"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sahip olduklarını bırakıp Kore’de hizmet etmeye gitti

25 Ocak 2016, Pazartesi
Said Nursî’nin “Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır” sözünü hatırlatıp değerlendirmesini sorduğumuz Güney Kore Müftüsü Dr. Abdul Wahab, “İslâmiyetin çağrısını yaptığı san’at, marifet ve ittifak konularında İmam Bediüzzaman Said Nursî’nin sözlerine tamamıyla katılıyorum” dedi.

Dr. Abdul Wahab, 1941’de Suriye’de doğdu. Ezher Üniversitesin’den Hadis ve Tefsir bölümünden mezun oldu. Doktorasını Mukayeseli Hukuk alanında Pakistan’da yapan Abdul Wahab’ın 40’ın üzerinde İngilizce Arapça ve Korece kitapları yayınlandı. Vaizlik, öğretmenlik, imamlık gibi görevlerde de bulunan Wahab, çeşitli düşünce kuruluşlarında ve okullarda fıkıh, içtihat ve buna benzer bazı konularda araştırmalara katıldı. Wahab, aynı zamanda Mekke’de bulunan Ümmü’l-Kurra Üniversitesi İslâmî Hukuk Fakültesinde, İçtihat dalında da profesör olarak çalışmalarına devam etti.

Koreli bir Bakanın teklifi üzerine Kore’de uzun yıllar Müftülük yapan Wahab, halen bu görevi yerine getiriyor. Kısaca bu şekilde tanıdığımız Dr. Abdul Wahab ile biz de görüşme fırsatı bulduk.

Kore’de Müslümanların durumu nasıl, Kore İslâm ile nasıl tanıştı?

Kore’de İslâm henüz yeni. İslâm Kore’ye, ilk kez Kore Harbi sırasında Türk askerleriyle birlikte girdi. Türk ordusundaki Şeyh Zübeyir ve İmam Abdurrahman, Korelileri Müslümanlığa dâvet eden ilk insanlardandır. Onlar yapabilecekleri en iyi şekilde İslâmiyetin Kore’de yayılması için çalıştılar. 1965’te Kore Müslüman Fedarasyonu kuruldu ve ilk Cami 1975’te Kore’nin başşehri Seul’da açıldı. O zaman 30 bin ila 40 bin arasında Koreli Müslüman vardı. Onlar en iyi şekilde İslâmiyeti yaşamaya çalışıyordu. Onlar hâlâ İslâmiyeti öğrenme aşamasında. İslâmî temelleri güçlendirmeleri için Kore’nin biraz daha vakte ihtiyacı var. 

Kore’de müftülük yaptığınızı söylediniz. Suriye’de doğup orada büyümüşken neden Güney Kore’ye gittiniz?

1982’de İslâmî Yüksek Lisans departmanında dekan olarak görev yaparken Kuveyt Vakıflar ve Diyanet İşleri Bakanlığı, Kuveyt’i ziyaret etmeye ve Kuveyt’e Fıkıh Ansiklopedisi çalışmalarını yürütmek için dâvet etti. Kuveyt’teyken Güney Kore’nin bir bakanı da oradaydı ve “Koreliler Allah’a inanmazlar, bu yüzden inanmayanlar sonsuza kadar cehennemde kalacaklar” dedi. İşte bu yüzden bizden Allah’ı ve onun dinini tanıtacak birisini istemişlerdi Vakıflar Bakanlığındaki bir toplantı esnasında. Koreli Bakan bana, Korelilerin İslâmı anlama ve tanıma arzularından bahsetti. Kendimi bir anda büyük bir tutku içerisinde Kore’ye taşınma fikri içerisinde buldum. Bakanlık bana, Güney Kore’nin uzak bir yer olduğunu ve çocuklarım için hiç Arapça eğitim veren bir okul bulamayacağımı söyledi. Ancak ben bu konuda ısrar ettim. Çünkü Hz. Muhammed’in (asm) sahabeleri varıyla yokuyla, herşeyiyle İslâmı yaymak için çalışmıştı.

Nihayet, Koreye gittim ve vaiz olarak işime başladım. Kardeşlerim Eczacı Qamar Aldeen Moon See Goo ve Süleyman Lee Heing bana çok yardımcı oldular. Onlar hep birlikte İslâmı yayılması için bir program uygulanması konusunda yardım ettiler. 

Programımız şunları içeriyordu: Başşehir Seul’da namaz kılmak ve İslâmî konuları İslâma ilgi duyan kişilerle tartışmak; Koreli ailelere ev ziyareti düzenlemek; Gwangju ve Busan gibi içerisinde cami olan şehirleri ziyaret edip oradaki Kore halkını ziyaret etmek; Bu bölgelerdeki İslâma ilgi duyan insanlarla görüştükten sonra camileri olmayan bölgelere de turlar düzenlemek; dinlerini değiştirmek için hiçbir zorlama olmadan bahçeler, parklar köyler, restoranlar, dağlar, tarım arazileri gibi açık alanlarda İslâmı anlatma çalışmaları yapmak.

Bununla birlikte Koreli kardeşlerimizle görüşürken onların materyalist olması bizi biraz zorluyor. Bazı Koreliler hayata materyalist yaklaşımla bakıyorlar. Onlar ile ne zaman görüşsem istiyorlar ki, Allah’ı direkt gözleriyle görsünler. Onlar Allah’ı karşılarında putlaştırıp tapmak istiyorlar. Materyalist düşünceye sahip olduklarından dolayı onları Allah’ın varlığına ikna etmek zor oluyor.

Siz Korelileri ve Ortadoğu insanını tanıdınız. Bu iki kültür arasındaki farkı tanımlar mısınız? Bu konudaki izlenimlerinizden bahseder misiniz?

Kore insanları ve Ortadoğu insanları arasındaki fark Koreliler, ülkelerini dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasına taşıyabilirken, Ortadoğu’da hâlâ yoksulluktan kırılan, eğitimin çok düşük olduğu ve hatta iç karışıklıklarla boğuşan ülkeler var. Ortadoğudaki bu durumumuzdan dolayı gerçekten üzgünüm. Biz ihtişamlı bir geçmişe ve parlak bilim adamlarına sahiptik, ancak çalışmayı bıraktık. Basit araç gereçleri bile dış ülkelerden temin etmeye başladık. Kore’de bu durumu tamamıyla farklı.

Genel olarak, her bir ülkede çok kaliteli insanlar olduğuna inanıyorum. İnanıyorum ki, bu insanlar kendilerini geliştirip dünya ülkeleri arasında kendi ülkelerini en gelişmişler arasına taşıyıp en azından bazı konularda ülkelerini lider konumuna getirmeye çalışmalılar. İşte bu, Kore’nin neden başarılı olduğunu söylüyor.

İslâm âlimi olan Bediüzzaman Said Nursî’nin “Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” sözü hakkında ne düşünüyorsunuz?

İslâmiyetin çağrısını yaptığı san’at, marifet ve ittifak konularında İmam Bediüzzaman Said Nursî’nin sözlerine tamamıyla katılıyorum. Bunu Kur’ân ve Hadislerde açıkça görebiliyoruz.

Kur’ân’dan örnekler verecek olursak meselâ: “Ve de ki; ‘Çalışın! Yaptıklarınızı hem Allah görecek, hem Resulü, hem de mü’minler görecektir. Sonra da gizliyi ve açığı bilen Allah’ın huzuruna iletileceksiniz. İşte o zaman, neler yaptığınızı size O bildirecektir.” (9:105) ve ‘Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (28:77)

Ayrıca Kur’ân’da bir çok âyet bir ulus olmaktan ve onun öneminden bahsediyor. 

Örnek göstermek gerekirse: “Doğrusu bu sizin ümmetiniz (tevhid dini olan Müslümanlık), bir tek ümmettir (bir tek din olarak sizin dininizdir). Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.” (21:92)

Aynı zamanda sünnete baktığımızda Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) Ensar ve Muhacir arasındaki kardeşliği nasıl sağladığını görüyoruz. Buradan şunu çıkartabiliriz ki bizim Peygamberimiz (asm) ümmetin birliğini sağlamak istedi.

İlim ile ilgili de ilim öğrenmek bizim kutsal bir vazifemiz. Bu her Müslüman için farz bir ibadettir. Kur’ân’da bir çok âyette öğrenmenin öneminden bahseder. Bu konuda bir çok hadis var. Meselâ, “Kim ilim öğrenmek için bir yola çıkarsa, Allah ona bu sebeple cennete giden yolu kolaylaştırır.”

Röportaj / Mustafa Sait Önal

Etiketler: mustafa sait önal
Okunma Sayısı: 6097
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı