"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

IŞİD terörünün din ile alâkası yok

28 Kasım 2015, Cumartesi
Terör olaylarında kullanılan gençlerin din ile ilişkilerinin problemli olduğuna dikkati çeken Şükrü Bulut, “Bu da gösteriyor ki IŞİD ve terörünün din ile alakası yok” dedi.

Her ne kadar IŞİD’in arkasında terörü finanse eden ülkeler olsa da sonuçta cennete gireceğine inanan ve cihad yaptığını düşünen burada kendini öldüren insanlar var. Terörün arkasındaki güçler bir yana, sosyolojik olarak böyle bir problem olduğu da ortada. İnsanlar cennete gideceğini düşünerek kendilerini patlatabiliyorlar. IŞİD’e karşı aslında nasıl mücadele edilmeli? Müslümanlara büyük bir vazife düşüyor, her halde.  

Şimdi, bu Abdusselam Salah diye bahsedilen genç Brüksel’de bar işletiyormuş. Paris’teki otel odasında uyuşturucu kullandığına dair, izler var geride. Terör olaylarında kullanılan gençlerin çoğunun din ile imanla alâkası olmayan insanlar. Boko Haram’ın liderlerinden bir tanesi namaz kılmayı bilmiyor, Kur’ân okumayı bilmiyor. Bu da gösteriyor ki, IŞİD ve terörünün dinle hiçbir alâkası yok. Ama bu örgütün gençleri kullanmasına engel olunabilir. Bu örgüte katılanlar arasında maceraperest gençler olduğu gibi, dinî eğitim olarak yetersiz olanlar da var, hapishanelerde kriminile edilmiş, itilmiş, kakılmış olan gençler de var. Bu gençler üzerinde, benim kanaatimce, Avrupa’daki hapishanelerde bir çalışma yapıldı. Oradaki bazı istihbarat elemanlarının o gençlerin üzerinde menfîce çalıştıklarından, o gençler belli bir kıvama geldikten sonra serbest bıraktırıp Suriye’ye yönlendirdiklerinden de bahsetme imkânımız var. Bu arada, “derin devlet” dedik ya, Fransa’da bu olay Cuma günü meydana geliyor. Olaydan iki gün önce, Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan gece, Henric Fredou isminde bir komiser, o işi, yani bu olayı bilen, bu olayı engellemesi gereken komiser intihar ediyor. Yani, nasıl oluyor? Komiser için “psikolojik problemleri varmış da intihar etmiş” deniyor. Ve ondan önce o göreve getirilen başka bir komiser de yine intihar etmiş. Yani derin devletle yüzleşen komiserlerin durumu, bana birazcık da Victor Hugo’nun Sefiller romanındaki Javel’i hatırlatıyor. Biliyorsunuz, o komiser de Jan Valijan’ın peşinde koşturuyor, ama neticede intihar ediyordu. Bu intiharlara biraz da tarihî doku süsü mü veriliyor, bilemiyorum. 

Bizim şu anda Avrupa’da korktuğumuz bir mesele var. Müslümanların terörize edilmesi… Gençliğin terörize edilmesi… Yani, baskı kurularak, ötekileştirerek gençlerin isyankâr hale getirilmesinden korkuyoruz. Çünkü eğer istihbarat teşkilâtları üzerlerine böyle yoğun bir şekilde çalışıp devlet de onlara şüpheli gözle bakarsa, gençler rahatsız olacak ve toplumun dışına kaçacaklar. Bu itilme onlarda bir isyan, bir karşı koyma refleksi meydana getirebilir, bundan korkuyoruz. İkincisi de, Fransa’daki Müslümanlar zaten Fransa’nın katı tutumuna alışık. Amerika ve Almanya, Fransa’ya bu konuda biraz tavsiyede de bulundu. Müslümanlara biraz daha iyi davranmasını tavsiye etti. Meselâ Almanya’da böyle bir olay yok. Türk toplumu daha çok Türkiye’den giden Müslümanlar… Almanya’daki Müslümanların bu meseleden fazla etkileneceğini tahmin etmiyorum.

Elbette ki biz Müslümanlara düşen büyük vazifeler de var, bu hususta.. Teknolojinin çoğunlukla dinsizlik ve imansızlığın hizmetinde kullanıldığı bir dünyada, bütün Müslümanlara ve bilhassa dine hizmet iddiasındaki sivil-toplum gruplarına, dini cemaatlere büyük görevler düşüyor. Kalp âleminde oluşmuş büyük boşluk ve uçurumu kapatmak gayretiyle bu vahşi tuzağa düşmüş gençlerimiz de var.. Bu hususta Türkiye, Suudi, Mısır ve Fas gibi İslâm devletleri, AB ile sıkı çalışma içine girmelidirler, diye düşünüyorum.

Avrupa’daki Müslümanların, Avrupalıların İslâm’ı yanlış tanımasında bir etkisi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Biraz daha geriye gidelim isterseniz. Robert Peri’nin bir tesbiti var. Robert Peri diyor ki: Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan bilinçli bir şekilde Selefîleri destekliyor. Yani o fikre yakın olan Ehl-i Sünnet Cemaati güya Şia’ya karşı kullanmak için destekliyor. Bu desteğin bizim bildiğimiz Türkiye’den, bizim bildiğimiz Arabistan’dan olduğuna inanmıyorum. Arkasında başka derin güçler var, kanaatindeyim. Daha önceki yazılarımızda beyan etmiştik. Almanya’daki Selefîlerle istihbaratların araları o kadar iyi ki. Onların camilerinin kiralarını veren birileri var. Yani onları toplayan ve organize eden birileri var. Müslüman olmadıkları halde, onların kıyafetlerine bürünmüş ve onlardan görünenlerin varlığını herkes biliyor. Kuzey Irak’ta ve Suriye PKK’sının saflarındaki Avrupalılar gibi. Zaten bu işin içerisine istihbaratlar, anarşi ve terör girdiği zaman, onlarla yakınlaşma imkânı bulamıyorsunuz. Bir gizli el sizi onlardan ne yapıyor, uzaklaştırıyor. Ama doğru İslâmiyet noktasında; Avrupa Nur Cemaati gibi bir çok Ehl-i Sünnet Cemaat bu çalışmaları yapıyorlar. Alman devleti yetkililerinin de bunu anlamış olduklarını düşünüyorum. Bize göre bu Selefî grubu organize eden, öne çıkartan Amerika’daki Neoconlardır. Yeni muhafazakârlardır. Bu çokça gündeme gelecektir. Yani neden bunları organize ediyor? Bu, Türkiye için de büyük bir tehlikedir. Yani şu anda Türkiye’de de teröre müsait, manevî dünyası bomboş, sosyal medyaca maceraperest yetiştirilmiş, yanlış yola sevk edilmeye hazır bir genç nesil var. Burada hiç kimsenin bir şey yapmadığı anlamı çıkartılmamalı. Dünyevîleşen dinî cemaatlerin, gençler üzerindeki tesirinin nasıl kırıldığı da ayrı bir hikâye… Bu noktada, özellikle TC hükümetinin daha dikkatli davranması gerektiği kanaatindeyim. Zaman zaman Almanya’ya gelerek, Türk işçilerini organize ederek çeşitli dernekler şemsiyesi altında politik maksatlı faaliyetlerle bu gençleri çeşitli şekillerde organize etmesi, Almanya kamuoyunun hoşuna gitmiyor. Yani kendi zemininde başkalarının tesirini istemiyor Avrupalılar.. Türkiye’deki lokal ve genel siyasetin Avrupa sokaklarına taşınması, temel hak ve hürriyetlerimize uzun sürede zarar getireceğini de bu vesile ile söylemiş olalım. Avrupalılar bunu da bahane ederek global terör üzerinden bize sıkıntı verebilirler... Bu Neocon meselesi Türkiye’de pek iyi anlaşılmıyor. Türkiye’de Neocon ya da yeni muhafazakâr tabirinden ziyade, belki Troçkist kelimesi daha fazla öne çıkarılması lâzım. Yani Allah’ı inkâr eden, barışa karşı olan, demokrasiye de dolaylı olarak karşı olan global bir hareket var, dünyamızda… Bu hareketlerin şu andaki üssü Amerika biliniyor. Yani 11 Eylül’ün organizesine büyük katkısı olan Amerikan yüzyılı, 20. yy enstitüleri gibi global enstitüler. Bu işi orada pişirdiler. Ve yine de hareket halindeler. Obama üzerinde etki meydana getirmeye çalışıyorlar. Meselâ onların içerisinde William Christol diye birisi var. Bir de Time Magazine’de yazan Jerry Handrics gibi adamlar mümkün olduğu kadar bir baskı aracı bulmaya çalışarak Obama’yı bir kara harekâtına, Suriye’de bir savaşa itmek istiyorlar. Bu önemli noktayı nazardan kaçırmamak lâzım.

Bu saldırı Avrupa’nın Müslümanlara bakış açısını olumsuz etkiledi. Bu durum Üstadın müjdesini verdiği “Avrupa İslâm’a hamiledir” müjdesini tehir etmiş olabilir mi?

Şimdi, 11 Eylül’deki saldırı nasıl ki Kur’ân-ı Kerîm’i ve Peygamber Efendimiz (asm) aleyhindeki karikatürler, Peygamber Efendimizin (asm) hayatını nasıl gündeme getirtip Avrupa ve Amerika’da İslâm’a ilgiyi nasıl arttırdıysa, kanaatimizce artık bu olaylar İslâmiyet’e olan ilgiyi arttıracaktır. Aksülamel yaptıracak Batı toplumuna... Alman toplumu, Fransız ve doğrusu Avrupa bizim gibi değil, okuyor ve dikkat ediyor. Belki son zamanlarda digital medya biraz daha menfî etkilemiş olabilir, ama genellikle okuyor. Bu  hadiseden sonra biraz daha araştırma yapacaklar. Yani zaten Avrupa devletlerinin ileri gelenleri, sözcüleri; IŞİD meselesini İslâm’dan tamamen  ayırdılar. Mesele Neoconların Müslüman çocuklarını terör için nasıl devşirdikleri hususunun anlaşılmasına kaldı. Alkolik, uyuşturucuya müptelâ, gençliğin tuğyanıyla hapishanelere düşmüş ve bu belâlardan kendilerince çıkış ararlarken yakalanmış ve terörize edilmiş gençliğin mahiyeti yavaş yavaş ortaya çıkıyor Avrupa’da.. Yani IŞİD tiyatrosunun mahiyeti hakperest yazarlarca çoktan medyaya servis edilmeye başlandı. II. Avrupa’nın terör ile başladığı yoldan, maksadının aksiyle  yakında döneceğini birlikte göreceğiz. Hür ve insaniyetperver Avrupa, bunca hipnoza müsaade etmez kanaatindeyiz.

Neoconlar için çalışan gazetecilerin ısrarla Avrupa’da  dillendirdikleri bir fikir var. “İslâmiyet ile demokrasinin bir paydada birleşemeyeceği” safsatasını bu cinayetlerden sonra yoğunca propaganda ediyorlar. Dinsiz ve hedonist yazar ve siyasetçilerle İslâmiyet’i bu kıt’adan çıkarabilecekleri hayallerini yaşayan çok çok küçük bir azınlık olabilir. Devlet idarecilerinin beyanlarına, ilim adamlarına, kilise temsilcilerine ve müdakkik yazarlara kulak verdiğimizde, İslâmiyet’in otuz milyonu aşkın bir nüfusla Avrupa ile mezc olduğunu anlayacaklardır. İslâmiyet Fransa’da da kökleşmiş bulunmakta. Cezayirlilerin bu noktada büyük etkisi var. Almanya’da Türkler. Belçika ve Hollanda’da Faslılarla. İngiltere’de Pakistanlılarla, Hint’ten gelen Müslümanlarla. İspanya’da yine Fas’tan gelen Müslümanlarla tam kökleşmiş durumda. Yani İslâmiyet’i Avrupa’dan çıkartmak mümkün değil. Bilâkis  insanî değerlerle İslâmî değerlerin nasıl kucaklaşabileceğine her gün binlerce örnek yaşanıyor Batı’da. Bu da; II. Avrupa’nın elindeki sermaye ile, medya ile ve organize ettiği terör ile Avrupalıların üzerine boca ettiği korku, vehim ve önyargıları inşallah zamanla temizleyecektir. Türkiye’miz, AB’ye şimdiye kadar girmiş olsaydı veya en azından insanî reformları yapabilmiş olsaydı, Neoconlar bu denli şirretlik gösteremezlerdi diye düşünüyorum. 

Yukarıda tiyatro ve senaryolardan bahsettiniz. Lokal ve global ölçeklerde bu hususu açar mısınız?

Sohbete başladığımız noktaya tekrar dönebiliriz. IŞİD’e mâl edilen saldırıda neler olmuş? Le Bataclan denilen meşhur tarihî konser salonundan başlayarak 6 noktaya saldırı düzenlenmiş. Fransa-Almanya takımlarının dostluk maçı yaptıkları stadın önünde, kafelerde, restoranlarda ve çevrede tedhiş olmuş. Sonra meşhur bir konser salonu var. Burası önemli. Bu konser salonu 19. y.y.’dan kalma ve Yahudi asıllı işletenler… Hep Yahudiler için bir merkez olmuş. Anti semitist dediğimiz Yahudi düşmanlarının da bir protesto noktası olmuş. Buradaki katliâma da güya Yahudi karşıtı mânâ verilmek istenmiş v.s. Fakat burada ölenler Yahudi değil, Fransız. Buradaki olayın da tamamen bir tezgâh olduğunu senaryoya dikkatlice baktığınızda anlıyorsunuz. Fransa İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve de bu meselelerde bazı şeyleri sessizce söylüyor. Ellerinden geldiği kadar bu zamana kadar her türlü tedbiri almış olduklarını ve teröristlerin bu kadar tedbiri aşarak, nasıl böyle bir eylemi gerçekleştirdiklerini hâlâ anlayamadıklarını söylüyor. Paul Schyener’in TELEPOLİS isimli internet sayfasındaki yazısında bakanın basiretini açacak güzel bilgiler var. 11 Eylül, 2004 Madrid tren garı, 2005 Londra metrosu, 2011 Oslo Breijvik ve Boston Maratonu ile Paris tedhişi arasındaki ince alâka ve örgüyü güzelce izah ediyor. Yazara göre bütün bu terör olaylarının hemen öncesinde söz konusu mahallerde güvenlik güçlerinin idaresinde aynı olayın tatbikatlarının yapıldığını ortaya koyuyor… İstihbaratlarla terör grupları arasındaki irtibatlara da değiniyor. (Geniş bilgi için bk. Doğu veya Batı, Yeni Asya, 20 Kasım 2015)

Tabiî, yukarıda da arz ettiğimiz gibi, meselenin arkası yine Suriye’ye dayanıyor. 2013 yılında Amerika kesin olarak müdahale kararı almıştı. Obama hükümetine baskı yapan gruplar sarin gazını sebep gösteriyorlardı. Şam’ın dışındaki bir yerde sarin gazı kullanılmıştı. Çok insan ölmüştü. Beşşar’ın bu katliâmı yaptığını iddia ettiler. Bu iddia ile Suriye işgal edilip, Beşşar devreden çıkarılacak ve BOP haritası realize edilecekti. Rusya devreye girerek sarin gazının örneklerini Londra ve Moskova’da laboratuvarlarda incelettirdi. Bu gaz kesinlikle Beşşar’a değil, Özgür Suriye Ordusu denilen muhaliflere aitti. Bunun üzerine Obama, harekât kararını kaldırdı. IŞİD perdesi altında Neoconların terbiye sopaları da görünüyor azıcık; Paris, Brüksel ve diğer AB başşehirlerinde… Biraz da “Neden siz bu meselede baskı unsuru olamadınız?” diye vuruyor Paris gibi merkezleri terör. Burada eğer Putin ile Obama’nın dostlukları olmasaydı, ciddî işbirlikleri olmasaydı kara harekâtı mutlaka gerçekleşecekti diyebiliriz. Yani kara harekâtı Büyük Ortadoğu çerçevesinde, Arap Baharı çerçevesinde yapılacak ve son anda mesele oldu bittiye getirilecekti. Biliyorsunuz, Libya meselesinde NATO Libya’ya girdi. Aslında girme hakkı yok. Libya’yı bombaladı. Ondan sonra Kaddafi öldürüldü. Bunu Suriye’de de yapacaklardı. Kaddafi’ye yaptıklarını Beşşar Esad’a yapacaklardı. Obama, Antalya’da kesinlikle bu projeye “hayır” dedi. Etrafındaki danışmanlarla ikili görüşmeler ve Putin’in kararlı tutumu…  Ayrıca Putin’in elinde kuvvetli deliller var. Obama Putin’den aldığı delilleri çevresinde John McKeen’in adamları olan Neoconları püskürtebiliyor şimdilik... Böyle bir  askerî harekâtın, daha doğrusu  kara harekâtının mümkün olmadığını onlara anlatmış olmalı. Türkiye çok büyük bir beklenti içerisindeydi. Askerlerini hazırlamıştı. Bizimkiler için hayal kırıklığı oldu, diyebiliriz.

Türkiye’nin şu noktada da dış siyasetinde Neocon siyasetine bağlı olduğunu görüyoruz. “Kim size emir veriyor” diye sorulmaz mı? Emir verecek bir kaç yer var: Birisi AB, birisi Rusya’dır, birisi Çin’dir, birisi de Amerika’dır. Bunlar Amerika’daki Neoconlardan  işaret alıyorlar. Obama’dan sonraki en kuvvetli adaylardan biri Hillary Clinton bile artık açıklama yapıyor, Türkiye’ye  “IŞİD’e karşı yerini tesbit et” diyor. Demek ki Türkiye IŞİD’e karşı tavrını tam net belli etmemiş. IŞİD’e karşı Türkiye’nin tavrını netleştirememiş olmasının arkasında Amerika’daki Neoconlar var. Yoksa dinî argümanlar, hissî yakınlaşmalar, dinî yakınlaşmalar değil. Tamamen Neoconların baskısı var, mevcut hükümetin üstünde. Çünkü; yani yüzde yüz kara harekâtını bekliyoruz, güvenli bölge tezimiz masaya geldi, herkes bunu kabul edecek, diye iktidar basın yazdı. Hükümetin kontrolündeki gazeteler bunu yazdı. Televizyonlardaki analizciler hepsi bunu konuştuğu halde birdenbire bir şeyler ters gitti ve bu iddia ve istekler sanki ortadan kalkmış gibi görünüyor. Bu da gösteriyor, biz tamamıyla Neocon siyasetinin etki alanına girmiş bulunuyoruz. Neocon siyaset demek, yani muhafazakâr, Troçkist siyaset demek.  Eskiden Rusya’nın başına belâ olan komünizm, Doğu Avrupa’nın başına belâ olan komünizm, şu anda başka bir formatta Amerika’da, İngiltere’de, başka yerlerde ortaya çıkıyor ve İslâm dünyasını emniyetsizleştirmek istiyor. Şu mesajı veriyor İslâm dünyasına: “Bizden başka kimse o coğrafyalara ayak basmasın, gitmesin. Kim giderse onun hayatı tehlikededir.” Sömürge olarak, diyelim ki Hindistan ve Pakistan’ı emrinde tutuyordu ya İngiltere, başka birisi gittiğinde İngilizlerin adamları tarafından öldürülüyorlardı. “Sen buraya neden geldin, nasıl gelebilirsin, burası bize ait.” Sömürgelerini birer açık hapishane olarak kullanıyorlardı. Şimdi aynı mantıkla İslâm ülkelerini terörize ederek oraya başkaların girmesini istemiyorlar. Irak öyle, Yemen öyle, efendim Nijerya öyle, Mogadişu öyle.. Yani birçok ülke bu şekilde lanse edilmeye çalışılıyor. Kim diyebilir ki, Mali’deki vahşetten Fransa’nın haberi yok. Neoconlarla çalışan Fransızların bu tedhişin arkasında olduğuna çoğu araştırmacılar müttefik. Putin’in son çıkışıyla çoğu ülkelerin bir araya gelişi önemlidir. Çünkü tezleri ve delilleri çok sağlam.  Diyor ki, “Bu terör bize dönüyor. Buralarda savaşanlar, teröre bulaşmış insanlar, bizim topraklarımızdan buraya giden insanlardır.” Nereden bakarsanız 8000’e yakın insan, Rusya’dan buralara gidiyor. Fransa, Almanya, Belçika gibi yerlerdeki insanları sayarsanız… Demek ki Avrupa, Amerika da dahil tehlikeden uzak değiller. Öyleyse herkes el birliğiyle buradaki bu problemi çözmesi lâzım. 

Ümitli olmak

Bütün bu menfîlikler içerisinde biz olaya nasıl bakıyoruz derseniz... Biz olaya müsbet bakıyoruz. Çünkü şu yapılanmaların mahiyeti ortaya çıkmadan mesele anlaşılmayacaktı. Zamanımızda kamuoyunun hakim unsur olduğunu zihnimizden çıkarmamamız lâzım. Artık yavaş yavaş anlaşılma noktasına geldi. Şimdi Rusya’nın da dahil olmasıyla Amerika, Avrupa Birliği’nin, Arabistan, Mısır, Türkiye ve İran gibi ülkelerin ittifakıyla, mutlaka yakın bir zamanda bir barış konferansı düzenlenecektir. Bu konferansların düzenlenmesiyle buralara inşaallah demokrasi gelecek. Yıkılmış olan bu coğrafyayı tekrar inşa için Avrupa’nın mutlaka ön şartı  demokrasi olacaktır diye düşünüyorum. Avrupa kendi menfaatine olduğu için getirecektir. IŞİD’e taraftar olacak bir Avrupa ülkesi düşünebiliyor musunuz? Neoconlarca bu bölge bu şekilde devamlı istikrarsızlık içerisinde bırakılsın, tezini savunacak birilerinin olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Bizimkilerin ikide bir; “Biz buralara girmek istiyoruz, efendim şöyle yapmak istiyoruz” gibi absürd tezlerine Türkiye’den birilerinin destek olacağını düşünemiyoruz. 1955’te imzalanan Bağdat anlaşması veya CENTO anlaşmasına benzer bir anlaşmanın yakında yapılacağına dair içimizde bir ümit var. Eğer kıyamet kopmazsa… Bu Viyana’da mı olur, Bağdat’ta mı olur, Berlin’de mi olur bilemem, ama yakında bu ülkeler için konferans düzenlenecek ve herkes bu bölgedeki terörün bitmesi noktasında ittifak edecek. O zaman göreceksiniz ki terör grupları bir gece içinde, iki gece içinde pılı pırtısını toplayıp çekileceklerdir diye düşünüyorum. 

Röportaj: Mustafa Sait Önal - Mücahit Çakır

Etiketler: mustafa sait önal
Okunma Sayısı: 2911
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı