetçi akımların kurucuları ve ilk destekçileri genellikle ya mason ya da Yahudi düşünürlerdir.

 
YAHUDİLER MİLLİYETÇİLİK AKIMLARINI DESTEKLEDİLER
 
Hitler tarafından kendilerine uygulanan zulme baktığımızda bunu böyle yorumlamak zor değil mi?
 
O zaman henüz Hitler katliâmı yaşanmamıştı. Hıristiyanlar arasında Hz. İsa’nın asılmasını isteyen halk olarak bilindiklerinden defalarca saldırılara maruz kalan Yahudiler, dindarlık yerine milliyetçiliği desteklemişlerdir. Bunun bir sebebi bahsettiğimiz Hıristiyan düşmanlığından kurtulmak, diğeri ise başka kavimler milliyetçilikle dinden uzaklaşırken, Yahudiliğin ırk esaslı olmasından dolayı kendi dinleri ile milliyetçiliklerini zaten birlikte sürdürmeleridir. Böylece çok değişik bölgelere yayılmış olan Yahudiler, bulundukları coğrafyadaki büyük dinî beraberlik bozulurken, kendi çocuklarının millî-dinî birliklerine bağlı kalmalarını sağlamışlardır. Ancak Hıristiyanlar ve Müslümanlar için aynı şey geçerli değildir. Onlarda milliyetçilik, dindarlık zayıfladıkça gelişmiştir. Nitekim millet teorileri ile ilgilenen Batılı düşünürlerden Benedict Anderson, milliyetçiliğin, Avrupa’daki dinî düşüncelerin günbatımında doğduğunu söyler. Bizdeki Batı tipi Türkçülük ise gelişebilmek için İslâmı tamamen yok etmekten etnik bir hüviyete büründürmeye kadar değişik yollar izlemiştir. Etnikleştirme, ideolojinin sistemleştiricisi Ziya Gökalp’ta açıkça görülür. Maksat, Müslüman kavimler arasında çoğu uydurma olan farklılıkları göstermektir.
 
ZİYA GÖKALP’İN İLHAM KAYNAKLARI YAHUDİ DÜŞÜNÜRLER
 
3- Ziya Gökalp Türkçü ideolojisini nasıl inşa etti?
 
Gökalp, daha Diyarbakır’daki lise yıllarında, Osmanlı vatandaşı bir ateist Rum olan Felsefe öğretmeni Yorgi’den, “Türk sosyolojisi” kurmak tenbihini alır. Gökalp o tenbihi, “Hocamın vasiyeti” diye tanıtır. Daha sonraları Macaristanlı Yahudi Armenius Vambery, Fransalı Yahudi Leon Cahun, İngiltereli Yahudi Arthur Lumley Davids de Türkçülüğe zemin oluşturan kitaplarıyla Gökalp’ın bilgi ve ilham kaynakları olmuştur. Türkçülüğün önemli isimlerinden Nihal Atsız, bu hakikati başka şekle büründürerek açıklar; bazı Yahudilerin Türkçülük yapmasının, Gökalp’tan etkilenmek olduğunu iddia eder. Oysaki ismini verdiklerimizden Vambery’nin, dört yıl İstanbul’da “Reşat Efendi” sahte ismiyle kalmasının ve Orta Asya’da seyahat yapmasının ardından yazdığı kitap, 1864 tarihlidir. Yani Ziya Gökalp’ın doğum yılı olan 1876’dan on iki yıl öncedir. Vambery, birçoklarınca “en büyük Türkolog” kabul edilmektedir. Leon Cahun’dan yararlandığını da bizzat Gökalp söylemektedir. Bizim için önemli olan Yahudi olup olmamaları da değildir. Yabancı olmaları kâfidir. Görüldüğü gibi milliyetçi ideoloji, bütün diğer ideolojiler gibi Batı’da doğmuştur. Bu itibarla gayri millî ve gayri İslâmîdir.
 
İSLÂM DÜNYASI ARAPÇA, FARSÇA VE TÜRKÇE KONUŞTU
 
Osmanlı döneminde Müslümanların geneline Türk dendiği doğru mu?
 
Türk ismi, tesbit edildiği ilk tarihten beri hiçbir zaman tek ırk ve tek anadilli bir toplumun adı olmamıştır. Önceleri tek töre ve farklı anadillere rağmen tek ortak dilli sosyo-politik yapılanmadaki kavimlere; daha sonra ise tek din olarak İslâm′a inanan ve yine farklı dillere rağmen tek ortak dile dayanan sosyo-politik yapılanmadaki kavimlere denmiştir. O süreçte İslâm Dünyası’nda üç dil merkezileşmişti: Arapça, Farsça ve Türkçe. Bu üç dil, literatürde “elsine-i selase” diye adlandırılır. Maveraünnehir’e gelişten itibaren Türkçenin merkezileştiği sosyal alanda önce Kürtçe ve Kafkas dilleri vardı. Daha sonraki yıllarda Osmanlı’nın Avrupa’ya geçmesiyle Arnavutça, Boşnakça ve Pomakça da bu alana dahil olmuştur. Esasta “Türk” diye bu kitleye deniyordu. 16. Yüzyılda Bitlis’te yaşamış bir Kürt Bey’i olan Şerefhan, Oğuz Han’ın Hz. Muhammed’e bir elçi heyeti gönderdiğini, o heyetin başında Buğduz isimli bir Kürt’ün olduğunu söyler. Yani Türk-Kürt gibi bir ayrım yoktu. Türk, İslâm ümmetinin bir şubesi olan bu milletin adıydı ve asırlarca süren beraberlikle dince olduğu gibi evlenmelerle soyca da birleşmiş olan kavimlerden oluşmuş, bugünkü sosyal yapımıza deniyordu. Orta Asyalı malûm kavimlerle birlikte Abhaz, Boşnak, Çeçen, Çerkez, Kürt, Laz, Pomak, Tatar gibi Müslüman kavimler, bu millete mensuptu. 2003 yılından beri bu hakikati anlatmaya çalışıyorum. Aynı hakikati, dünyaca ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Kemal Karpat da 2009 yılında katıldığı bir televizyon programında söylemiştir. Müslümanlar kendi aralarında Araplara Türk demiyordu. Onlara “Arap” diyor ve çok sevdikleri kardeşleri olarak “Kavm-i Necip” diye değerlendiriyorlardı. Batı’da ise pratik olarak bütün Müslümanlara Türk deniliyordu. Bernard Lewis de eskiden Fas ve Cezayir’deki Müslümanlara bile Türk denildiğini söyler. Türkçü ideoloji, o birliği bozdu.
 
 
“ARAPLAR BİZİ ARKADAN VURDU” GENELLEMESİ YANLIŞTIR
 
İttihat Terakkicilerin Arapların Türkleri arkadan vurduğu söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
O söylemi, bazı milliyetçiler hâlâ kullanmaktadırlar. Bütünüyle Arapların Osmanlı’ya cephe aldığı bir olay yoktur. Aksine Araplar, Müslüman Türk kardeşlerine sahip çıkmış, Anadolu fethedilmeden önce, birçok Türk’ü Arap şehirlerinde iskân etmişlerdir. Osmanlı’ya da sonuna kadar bağlı kalmış ve Birinci Dünya Savaşı’nda da işgalcilere karşı çoğunlukla Türklerle birlikte savaşmışlardır. Türkçülerin “arkadan vurdular” diye bütün Araplara isnat ettikleri olay ise, Mekke’nin yani bir şehrin Emiri olan Şerif Hüseyin’in isyanıdır. O zamanlar, Orta Anadolu ve Rumeli’deki bazı şehirlerimizde de devletimize isyan edenler, askerlerimizle çatışanlar olmuştur. Genelleme yaparak, “Türkler, askerimizi arkadan vurdu” demek doğru olur mu? Kaldı ki, Şerif Hüseyin’in isyanında, bölgedeki birçok Arap kabilesi ona karşı savaşmıştır.
 
Aslında o isyan, laik ve Türkçü İttihat ve Terakki’nin tahrikleri ile çıkmıştır.
Ne tür bir tahrik sözkonusuydu?
İttihat Terakki iktidarından önceki dönemde Osmanlı, çıkardığı dinî nitelikli olmayan kanunları Haremeyn’de (Mekke-Medine) uygulamıyor, orada sadece ve sadece İslâmî hükümleri geçerli tutuyordu. II. Meşrûtiyet dönemindeki İttihat ve Terakki iktidarı, Kanuni Esasi’yi bütünüyle Hicaz’da da uygulaması için Şerif Hüseyin’e baskı yaptı. Şerif’in isyanı o sebeple başladı. Tabi o isyan sırasında Osmanlı askerine karşı Şerif’in de bir Müslüman’a yakışmayacak şekilde İngilizlerle işbirliği ve askerlerimize karşı acımasızlıkları olmuştur. Ama hakikat şu ki, gösterdiği temel gerekçe, kavmî değil İslâmî mahiyeteydi. Bu yönüyle isyan, İttihat ve Terakki’nin aşırı laikliğine tepkidir.
İttihat-Terakki’nin İdeolojik Türkçülüğü ise, daha geniş Arap kitlelerde ayrılıkçı Arap milliyetçiliğinin yerleşmesine sebep olmuştur. “Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü”, “Şam’dan çıktığım akşama dedim, Şam-ı Şerif” gibi Türkçü sözler, Osmanlı ordusunda işgalcilerle savaşmış olan bazı Arap subayları bile isyancılara katılmaya sevk etmiştir. O Arap subayların içinde laik eğilimliler de vardır.
 
 
ZİYA GÖKALP TÜRKÇE EZAN FİKRİNİ SAVUNAN BİR İDEOLOGTUR
 
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkçülük nasıl bir seyir izliyor?
 
Ziya Gökalp, Malta Sürgünü’nden geldikten sonra Enver ve Talat Paşayı övmekten vazgeçip M. Kemal’i övmeye başlıyor. Bizim dindar camia içindeki bazı akademisyenler bile Gökalp’ın kitaplarını okumadan, sadece “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” kitabının ismine bakıp onun dindar olduğunu sanıyorlar. Hâlbuki Gökalp, eserlerinde İslâmiyeti över gibi ifadeler kullanmakta fakat sosyal hayattan dışlayacak türden mesajlar vermiştir. Hiçbir milletin diğer milletlerin dinî duygularını taklit edemeyeceğini söylerken, iftihar eden bir üslûpla Türklerin İslâm′ı hiçbir zaman zahidane (takvalı) yaşamadığını iddia eder. Hâlbuki her millette takvalı da günahkâr da insanlar vardır. Yine Gökalp, İslâmî kaidelerin itikat ve ibadet alanında kalmasını, günlük sosyal hayatta, yani muamelatta ise tamamen örfün geçerli olmasını ister. Fakat “Türkçe ezan” tavsiyesinde görüldüğü gibi ibadet alanına da müdahale eder. O zamanki Türkçüler, İslâmiyet’i kâh övüyor kâh baltalıyorlardı.
 
NİHAL ATSIZ PEYGAMBERİMİZİ (ASM) DİN UYDURMAKLA SUÇLADI
 
Neden fikirlerini açıkça söylemediler?
 
O günkü dindar topluma açıktan bunları söylemek mümkün değildi. Bunun yerine hoşgörü kılıfı altında topluma “Türk Müslümanlığı” aşılanmaya çalışıldı. Türkçülüğün zirve isimlerinden Nihal Atsız, 40’lı yıllarda daha cüretkâr olabilmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed ’in (asm) Arapların ahlâksızlığını önlemek için düşünüp taşınıp, sonunda çare olarak bu dini uydurduğunu ileri sürmüştür. Atsız, İslâmiyetin artık Türklerin millî dini olduğunu kabullenmiş, onu yok etmek için baskı uygulanmasını yerinde bulmamıştır. Buna karşılık felsefe tahsilinde ilerleyen çoğaldıkça İslâm′ın gerçekte bir din olmadığının ortaya çıkacağını iddia etmiştir.
 
İNKİLÂPLAR İLERİ TÜRKÇÜ GRUBUN ESERİ
 
M. Kemal’in Türkçü harekete bakışı nasıldı?
 
En yakınındaki isimlerden Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün o zamana kadar sosyal konularla pek ilgilenmediğini, onları sohbetlerde kendilerinden öğrendiğini, inkılâpların da o sohbetlerde kararlaştırıldığını söylemektedir. Atay, kendisinin de dâhil olduğu “İleri Türkçü” dediği o gruptaki şahıslardan isimler sayarak, kimin hangi inkılâbı tavsiye ettiğini söyler. Ziya Gökalp o sıralar Ankara’da değildir, ama Atay onun için, “Diyarbakır’dan yazılarıyla adeta bizi yönlendiriyordu,” der. Demek ki Atatürk oluşturduğu bir bilim heyeti ile çalışmıştır. Dil Encümeni’nden Ahmet Cevat Emre de Atatürk’ün, “Ben bir kumandan olarak ordulara emir veririm, ama bilhassa içtimaî ilimlerde âlimlerin sözlerini dinlerim. Bana siz içtimaî ilmin güzel istikametlerini gösterin, ben onları izleyeyim” dediğini söyler. Tabiî ben bunları naklederken, Atatürk’ün inkılâplarda payı yoktur, demek istemiyorum. O heyeti kuran ve kararlarını uygulayan kendisidir. Demek istediğim, bütünüyle inkılâplar tek kişinin değil, Falih Rıfkı Atay’ın tanıtımıyla “İleri Türkçü” bir kadronun eseridir.
 
BİZE AYDIN, HALKA SOFTA
 
Cumhuriyet döneminin İlahiyat Fakültelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
 
Şimdiki İlahiyat fakülteleri için bir şikâyetim yok. Ama Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde bütün ilahiyat fakülteleri kapatılmıştı. Tek kalan İstanbul’daki İlahiyat’ın çok az sayıda öğrencisi vardı. İstanbul İlahiyat Fakültesi’nin Dekanı Şemsettin Sami Günaltay, Fıkıh dersini okutmuyordu. Bu durumu, muamelat âyetlerinin hepsi nesh edilmiştir yani kaldırılmıştır, diye açıklıyor. Atay’ın Günaltay’la ilgili tesbiti de ilgi çekicidir: “Sami bizimle konuşurken son derece aydın, halkla konuşurken ise tam bir softa.” Bu fakülte bünyesinde dinde reform maksatlı bir komite de kurulmuştur. Camilere ayakkabı ile girilip sıralarda oturulması ve müzik eşliğinde ibadet edilmesi gibi reformlar tasarlayan o komitenin başında, Türkçülüğün önemli isimlerinden Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü bulunmuştur.
 
CHP, KAMALİZM DİNİNİ KURDU
 
Kemalizm’in İslâmın yerine dünyevî bir din olarak düşünüldüğü doğru mu?
 
Bazı çevrelerde öyle bir teşebbüs görüyoruz. 1936’da yani Atatürk hayattayken Edirne Milletvekili Şeref Aykut, “Kamalizm” diye bir kitap yazıyor. Arapça olan Kemal, Kamal haline getiriliyor. Biliyorsunuz Atatürk tarafından Mustafa ismi de çok kullanılmıyor zaten. İmzasını K. Atatürk diye atıyor. Aykut Kamalizm’i, bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir “yaşam dini” diye tanıtıyor. Türk milletinin Müslüman dönemini ise “kara gün” sayıyor. Kamalizm’in ulusal ve kurtarıcı din olması gerektiğini CHP’nin de bunu amaçlamış ve hazırlamış olduğunu anlatıyor.
Bazı Kemalistlerin katı tutumunu anlamaya yardımcı olacak bir şey…
2005 yılında CHP Kadın Kolları, Parti’nin o zamanki genel başkanı Deniz Baykal’ın önsözüyle “Cumhuriyet’i Kuşatanlar” isminde bir kitapçık bastı. Kitapçıkta 1946’daki demokrasiye geçisin dış dünyanın baskısıyla gerçekleştiği belirtiliyor, “Devrimler karşısında direnen gerici zihniyet hâlen mevzideyken” demokratikleşmeyi kabullenmek zorunda kalmaktan yakınılıyor.
 
TÜRK-İSLÂM SENTEZİ MİLLETİ ÜMMETTEN AYIRMA HAREKETİDİR
 
Bugüne gelirsek Türk-İslâm sentezini nasıl okumak lâzım. Bu yapı içinde dindar insanların yer alması tezat mı?
 
Türk-İslâm sentezi de milleti ümmetten ayırma, dini etnikleştirme hareketidir. 1970’li yıllarda komünizme karşı birçok insan birlikte hareket etmeye başlamıştı. Dindar ailelerden gelen gençler, ülkücü hareket içindeki Atsızcı fikirlerden rahatsız oluyorlardı. Dindarların “Ecmainci” ve “Yeşil Komünist” denerek aşağılanması onları incitiyordu. Hareket bölünme ve dağılma aşamasına gelebilirdi. Belki de o sebeple Aydınlar Ocağı, İbrahim Kafesoğlu’na Türk-İslâm sentezi üzerine bir kitap yazdırıp hareketi İslâmileştirmeye çalıştı. Prof. Dr. Kafesoğlu, 1977 yılında yazdığı “Türk Millî Kültürü” isimli kitabında “Türk düşüncesi peygamberliğe ve mu′cizelere inanan Sami düşüncesinden kaynak alan İslâm düşüncesinden ziyade, Yunan düşüncesine daha yakındır… Türk Farabi ve Türk kültür çevresinden yetişmiş İbn-i Sina, Aristo ve Platon’un felsefesini geliştirdiler, ama İmam Gazali bu muhteşem hareketin önünü kesti” kabilinden ifadeler kullanmıştı. O ifadelerdeki peygamberliği ve mu′cizeleri Sami düşüncesi diye tanıtıp Türk düşüncesine pek uymadığı şeklindeki açıklamalarına dikkat edilmelidir. Aynı Kafesoğlu, 1980’li yıllarda yazdığı “Türk-İslâm Sentezi” isimli kitapta ise peygamberlik ve mu′cizelere inanmayan türden ifadelere yer vermemiş, ancak Gazali’nin felsefeyi önlemesinden yine yakınmıştır.
 
Türk-İslâm sentezinin İslâm algısı nasıl?
 
En fazla İslâmîleşmiş hâliyle bile İslâma etnik açıdan yani kavmiyetçi açıdan bakmak. “Türk Müslümanlığı” tabiri önemli bir ayrılıkçılık olarak kendini gösteriyor. İtikadî mezheplerden Sünnîliğin bir şubesi olan Maturidîlik, kurucusunun Türk olması gerekçe gösterilerek bazılarınca Türk Müslümanlığı diye zikrediliyor. O durumda “Türkler akla önem verirler” denilerek diğer mezhep mensuplarına üstünlük taslanıyor. Hâlbuki İslâm âlimlerinden Ömer Nasuhi Bilmen, Sünnîliğin Eş’arî kolu ile Maturidî kolu arasında önemli bir fark olmadığını söyler. Zaten benzer olmasalardı ikisi birlikte “Sünnîlik” adıyla tek mezhep olmazlardı. Bazılarınca Alevilik, Türk Müslümanlığı diye gösterilmekte, hatta Türklerin Yavuz Sultan Selim tarafından zorla Sünnîleştirildiği ileri sürülmektedir. Hâlbuki Yavuz’dan önce de Osmanlı’da da Selçuklu’da da Türklerin çoğu Sünnî’ydi. Orta Asya’daki Türklerin de çoğu Sünnî.
 
Tasavvuf alanına Türkçülerin bakışı nasıl?
 
Tasavvuf alanında ise, büyük pir Ahmet Yesevî Hazretleri Türk olduğu için Yesevilik, Türk Müslümanlığı diye tanıtılmaktadır. Hz. Mevlânâ ve Hz. Hacı Bektaş da Türk oldukları için benimseniyorlar. Bu alandaki övünme ise “hoş görülü olmak” şeklinde. Hâlbuki o zatlardan hiçbiri günahı hoş görmemiştir. Onların bahsettiği şey, İslâm′ın sürekli açık olan tövbe kapısıdır. Yani sözleri istismar edilmektedir. Halvetîlik de kurucusu Türk olan bir tarikattır, ama ona ilgi göstermezler, çünkü ona özel bir yakıştırma yapamazlar. Diğer yandan, bütün Türk dünyasına baktığımızda Nakşîlik, Kadirîlik, Rufaîlik gibi kurucusu Türk olmayan tarikatların daha yaygın olduğunu görürüz. Mademki Türk Müslümanlığı diye kavmimize uygun bir tarikat vardı, o Türkler niye uymadılar?
Hakikatte Alevîlik, Sünnîlik, Şiîlik mezhepleri, Türklerde de Araplarda da diğer Müslüman kavimlerde de görülmektedir. Tarikatlarda da durum aynıdır. İster şer’i, ister tasavvufî alanda olsun hiçbir İslâmî ekol, kavmî nitelikte değildir. Türkçülük, bölücülüğü yasaklamış olan İslâmiyet’i bile etnik bölücü mantıkla ele almıştır.
 
TÜRK MİLLİYETÇİLERİ TÜRK MİLLETİNİ İSİMSİZ BIRAKTI
 
-Bütün çeşitleriyle milliyetçiliğin, dinî birliğimize zarar verdiğini mi söylüyorsunuz?
 
Cahiliye dönemindeki kavmiyetçiliğin on dokuzuncu asırda Batı’da hortlatılmış şekli olan ideolojik milliyetçilikten bahsediyorum. Sanki ondan önce vatanımızı, milletimizi sevmiyor muyduk? Tam tersine bütün farklılıklarımızla birbirimizi kabullenerek seviyorduk. O farklılıklarımızla tek millet şuuru taşıyorduk. Milletimize de çoğu zaman hemen hemen eşanlamlı olmak üzere Osmanlı da Türk de denilebiliyordu. Onunla anlaşılan anadilleri farklı, fakat ortak dilleri tek olan büyük bir Müslüman topluluktu. Daha önce de dediğim gibi içeride de dışarıda da kimsenin buna bir itirazı yoktu. Şimdi öyle mi? Bu millete Osmanlı da desek, Türk de desek, Türkiyeli de desek itirazlar oluyor? Türkçüler, Türk milletini isimsiz bıraktılar.

H.Hüseyin Kemal
Okunma Sayısı: 5943
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Selim Çoraklı

    21.5.2012 00:00:00

    Hüseyin Dayı abiyi tebrik ederim. çok güzel tespitleri var. milliyetçiliğin frenk illeti olduğunu Bediüzzaman yıllar önce belirtmişti. bu hastalığın çilesini hala çekiyoruz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı