"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Said Nursî’nin çözüm teklifleri tazeliğini koruyor

06 Haziran 2016, Pazartesi 16:00
Terörün, her türlü ırkçılığın, çözümü özgürlükler, eşitlik ve adalettir. Yoksa topluma demirden gömlekler giydirip militer hayat tarzı dayatmakla olmaz. Said Nursî insanı tekrar insan olmaya, yaratılışının ilk dönemindeki gibi insani kodlara geri dönmeye davet etmektedir.

Çağın Afeti Teröre Said Nursî’den Çözümler adlı, Kâzım Güleçyüz ile birlikte hazırladığınız bu kitap ne anlatıyor?

Bu kitapta özellikle Türkiye’nin kuruluşunun temel dinamiklerinin yanlışlığına, Türkiye’nin çatışma zeminleri üzerinde kurulduğunu ve bu durumdan kaynaklanan insan hakları problemleri olduğunu ifade etmeye çalıştık. Ayrıca, özellikle Türkiye’nin son 40 yılını heba eden Güneydoğu Anadolu’daki kimi zaman kasten yapılan ağır insan hakları ihlâllerinin kaynağını ifade etmeye çalıştık. Bu kitap, hak ihlâllerine karşı bu günkü göreceli rahat ortamlarda değil zor şartlar altında hak ve özgürlük mücadelesi yapmış ve birlikte mücadele ettikleri kimselerin burnu bile kanamadan hak ve özgürlük mücadelesinde başarılı olmuş bir kimse olan Said Nursî’nin çözüm tarzının anlatıldığı bir kitap. Bu alanda çalışmak isteyenler açısından özet bir kitap.

Said Nursî’nin özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürt kardeşlerimizin insan hakları ihlâllerinin çözümüne yönelik fikirlerinin tazeliğini ve geçerliliğini görmek açısından ilginç bir çalışma oldu.

Peki, terörü doğuran temel etken neydi, Bediüzzaman’ın teröre çözümü ne oldu, nasıl bir çözüm bulmuş? Çözüm şu anda nasıl uygulanabilir?

Aslında Cumhuriyet kurulurken temel çatışmalı zeminler üzerine kurulmuştur. Öncelikle baskıcı totaliter rejimler, yani insana saygısı olmayan, insanî değerlerin gelişme alanı bulamadığı, bütün kötülüklerin anası olan tepeden inmeci, insana hayat düzeni dikte eden, dinini, ahlâkını, giyimini, eğitimini belirleyen ve bunu zorla kabul ettirmeye çalışan ve topluma saygı göstermeyip çatışma alanı üreten rejimin kendisi elbette ki büyük insanî değerler üretemeyip çatışma kaos ve terör üretecektir.

Yine bir diğer çatışma alanı Cumhuriyetin kurulmasında hiç lüzumu yokken toplumun kabul etmiş olduğu dine karşı savaş açılmasıdır. Uzağa gitmeye gerek yok orta yaşlardaki her insanın rahatlıkla hatırlayabileceği gibi 1970’li yıllarda dinî kitapları, Risale-i Nurları evde bulundurmak yasaktı. 1950’li yıllara kadar her ilde bulunan ulu camiler amacı dışında kullanılmaktaydı. Meselâ Diyarbakır Ulu Camii 1960’lı yıllara kadar askerî kışla olarak kullanılmaktaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında dinî kitaplara, yayınlara ve sembollere, yapılanları dedelerimizden dinledik.

Yani bilerek ve isteyerek sosyolojik bir gerçeklik olan dini ve dinî duyguları yok ederseniz veya etmeye çalışırsanız, bu inançları taşıyan insanlar tarafından ebetteki saygı ile karşılanmayacaksınız ve insanlar kendi hayatlarını düzenleyen dini ve dinî değerleri koruyacaktır. Cumhuriyetin ilk kuruluşunda maalesef dine karşı savaş açılmıştır. Ne yazık ki bu savaşı da modernleşme adına yaptıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu savaş toplumda kırılganlıklar ve toplumsal kırılmalara sebep olmuştur. Dindarlığın daha yoğun yaşandığı bölgelerde bu kırılganlık ve kırılmaların derinliği zaman zaman, duygusallığı da aşarak, şiddeti bir enstrüman olarak kullanma yanılgısını da doğurmuştur. Zeminini bulduğunda bu kırılganlık, duygusal kopuşlara sebep olmuştur.

Üçüncü bir çatışma alanı da dine karşı olan savaşta ırkın yüceliğinin vurgulanarak kutsanmasıdır. Cumhuriyet bir ulus “yaratarak” ulus devlet modeli olarak kurulmuştur. “Bu memlekette Türkler vardır, Türk olmayanlar ancak ona hizmet etmekle görevlidir” anlayışı, Türk olmayanları dışlayıcı, ötekileştirici ve incitici davranışları dolayısıyla, bu insanlarda kendi ırkını savunma ve kimlik problemlerine sebep olmuştur. 

Bütün bunlara ek olarak güvenlik ve eğitimdeki problemler vs. bu problemin yayılmasına ve derinlik kazanmasına sebep olmuştur.

Said Nursî, bu üç temel sebebe karşı, öncelikle 1908’lerden başlayarak, saltanata karşılık meşrûtiyeti savunmuş ve meşrûtiyetin İslâm’ın özüne ters olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Cumhuriyet kurulduğunda da cumhuriyeti desteklemiş, ama isim ve resimden ibaret olan cumhuriyeti değil, devlet başkanının hür seçimlerle el değiştirdiği, milletin iradesinin hakkıyla tecelli ettiği bir meclis olduğu ve sosyal hukuk devleti anlamında bir cumhuriyeti istemiş ve arzulamıştır. Böyle bir sisteme günümüzde katılımcı demokrasi diyoruz. Bu durum toplumdaki temel çatışma sebeplerini ortadan kaldırdığı için önemlidir. Bütün Müslümanların böyle bir devlet modelini savunması ve devletten uygulanmasını istemesi gerekmektedir.

Tarihte dinle savaşmış nice devlet ve hükümet başkanı kimselerin hazin sonlarını okumaktayız. Dine savaş açmış ve kazanmış bir kimseyi tarih bize göstermemektedir. Ama tarih çöplüğünde bir çok kendini tanrı yerine koyup da dinle mücadele etmiş megaloman insanlar vardır. Said Nursî, İslâm’ın özünü oluşturan iman eksikliğini görmüş ve ihtiyaca binaen bu yönde tahşidat yapmıştır. İmanın bütün güzel ahlâkın kaynağı olduğunu ifade etmiştir. Yani din ve dinin özünü oluşturan iman, huzurlu bir toplum için kaçınılmaz bir gerçekliktir. Said Nursî bu yönde çalışarak, 16 kitaptan müteşekkil bir Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nur eserlerini yazmıştır.

Irkçılığı da bizim milletimiz İslâm Milletidir diyerek, ümmet anlayışı anlamında revize etmiştir. Bir ırkın üstünlüğünü savunmanın, İslâm’a ters olduğunu, İslâm’ın ırkçılığı reddettiğini ifade etmiştir.

Ayrıca bu çözümün göz ardı edilmesi Türkiye’ye neye mal oldu?

Katılımcı Demokrasinin Türkiye’ye hâlâ gelmemesi gelememesinden dolayı, özellikle cumhuriyetin kuruluşundaki faşizan uygulamalar, dinle olan çatışmanın yer yer 2000’li yıllara kadar devam etmesi, yarım milyona yakın kimsenin dağlarda ölmesine, bir o kadar insanın yetim, dul kalmasına, 400 milyar dolar kadar bir paranın insanımızın eğitimine, sağlığına, geçimine sarf etmemiz gerekirken heba olmasına sebep olmuştur.

Said Nursî’nin teröre çözümü sadece Türkiye ile mi sınırlı? Dünya terörüne de bir çözüm sunuyor mu?

Genel anlamda problemlerin dolayısıyla terör probleminin çözümü için katılımcı demokrasiyi önermiştir.

Said Nursî, özgürlükçü bir rejim için hak mücadelesinde veya zorba bir rejimin değiştirilmesine yönelik, mücadele metodu olarak da “müsbet hareketi” önermiştir.

Said Nursî özellikle özgürlükçü sistemlere vurgu yapmış bunu 1900’lerden sonra yazmış olduğu eserlerinde ve gazetelerde yazmış olduğu makalelerinde çok açıkça görebiliyorsunuz. Yine Lâhikalar isimli eserlerinde de bu çok bariz şekilde görülmektedir. Yani Said Nursî, sadece bir medrese hocası değildir. Çağın ruhunu yakalamış ve anlamış bir aydındır. Bu sebepledir ki, 1900’lerin başında durmuş ve 2000’li yıllara haykırmıştır. Maalesef Cumhuriyeti kuranlar onun bu haykırışına kulak tıkamışlardır. Onu skolastik bataklığına saplanmış bir medrese hocası zannetmişlerdir. Ama Said Nursî ileri demokrasiyi savunan çağdaşları tarafından sesi kısıldığı için anlaşılamayan filozof, dahi bilge bir kişilik olarak karşımızda duruyor. 

Eğer özgürlükçü bir sistem olmazsa, tek görüş, tek fikir, zorba ve tekelci bir anlayış hüküm sürer, temel hak ve özgürlüklerden yoksun, “hayvanî” bir hayat söz konusu olur. Kuvvet hakim olur, kanun hakimiyeti söz konusu olmaz. Keyfi uygulamalar artar. İdareye hakim olanlar, keyiflerine göre devleti yönetir. Zulümler, haksızlıklar artar, “Kuvvetli olan her zaman haklıdır” mantığı işler. Yani toplumdaki çatışma zemininin genişlemesi ve derinleşmesi, keskinleşmesini netice verir. Özgürlükçü olmayan sistemler rejimler münafık yetiştirir, ama özgürlükçü sistemlerden adam gibi adam yetişir. Eğer özgürlük olmazsa, insanlar kişiliksizleştirilir, metalaştırılır.

Terörün, her türlü ırkçılığın, çözümü özgürlükler, eşitlik ve adalettir. Yoksa topluma demirden gömlekler giydirip militer hayat tarzı dayatmakla olmaz.

Said Nursî insanı tekrar insan olmaya, yaratılışının ilk dönemindeki gibi insanî kodlara geri dönmeye dâvet etmektedir.

İnsan hak ve özgürlüklerine yönelik bir mücadele yürütürken bunun şiddetten bağımsız ve karşı tarafı ikna ederek, haklılığını kaba güçten bağımsız, her türlü sözlü, yazılı faaliyetler ile kendini topluma anlatarak pozitif bir metod takip etmek gerektiğini ifade etmektedir. Bunu yaparken suçların ve cezaların şahsîliği ilkesini önceleyerek, toptancı davranılmaması gerektiğini ifade etmektedir.

İşte biz buna müsbet hareket diyoruz. Yani minimum zararla, mutlak anlamda hedefe varmanın yolunun adıdır müsbet hareket. Menfi harekette bir karşı koyuş, muhalefet, muaraza, çatma, çatışma, cedelleşme, olumsuzlama, reddetme var. Müsbet hareket etmek mücadeleyi tamamen terk etmek değildir, ancak dolaylı yoldan bir mücadele yolu tutmaktır. Düşmanlık uyandırmadan, kızdırmadan, damara basmadan, tahrik etmeden kendi değerlerini anlatmak ve ortaya koymak. “Karanlığa küfredeceğine bir mum yak” sözü müsbet hareketi anlatıyor. Maksat, kendi fikir ve fiillerinin doğruluğunu ortaya koymaksa tutulması gereken en kestirme ve en selâmetli yol budur. Hakikati ispat etmek, kabul ettirmek, dolaylı yoldan yalanı ve yanlışı yıkmak, yok etmek demektir. Onlarla “zihnen dahi meşgul olmamak” ve “mesaisini kutsî hizmete hasretmek” bu mananın en veciz ifadeleri. Yani hak arama metodunda Said Nursî bir çığır açmıştır.

Madem önemli bir çözüm var, burada bunu dış dünyaya ulaştıracak bir teklifiniz var mı? 

Burada özellikle belirtmek gerekir ki, dünyadaki terör olayları genellikle dinle bağdaştırılmaktadır. Bu dinin kullanıldığının kasten yanlış yorumlandığının bir göstergesi. Öncelikle belki doğru İslâmiyet’i ve Kur’ân’ın doğru yorumunu önce Müslümanlara, daha sonrada bütün insanlığa anlatmak gerekir. İşte böyle bir misyonu Said Nursî’nin şahsında ve Risalelerinde görmekteyiz. Bunun Müslüman âlemine ve insanlık âleminde görünür kılmamız gerekmektedir.

Yüzyıllar boyunca özgürlüklere bu kadar açık bir biçimde vurgu yapan ve insanın yaratıcı ile arasındaki bağı kuran güçlendiren, imana bu kadar vurgu yapan bir İslâm entelektüeli maalesef gelmemiştir. Said Nursî bu anlamda önemli bir şahsiyettir ve bu şahsiyetinde İslâm âlemine ve insanlığa sunulması gerekir. İslâm âlemi ve insanlık Said Nursî’nin Risalelerinde sunduğu çözümlere muhtaç bizlere de bunları açığa çıkarmak, kullanılabilir hale getirmek düşmektedir.

Bu kitaptaki teröre ilişkin çözüm tavsiyelerinin büyük bir kısmı Türkiye’deki teröre ilişkin Risalelerdeki çözüm arayışlarını ifade etmektedir. Dünya ölçeğinde terör meselesi için ayrıca çalışılması gerekir. Ama bunu tek başına bir kimsenin de yapması zor görünüyor. Özellikle Risaleye ve sosyal bilimler literatürüne hakim genç arkadaşlarla bu konuda da bir çalışma yapılması sizin bu sorunuzdan da anlaşılıyor ki bir ihtiyaç. Tabi böyle bir çalışmanın yapılması yetmiyor, bunun insanlığa ve uluslar arası akademik çevreninde dikkatine sunmak gerekir.

Mustafa Sait Önal / [email protected]

Okunma Sayısı: 5279
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı