"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İzzetbegoviç İslâm dünyası için müstesna bir şahsiyettir

11 Şubat 2015, Çarşamba
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş: “Bosna’nın ve İzzetbegoviç’in mücadelesi İslâm dünyasının 20. Asır’da gururlanacağı bir mücadeledir. Müslüman liderlerden bir liste yapılsa Aliya İzzetbegoviç, en müstesna yerinde olacaktır, hiç şüphe etmiyorum.”

Türkiye’yi dünyanın birçok ülkesinde ve uluslar arası kuruluşlarında temsil eden akademisyen, siyasetçi ve uluslar arası bir kişilik olarak tanınan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Bosna savaşının öncesinde ve sonrasında yaşanan olaylar ile Bosna’nın “Bilge Kral” lâkaplı efsane lideri Aliya İzzetbegoviç ile olan hatıralarını bizlerle paylaştı.

 

Aliya İzzetbegoviç ile ilk münasebetiniz nasıl başladı? Savaş öncesinde ve sonrasında şahit olduklarınızı anlatabilir misiniz?

İkinci Dünya Harbi’nden sonra komünizm rejimi ve Tito’nun idaresi altında bulunan Bosnalı kardeşlerimiz istiklâllerini elde etmek, Müslümanca ve özgürce yaşamak istemişler, bunun öncüsü de bilge lider olarak bilinen Aliya İzzetbegoviç olmuştur. Aliya, bunları sağlamak için genç yaşlarında mücadeleye başlamıştır. İzzetbegoviç’in bu faaliyetleri, Bosnalıların Müslüman olması, dinini ve kültürünü muhafaza etme gayretleri Sırpların düşmanlığını çekmiştir. Bosnalı Müslümanların bu özgürlük arayışına karşılık Bosna’yı Sırbistan’ın bir parçası olarak görmek isteyenler ve İslâm’ı zaman içerisinde yok etme düşüncesinde olanlar Aliya’yı hedefteki isim olarak mahkemeye verdiler. Ben de o sırada Suudi Arabistan’da Türkiye’nin de ortak olduğu İslâm Kalkınma Bankası’nda İslâm Araştırmaları ve Eğitim Enstitüsü’nün başındaydım. Ve bir haber duyduk ki, İzzetbegoviç yargılandığı mahkeme tarafından ağır bir cezaya çarptırılmış. Tabiî bu banka içinde hadiseleri takip eden imanlı duyarlı insanlar var ve bu haberi duyan herkes çok üzüldü. Böyle bir İslâm liderini böyle bir cesur adamı, ayrıca eli kalem tutan ağzı söz yapan bir lidere böyle  ağır bir hapis cezası verilmesi, korkunç bir şeydi. Böyle bir karar İzzetbegoviç’in hapishanede çürümesi anlamına gelirdi. Dolayısıyla bankada bu haberden sonra benim de dâvet edildiğim bir toplantı düzenlendi. Ne yapabiliriz, ne edebiliriz diye. Orası bir devlet bizimkisi bir banka ve Suudi Arabistan’da her şey kanunlarla sıkı sıkıya kontrol ediliyor. Neler yapılacağı konuşuldu ve bana da söz sırası geldi. Yapacağımız bir şeyler olduğunu söyledim. Herkes hayret etti, ‘Biz bir bankayız nasıl müdahil olabiliriz’ dediler. Ben bunun gayet basit olduğunu söyledim. Biz yatırımları finans eden bir bankaydık, bunların çoğu fabrikalar, barajlar gibi proje işleriydi. İslâm ülkelerinin parası yok, bize müracaat ediyorlar, biz de onların inşa ettirecekleri birtakım projelerin finansmanını yapıyorduk. Buna karşılık İslâm ülkesi ödenen parayı taksitlerle, faizsiz olarak, proje faaliyete geçtikten bir süre sonra geri ödemeye başlıyordu. İslâm ülkelerindeki bu projelerden en fazla istifade eden ülkeler arasında da Yugoslavya geliyordu. Yugoslavya pek çok İslâm ülkesinden proje alıyor ve önemli bir kaynak elde ediyordu. Ben o toplantıda “Biz sadece İslâm ülkelerini değil, doğrudan Yugoslavya’yı da finanse ediyoruz” dedim. Yöntem olarak da, “Madem gayri adil olarak sırf Müslüman olduğu için İzzetbegoviç‘i hapse attınız, biz de o zaman İzzetbegoviç serbest kalana kadar Yugoslavya firmalarını finanse etmeyebileceğimizi bildirelim” dedim. Buna da finansal ambargo derler. Ben bunu açıklayınca bankada bazıları garip karşıladılar tecrübesiz insanlar, ham insanlar dünyadan haberleri yok tabiî ki. İzzetbegoviç gibi bir İslâm kahramanıyla da ilk münasebetimiz böyle başlamıştır.

FİNANSAL AMBARGO SONUÇ VERDİ

Yugoslavya’ya uyguladığımız finansal ambargoyu açıkça deklare edip milletler arasında bir problem çıkarmak doğru olmazdı ve biz bunu etrafa söylenti şeklinde yaymaya karar verdik. Biliyoruz, bu derhal yayılacak ve ilk projeleri de reddedilince bunu araştıracaklar, “Eskiden projelerimizi finanse eden İslâm Bankası niye şimdi bunu bıraktı?” diyecekler. Ve hemen etrafa yayıldı, İzzetbegoviç’e yaptığınız haksız, hukuksuz muameleden dolayı bu kabul edildi ve yapıldı diye. Derhal netice verdi. Yugoslavya makamları da finansal ambargoyu iyice öğrenince, Aliya için iade-i muhakeme, yani mahkemenin yeniden görüşülmesi yapıldı. Başka bir hâkime mahkemeye tekrar dâvânın görüşülmesi kararı alındı. Aliya, 14 yıl hapis cezası almıştı, sonra bu 11 yıla indirildi ve 1988‘de çıkarılan bir kanunla serbest bırakıldı. Sonuçta da 5 yıl hapis yatmış oldu. Burada bir şeyi izah etmek lâzım, bu tip kararları hemen mahkeme kararı diye kabullenip, “adalet böyleymiş” deyip beklememek lâzım, siyasî mahkemelerdir bunlar. İlerleyen süreçte hepsi ortaya çıkıyor.

SAVAŞTAN ÖNCE BENİ ZİYARET ETTİLER

Aliya ile olan bir başka hatıramızda da hem bizim bakımımızdan, hem de onlar bakımından çok önemliydi ve olay sizin de şu an oturduğunuz bu odada cereyan etti. Aliya’nın gönderdiği bir heyet ve heyetin başında Aliya’nın çok yakın bir dostu olan bir tıp profesörü yer alıyordu. Heyetle ilgilenen ilgili askerî makamdan bir telefon edildi. Dediler ki “Ülkemize Bosna’dan bir heyet geldi, ellerinde bir liste var, bunlarla görüşmek istiyorlar. Biz o listede sizin isminizi gördük ve sizinle de görüştürmek istiyoruz. Bu arkadaşları bir arkadaşımız getirecek bize vakit ayırabilir misiniz? Sizinle görüşmesini biz de çok istiyoruz.”

Ben o toprakları biliyorum, onların tarihini biliyorum, Aliya’yı biliyorum. “Gelebilirler” dedim. Bana telefonla söylendiği gibi yüksek rütbeli bir askerî yetkili ile birlikte gelmişlerdi. Oturduk, listeyi bana gösterdiler. Listede benden başka 4 kişi vardı. Onların bazılarıyla görüşmüşler ve heyetin başkanı gelinen durumu bana anlattı. Bütün detayları sordum. Kendilerine nasıl mücadele etmeleri ile ilgili bir takım tavsiyelerde bulundum. Nitekim, savaş başladığında bu tavsiyelerimi tuttular ve mücadelelerini ona göre şekillendirdiler.

BİLGE KRALIN SON GÜNLERİ

İslâm’ın Bosna’da yok olup gitmesine engel olmak için Cenâb-ı Hak bir kahramanı vesile kılmıştı, o da İzzetbegoviç’ti. Aliya ile son görüşmem, ölümünden kısa bir süre önce gerçekleşti. O sıralarda Bosna’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacaktı ve seçimlerde herkes Aliya’nın yeniden aday olmasını bekliyordu. Ve işittik ki o aday olmak istemiyormuş. Bana da söylediler, hatta dediler ki “Hocam savaş başlamadan önce bir heyet sana geldi, bu heyeti gönderen İzzetbegoviç idi. Senin ricanı dinler, adaylığı kabul etsin, tekrar Cumhurbaşkanı adayı olsun.” Malatyalı bir iş adamı arkadaşımızla Bosna’ya gittik. O günlerde kültürel, ilmî bir faaliyet de vardı ve beni de dâvet etmişlerdi. Aliya, yeni cumhurbaşkanı seçilene kadar olan sürede cumhurbaşkanlarının ikamet ettiği cumhurbaşkanlığı sarayında kalıyordu. Bir Cumartesi günü randevu alındı. İki kişi gittik, çıktık otelimizden, ana cadde üzerinde cumhurbaşkanlığı sarayı, gittik kapıda kimse yok, kocaman bir bina, geniş bir kapı, hiçbir kimse yok.

Cumhurbaşkanı ofisi burada, bunların korunması lâzım, bizde olsa caddeden itibaren başlar güvenlik. Bir yandan da diyorum cumhurbaşkanı, istiklâl kahramanı; Sırplar gibi hunhar, gaddar bir milletle çarpışmış, gazi sayılır, niye bu korunmuyor. Bize ikinci katta demişlerdi. Oraya ulaştığımızda bizi özel kalemi karşıladı. Tabiî benim üzerimdeki o intiba bomboş bir saray, korumasız bir lider ve mütevazı bir özel bir kalem… Neyse girdik içeri ve kalktı koca bir adam, biraz yaşlanmış, ama gözleri pırıl pırıl gülümsedi ve sarıldık, selâmlaştık. Ben elini öpmek istedim, vermedi. ‘Niçin geldiğimizi biliyorsunuz, ama ben tekrar anlatayım. Bütün şehir, herkes sizin tekrar aday olmanızı istiyor’ dedim. Dinledi ve şu cevabı verdi: “Ben yaptım, bizden sonrakiler yapsın.” 

Dedim, “Efendim, ben yaptım, başkası yapsın meselesinin dışında millî bir mesele ve İslâmî açıdan da bütün Müslümanların meselesi ve buradaki İslâm’ın geleceğinin de bir meselesi. Burası Avrupa’daki son serhattimiz. Onun için bizler İstanbul’dan geldik.” 

“‘Yaşlandım hocam” dedi. Kendisine Süleyman Demirel’i hatırlatarak, “Biliyorsunuz sizin meslektaşınız Demirel, 6 kere gidip 7 kere geldi. Halk istedi, Türk milleti istedi, o da geldi. O da çok genç değildi” dedim. Keşke söylemeseydim, çünkü onda hüzün başladı, bana baktı “Bir şey söyleyeyim” dedi. “Yine sen bil; benim günlerim sayılı, ben kalp hastasıyım.” 

Öyle deyince bana da hüzün çöktü. Karşımda bütün ömrünü Bosnalıların istiklâli için harcamış, hapishanelerde sürgünlerde o korkunç günlerin hepsini yaşamış bir insan. “Ben hastayım sonra ne olacak, ben öleceğim” dedi. O durumda olan insanların benzerine Afganistan hududunda mücahitler Ruslarla savaşırken Peşaver şehrinde rastlamıştım. Orada bir grup geliyor dinleniyor, diğer grup savaşa gidiyordu. O sahneler gözümün önüne gelmişti. İşte öyle bir mücahitti Aliya. Ama artık kanatlarını toplayacak bir kartaldı. Kucaklaştık, selâmlar söyledi tanıdıklarına. Türkiye’ye döndük, dönünce öğreniyoruz hastaneye kaldırılmış. O sıralarda da Başbakan olan Tayyip Erdoğan, İspanya’dan Türkiye’ye dönerken haberi alıyor ve uçağın rotasını değiştirtiyor. Türk milleti adına yapılan bir jesttir bu. Bu hassasiyet bütün liderlerimizde olmuştur. Süleyman Demirel de başbakan olarak, diğerleri de bu savaş olurken ellerinden geleni yapmıştır. 20. asrın büyük Müslüman liderlerinden bir liste yapılsa, en müstesna yerinde o olacaktır, hiç şüphe etmiyorum. Bosna’nın ve İzzetbegoviç’in mücadelesi İslâm dünyasının 20. asırda gururlanacağı bir mücadeledir.

DEMİREL HER TÜRLÜ YARDIMI YAPTI

Savaş başlangıcında Başbakan Süleyman Demirel idi ve yapabileceği her türlü yardımı da yapmıştır. İranlılar silâh temininde yardımcı olurken, malî bakımdan da Almanya ve Avusturya’da bulunan Türk işçileri onlar da maddî bakımından para vermişler göndermişler, hatta bize söylenen bazı bilgilere göre parayla silâh alıp ulaştırdıklarını biliyoruz. Türkiye’den gönüllü giden gençler de olmuştur oralarda şehit olanlar olmuştur. Öte yandan, savaş sırasında Sırpların her türlü imkân ve her türlü silâhları var. Yugoslavya ordusunun bütün kuvveti ellerindeydi. Tito, orada komünist Rusya’ya karşı kuvvetli bir ordu kurmuştu. Sırpların ağır güçlerini bertaraf etmek için NATO uçakları faaliyet gösterdi ve akabinde ateşkes sağlandı, ama ateşkesin sağlandığı zaman artık harbin talihi dönmüştü, Boşnak birlikleri Sırpların işgal ettiği her yeri almaya başlamışlardı. Ateşkes olmasaydı Bosna birlikleri her yeri ele geçirecekti, fakat Amerika politikası, müdahalesi Boşnakların daha fazla ilerlemesine müsaade etmedi. Dayton Anlaşmasından sonra karman çorman bir sistem kuruldu. Savaş sırasında pek çok İslâmî eser camiler, çeşmeler, medreseler hepsi harabe haline gelmişti. Çünkü Sırpların sloganı Osmanlının son kalıntılarını Avrupa’dan temizlemekti. Mostar Köprüsü projesi ve birçok projeyi Türkiye üzerine aldı, yine burada kulakları çınlasın o zaman Ekmeleddin İhsanoğlu, IRCICA’nın (İslâm, Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi) Genel Direktörüydü ve bu eserlerin kurtarılması için faaliyete geçti. Sizin vasıtanızla tekrar Ekmeleddin Beye teşekkür ediyorum, onun dostluğu sonucunda Mostar’da bir Osmanlı çeşmesini yeniden ihya ettirmek de bana nasib oldu.

Röportaj: Murat Bağlı / [email protected]

Okunma Sayısı: 2685
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı