"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Siyasette demokrat bir çıkışa ihtiyaç var

20 Ocak 2017, Cuma
79 milyonluk bir ülkenin çaresiz olamayacağını belirten yazar Levent Gültekin,“Siyasette gerçekten demokrat, gerçekten özgürlükçü, gerçekten eşitlikçi insan haklarına dayanan ve topluma güven verebilecek yeni bir organizasyona ihtiyaç var. Herkesin kafa kafaya verip elini taşın altına koyması gerekiyor” dedi.

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ve yeni anayasa görüşmelerini değerlendiren gazeteci-yazar Levent Gültekin bu kaostan acilen çıkılması gerektiğini belirtti ve  “Siyasette gerçekten demokrat, gerçekten özgürlükçü, gerçekten eşitlikçi insan haklarına dayanan ve topluma güven verebilecek yeni bir organizasyona ihtiyaç var” dedi. 

Röportaj: N. Nur Ener / nnurener@ye­ni­as­ya.com.tr

Gerilim dayatma ve tehdit ortamında yapılan bir anayasa değişikliğinin ülkeye barış, istikrar ve huzur getirmesi sizce mümkün mü? 

Anayasalar, toplumların bir arada yaşamasını sağlayan ortak sözleşmelerdir. Farklı düşünen, farklı fikirleri farklı yaşam tarzları farklı inançları farklı yaklaşımları olan insanların bir arada yaşamasının teminatı olan belgeler. Bu sözleşmenin yapılabilmesi için önce ortak bir duygunun, ortak bir fikrin oluşması gerekiyor. Karşılıklı görüş alışverişi gerekiyor. Karşılıklı konuşmadan, birbirimizi anlamadan, birbirimizin hassasiyetlerine, birbirimizin doğrularına, birbirimizin değerlerine, birbirimizin görüşlerine kıymet vermeden ortaya çıkacak bir anayasayla toplumsal barış sağlamak teknik olarak da mümkün değil. Çünkü uzlaşı olmadan yapılan anaysa toplumun değil yazanın, yani gücü elinde tutanın korunup kollandığı bir metne dönüşür.  Bugün yapılan da zaten o, yani toplumun değil bir kişinin veyahut bir kesimin huzuru, yaşamı güvencesi garanti altına alınmaya çalışılıyor. Toplumun bütününün huzuru, katılımı ve bunu sağlayan evrensel değerler amaç edinilmiş olsaydı, kutuplaşma da olmazdı. 

MESELE OHAL MESELESİ DEĞİL ‘NİYET’

Ufukta OHAL’li bir referandum gözüküyor. OHAL Türkiye’ye neler kaybettirdi?

Şimdi mesele OHAL değil, mesele niyet. Neyi nasıl kullandığınızla ilgili bir şey. Yani demokrasi diyerek insanların konuşma özgürlüğünü elinden alabilirsiniz, İnsanlar birbirlerinin sözünü “Kes lan sesini, demokrasi var bu ülkede!” diyerek kesiyorlar.  Mesele niyetin ne olduğu. Nereye varmak istiyorsunuz? Nasıl bir amaç içeridesiniz? Huzur mu istiyorsunuz? Barış mı istiyorsunuz? Özgürlük mü istiyorsunuz? OHAL’in sağladığı kolaylığı terörü engellemek, ülkenin huzurunu artırmak için mi kullanacaksınız yoksa siyasi kazanım peşinde koşma, sizden olana bir alan açma çabası içinde misiniz? Bu tür meseleler enstrümanları nasıl kullandığınızla ilgili bir şey. 

Mesela Fransa’da da OHAL var diyorlar.; Türkiye’de de var. İstikrar, huzur esas aldığında başka türlü kullanılır, çatışmayı esas aldığında başka türlü kullanılır. Bizde ne yazık ki zaten iktidarın düşüncesi iç barış sağlamaktan daha çok kutuplaşmayı, ayrışmayı artırarak siyasi kazanç elde etmek olduğu için OHAL’i de öyle kullanıyor. 

OHAL, Türkiye için korkunç bir boyuta geldi. Bir kere hukuku öldürdü. Hukuk, dünya tarihinde insanların, insanlığın bir arada yaşamasını sağlayan yegane değerdir, tektir yani. Çünkü, farklı farklı insanların hukukunu o ülkedeki adalet mekanizması garanti altına alır. Hukuk, herkesin hakkını koruyacak kimsenin kimseye üstünlük taslamasına müsaade etmeyecek. Kimsenin mağdur olmasına da izin vermeyecek, kimsenin haksız kazanç sağlamasına da izin vermeyecek. Yani orasının yaşanabilir bir ülke olmasının en temel öğelerinden biri hukuk OHAL bunu yok etti. 

DÖVİZİN YÜKSELMESİNDE DE OHAL’İN ETKİSİ VAR

Diğer taraftan OHAL ile kurumları, yani devleti devre dışı bıraktılar. Mesela meclis devre dışı bırakıldı. Meclisin yapması gereken işleri şu anda bir OHAL kararnamesiyle yapılıyor. Mecliste tartışılıp neyin doğru, neyin yanlış olduğu kanaatine vardıktan sonra olması gereken işleri tek bir kişi, bir kararnameyle yapıyor. İçerideki iç barışa büyük bir zarar verdi. 

Ekonomik olarak da büyük bir zarar verdi OHAL. Bizim gibi ekonomisi dış yatırımla ayakta kalan ülkeler, yatırımcıya güven vermek zorunda. Yani, yabancı yatırımcı parasını götüreceği ülkeye ne kadar güvendiğine bakar. Güveniyorsa parasını  götürür yatırım yapar. Çünkü gerektiğinde parasını alıp çıkabilmesidir önemli olan. OHAL gibi durumlarda yargısız, hukuksuz, kanunsuz bir şekilde istediği kişinin malına mülküne el koyma yetkisi olduğunda yabancı yatırım ister istemez ürktü ve geri çekildi. 

Şimdi mesela dövizin yükselmesinde OHAL’in çok ciddi etkisi olduğu söyleniyor, bunu bütün ekonomistler söylüyor. Ben ekonomist değilim ama aklı başında olan birçok ekonomistin söylediği şöyle bir şey var: şimdi iktidar yarın çıksın desin ki yarın OHAL’i kaldırıyoruz dövizler küt diye aşağıya düşer, Yani gerginlik daha azalır. 

Çünkü yabancı yatırımcı, bunlar bir kararnameyle insanların malına mülküne el koyuyor, benim parama da el koyması yüksektir deyip çekiliyor. Çekildiği için de döviz yükseliyor. Sadece yabacı yatırımcı da değil. Bankada parası olanlar ne olur ne olmaz diye çekip ya yurtdışına gönderiyor veyahut ekonominin dışına çıkarıyorlar. 

O yüzden OHAL her ne kadar 15 Temmuz sonrası bir örgütle mücadele aracı olarak ortaya koyulmuşsa da ne yazık ki amacından saptı. Korkunç bir boyuta geldi ve tek kişinin (bu tek kişi ister Tayyip Erdoğan olsun fark etmez, ben de olabilirim, siz de olabilirsiniz, Ahmet de olabilir, Mehmet de olabilir) aklıyla bir ülkeyi yönetecek bir enstrümana dönüştü ki bu zaten başlı başına korkunç bir şey. 

SİYASAL İSLAM AMACINDAN SAPMADI, AMACI YOKTU

İslami hizmet adına siyaset yolunu seçen siyasal İslamcıların Türkiye’de geldikleri nokta amacından saptı. Siyasal İslam’ın ülkeye verdiği zararı nasıl görüyorsunuz?

Şimdi, asıl sorun şurada; Siyasal İslam amacından sapmadı, amacı yoktu. Amacının ne olduğunu biz bilmiyoruz. Ben de bilmiyordum. Bilen bir Allah’ın kulu varsa İslamcılardan çıksın söylesinler. Var olan haksızlıkları gidermekten başka İslamcılığın amacı neydi? Nasıl bir Türkiye tasavvur ediyordu? Topluma ne vaat ediyordu? Farklı inançtan, farklı kültürden, farklı ideolojiden insanlarla nasıl bir diyalog kurmayı öngörüyordu mesela. Demokrasi iyi mi diyordu? Demokrasi iyi değil mi diyordu? Demokrasi değil diyorsa yerine ne öneriyordu? Bunlarla ilgili bir kanaatimiz var mı? Yok.

Laikliğe mi karşı, yoksa geçmişteki problemli uygulamalarına mı karşı? Nasıl bir şehircilik öngörüyordu İslamcılık mesela? Var mı kafalarında? Yok. nasıl bir kültür politikası, nasıl bir eğitim politikası vardı? İmam Hatip mi bütün eğitim politikası? 

Bunların hiç biri olmadığı için bir sapmadan bahsedemeyiz. Esasında İslamcılık bir tepki hareketiydi. Yani o öyle olmaz demenin adıydı. “Peki öyle olmaz nasıl olsun” denildiği anda çöktü çünkü nasıl olması gerektiği konusunda bir netlik, bir konsensüs yok. Ak Parti iktidarıyla biz İslamcıların bir sözlerinin olmadığını gördük, var  zannediyorduk geçmişte İslamcıların bir ülke görüşünün olduğunu, İslamcıların bir kültür politikalarının, bir eğitim politikalarının, bir dış politika anlayışlarının, iç barışı sağlayacak bir enstrümana sahip olduklarını zannediyorduk meğer hiçbiri yokmuş. İktidar bize bunu gösterdi. Bunun çıkmasıyla beraber, İslamcıların kendi içlerinde yaşamış oldukları o bocalama, o çamur içerisindeki patinaj döndü.

Diğer yandan İslamcılık esasında bir yolsuzluk hareketiydi. Bu çok ağır bir tabir olabilir farkındayım o nedenle açayım: Bütün dünyadaki İslamcı hareketlerin yaptığı, yapabildiği tek bir şey vardı: Yoksul insanlara yardım etmek, çocuklarını okutmak, bedava eğitim, hastane hizmeti sunmak ve bunun karşılığında da onların gönlünü “Dava”ya ısındırmak.

Bir anlamda insanların yoksulluğunu istismar edip umutlarını çaldılar.İşte bunun üzerine bina edilmiş bir hareket fikirler, görüşle, sorunlara sunduğu çözüm önerileriyle değil bu yardımlarla büyüdüler. 

İSLAMCILIK İSLAM’I LEKELEYEN BİR CANAVARA DÖNÜŞTÜ

İktidar olduklarında da işler yardımla dönmez aşamaya geldi. Eğitim politikası lazım, Kültür politikası lazım. Dış politika lazım. Bunlar olmadığı için de çöktüler. İslamcılıktan bağımsız olarak bir yerde bir inanç olarak durabilirdi, insanlar inancını yaşayabilirdi, istedikleri gibi giyebilirlerdi, istedikleri gibi hareket edebilirlerdi, ibadetini istedikleri gibi yapabilirlerdi. Fakat ne zaman ki  din siyasetin enstrümanı yapıldıysa siyasetin bütün lekeleri dine de bulaşmaya başladı. İşte o ideoloji yani İslamcılık, aynı zamanda İslam’ı da yutan, İslam’ı da zedeleyen, İslam’ı da lekeleyen bir canavara dönüştü. 

Peki bu bize neyi gösteriyor? Eğer din, inanç siyasetin bir enstrümanı yapılırsa, toplumsal meselelerde belirleyici bir norm olarak kabul edilirse bu çatışmadan başka bir şey getirmiyor. Üstelik bundan en büyük zararı o dine inanlar görüyor, bunu bize gösterdi. Ak Parti bunu gösterdi. Göstermekle kalmadı o zararı, o lekeyi sistematik bir şekilde, çok kararlı bir şekilde vermeye ve o lekeyi İslam’ın kendisine sürmeye devam etti. İslamcı veyahut dindarların iktidarını hayat bir tercihle baş başa bıraktı: iktidarınızdan mı vazgeçeceksiniz yoksa İnancınızdan mı? Akılla, bilimle, demokrasi ile ülkeyi yönetemeyeceklerini fark ettiklerinde dine, dinin hamasi yönüne sarıldılar. İşte burada o tercih çıktı önlerine. Çünkü yukarıda dediğim gibi din siyasetin enstrümanı yapıldığında en büyük zararı din görecekti.

İktidardan vazgeçmemek için  “Biz inancımızdan vazgeçiyoruz” demiş oldular. Ne demek bu? Eğer dini siyasetin bir enstrümanı olmaktan çıkarsalardı, topluma, ülkeye söyleyecek bir sözleri yoktu ve boşluğa düşüyorlardı. Çünkü topluma uyumlu politika üretmekte zayıf kaldılar. Böyle olduğu için inanca sarıldılar. Dini sermaye yapıp pazara sürdüler. Ve inanç Biraz önce dediğim gibi  “Evet biz inancımızdan vazgeçiyoruz” demiş oldular.

KÖTÜLÜKLERE SESSİZ KALIYORUZ

Peki hocam sizin bu eski mahalleniz Türkiye’de yaşananlara karşı neden sessiz? Orada eskiden bir İslam Türküsü vardı. Şimdi onun yerini Erdoğancılık aldı diyebilir miyiz? 

Şimdi mesele Türkiye’deki şu mahalle, bu mahalle meselesi değil. Türkiye’de kötülüklere sessiz kalma sadece AK Parti tabanına has bir şey değil, bütün kesimlere has bir şey. Bütün kesimler kendinden olanın kötülüğüne sessiz, karşı tarafın kötülüklerine cengaver bir şekilde karşı duruyorlar. Bu insan yapısıyla ilgili bir şey. İnsan, kendinden olanın hatasını pek kolay kolay görmüyor. Zihin, yapı, duygu, karakter, fıtrat neyse o, kendinden olanın hatasını bir şekilde yumuşatmasına neden oluyor. 

Mesela, kendi çocuğunuz evde kıyamet koparır, gürültü yapar, bardak kırar, cam çerçeve indirir; “Evladım yapma” demekle geçiştirirsiniz. Ama diyelim ki bir akrabanızın çocuğu veyahut bir komşunuzun çocuğu gelir az biraz canınızı sıkacak gürültü yaptığında; “Ya bu da ne kadar terbiyesiz, annesi babası hiç mi terbiye vermemiş” durumuna gelirsin, bu böyledir. Bu insanla ilgili bir şey.

Bunun bir insan doğası ile akalı yönü var bir de ülkemize has bir durum. Çünkü biz toplum olarak kötülüklere karşı bir refleks sorunu yaşıyoruz. Sadece Ak Partililer değil. Buna CHP’lier dahil, Atatürkçüler dahil, bütün kesimler dahil, niye? Çünkü biz değerleri olmayan bir toplumuz. Çünkü mesela hepimiz hırsız olduğumuz için, hepimiz ama hepimiz hırsız olduğumuz için hırsızlık bizi yeterince rahatsız etmiyor. Dürüstlük değerimiz törpülenmiş. Dürüstlüğe karşı olan hassasiyetimiz yara almış. Ne demek hepimiz hırsız? Sistem Türkiye’de bireyleri hırsız yapmak üzere kurgulanmış. 

Çocuğunuzu okula kayıt ederken torpiliniz bulmazsanız, bir devlet dairesine giderken araya tanıdık koymazsanız, bir tapu devri yaparken vergi kaçırmazsanız, trafikte kural çiğnemezseniz budala muamelesi görüyorsunuz. 

Yani trafikte siz kurallara uyuyorsunuz, yüzlerce araç kurala uymuyor ve siz normalde bir saatte alacağınız yolu, o kurallara uymayanların yüzünden iki saatte alıyorsunuz. Mesela şöyle demeye başlıyorsunuz; “Ben aptal mıyım? Ben niye kurala uymayayım ki?” deyip bu sefer siz de kurala uymamaya başlıyorsunuz.  O yüzden bu durum sadece Ak Partililere has bir şey değil, tüm kesimler için geçerlidir. Fakat işin ilginç yanı; herkes öteki kesimin sorunlu olduğunu kabul eder. Mesela PKK’nın HDP üzerindeki vesayetine ses çıkaramayanlar Erdoğan’ın AKP üzerindeki vesayetine ses çıkaramayan AKP’lilere kızıyor. Fetullah Gülen’e tek bir söz edememiş insanlar Erdoğan’ı niçin bağlılar niçin ona itiraz etmiyor diye AKP tabanına kızıyor. 

BİZDEN OLANIN KUSURUNU GÖRMÜYORUZ

Veyahut muhalif kesimler Ak Partililere derler ki; “Nasıl olur da dindar insanlar yolsuzluğu sorun etmezler, nasıl olur? Biz anlamıyoruz. Ak Partililer bu kadar yolsuzluk iddiasına rağmen, nasıl olur Ak Parti’ye oy veririler?” diye bunu çok sorarlar Bu soruyu soranların önemli bir kısmı CHP’nin  “İBB seçimlerinde parti liderinin geçmişte yolsuzlukla itham ettiği kişiye oy vermekten imtina etmediler. Mesela biz hiç bir CHP’liye dönüp; “Ben nasıl oldu da genel başkanımın yolsuzlukla itham ettiği bir adaya oy verdim?” demiyor. Çünkü Kendininkini meşru görüyor, ama Ak Partilinin yaptığını çok büyük bir felaket olarak görüyor. 

Peki nereye varıyorum buradan? Bu bizim toplumsal yapımızla ilgili, bu sadece bir kesimle ilgili bir şey değil; bu yetişme tarzımızla ilgili, kültürümüzle ilgili bizden onlardan ayrımının zihnimizde yarattığı bir hastalık. Ve o hastalık her tarafta var. Bizden olanın kusurunu görmüyoruz, bizden olmayanın kusurunu ateş püskürüyoruz, bu. Nedeni bu.  İktidar mensuplarında bu refleks bu değerlerden kopma daha belirgin oluyor çünkü ortada bir iktidar var. elindekini kaybetme korkusu var. Geçmiş travmaları var. ve de yoksulluğa teslim olmuşluk var. Bütün bunlar insanları iktidarın hatalarına karşı daha duyarsız yapıyor. 

VARLIKLARINI LİDER KARİZMASIYLA KORUMAYA ÇALIŞIYORLAR

Eski mahalledeki İslamcılık türküsü yerini Erdoğancılığa mı bıraktı?

Şimdi İslamcılar, ilk soruda cevap verdiğim konu  gibi söyleyeyim; ne yapacaklarını, nasıl bir Türkiye istediklerini, demokrasi yerine ne koyacaklarını, nasıl bir eğitim politikası, nasıl bir kültür politikası, sanat politikası, nasıl bir dış politika uygulayacakları  konusunda hiçbir hazırlıkları yoktu. İktidara geldiler, büyük bir boşluğa düştüler. O boşluğu Erdoğan kişisel ahlakı, kişisel, karizması, kişisel becerisi ile doldurmaya çalıştı. Artık İslamcılık yok, Erdoğanizim var. Yani Atatürkçülüğün değerleri vardı, onu gerçekten savunan insanlar vardı. Sonra iktidarda iktidar çıkarcılığı ile iş Kemalizme dönüştüyse şimdi bir benzerini bunlar yapıyorlar. Artık değerler yok, artık bir amaç yok, alternatif söyledikleri hiçbir şey zaten yoktu. O yokluğu bir lider karizması ile doldurmaya çalışıyorlar şimdi. Bu bir anlamda100 yıllık bir hareketin dramı. Kendilerine itiraf edemiyorlar. Kendilerine itiraf ettiklerinde büyük bir boşluğa düşecekler. Biz bu topluma, bu ülkeye şunu söylüyoruz. Sorunların çözümüne şöyle önerilerimiz var diyemedikleri için  “Bizim çok iyi bir liderimiz var” deyip lider karizması ile varlıklarını korumaya çalışıyorlar. 

ÜLKEDE LİNÇ HAKİM

Linç kampanyaları, ihbar furyaları sebebiyle hedef tahtasına konan ihraç edilen binlerce insan var. İnsanlar düşüncelerini sosyal medyadan bile dile getiremiyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir ülkede önce birey oluşur. Bireylerin bir araya gelmesinden toplum oluşur. Toplumların ortak duyguyla ortak amaç için edinmesiyle de millet oluşur.  Önce birey oluruz, toplum oluruz sonra millet oluruz. Bir kere birey olmadık, kendi fikrimiz yok, kendi görüşürümüz yok, kendimize ait doğrularımız yok, kendi değerlerimiz yok. Neyimiz var? İçinde bulunduğumuz sürünün doğruları var. Hangi sürüye dahilsek onun doğruları var. Kimdensek onun değerlerinin güdümüne giriyoruz. Bu bizi sürüler halinde yaşayan bir canlı türüne dönüştürdü Türkiye’de. Siyaset tam da bundan beslendiği için bizim sürü halinde yaşamamızdan beslendiği için bu hali daha da kışkırttı. Daha da teşvik edici bir dile sahip oldu her zaman. Bu ister istemez toplumu daha da insan olmaktan uzaklaştırdı, hepimizi insanlıktan çıkardı. 

Bizim gibi sürü halinde, kendine benzer sürülerle yaşayan toplumlarda akıl değil duygu devrededir. Buna kitle psikolojisi denir. Bu psikolojinin hakim olduğu yerde düşünme, akletme, mantık yoktur. Sadece birbirleriyle işaretleştikleri sembol kelimeler, ses tonları vardır. Mesela ‘hurra’ diye bir ses duyduğunda nasıl bir refleks vereceğini alışkanlık haline getirmiş insanlar oluşur. Bir kelime ediyorsun yüz binlercesi aynı kelimeyi ediyor, çünkü akıl yok. Türkiye siyasetini sadece siyasetini de değil medyasını, sivil toplumunu, yargısını her tarafını kitle psikolojisi teslim aldığı için bu psikolojinin üretebildiği en dikkat çekici sonuç linçtir. 

TÜRKİYE’NİN GEÇERLİ TEK HUKUKU LİNÇ HALİNE GELDİ

Nerde kitle psikolojisi varsa linç orda vazgeçilmezdir, kaba kuvvet vazgeçilmezidir. Kitle psikolojisinde anlaşmak yoktur, anlamaya çalışmak yoktur, hukuk yoktur, adalet yoktur yargı yoktur. Tek bir şey vardır o da galip gelme, üstün olma, ezme, yok etme. Sosyal medya zaten buna çok meyilli bir ortam. Bu şartlarda linç kültürü hakim şuan. Türkiye’nin geçerli tek hukuku haline geldi linç.Türkiye şuanda ne yazık ki linç kültürüyle yönetiliyor. Bu sadece bir kişiyle ilgili bir şey değil, sadece iktidarla ilgili bir şey de değil artık maalesef bütün kesimler bu şekilde. Mesela biz yazar olarak kendinden olmayanı eleştirdiğimizde hayran oluyor okur,ne kadar güzel yazmışsın diyor. Fakat bir gün onu eleştirdiğimizde ( hakaret yok, küfür yok sadece eleştiri var) aynısını iktidar mensubunun yaptığının aynısı  o da yapıyor. Bu yüzden bu linç kültürü bütün kesimleri tesiri altına aldı, bunun nedeni de cehalet. 

AKP’LİLER BU SORUYA CEVAP VERSİN

Gündemde anayasa değişikliği başkanlık sistemi tartışmaları var. Ne diyorsunuz ne olur bu değişiklik sonucunda? Bir de milletvekili sayısının artma meselesi var?

Mesele burada vekil sayısı değil, mesele biz nasıl bir ülkede yaşayacağız. AKP’lilerin bu soruya cevap vermesi lazım. Bu Erdoğan meselesi değil, bu ülke meselesi, bu bizim çocuklarımızın geleceği meselesi. Tek bir adam, tekrar edeyim bu Erdoğan değil kim olursa olsun. Tek bir kişinin aklı tek doğru olamaz. Bütün bir ülkenin kaderini, çocuklarımızın geleceği tek bir kişinin aklına teslim edilmez. Hz Peygamber bir meselede fikrini açıkladığında Hz Ömer yakasına yapışır ve sorar “bu dediğim vahiy mi yoksa senin görüşün mü? Vahiyse tamam kabul ama senin görüşünse bunu kabul edemeyiz tartışmak zorundayız. Bu bir Peygamber, bu ne demek?

Tek başımıza 80 milyonun yönetim sorumluluğunu alamayız. Bu tek adam Bahçeli olsun, Kılıçdaroğlu olsun, Levent Gültekin, Ahmet olsun fark etmez. Bir ülkeyi bırakın bir ailede bile babanın dediği olmuyor her zaman. Orada bireyler var, çocuklar var onların görüşlerinin alınması lazım. Siz çocuğunuzla ilgili bir kanaatte bulunursunuz o da ‘baba bu öyle değil şöyle bir noktası var’ der. Ben görmemiştim dersiniz sonra. 

BU DEĞİŞİKLİĞE ‘EVET’ DEMEK KORKUNÇ BİR ŞEY

Tek adam rejimi kuruluyor. Erdoğan rejimi değil tek adam rejimi. Erdoğan Allah geçinden versin bugün var yarın yok dünya ile düz yaşayacak değil. Bu değişikliğe evet demek korkunç bir şey. Bir adam tek başına bakanlar kurulu atayacak, yargı mensuplarını atayacak, millet vekillerini seçecek, bütçeyi hazırlayacak orduya baş komutanlık yapacak, dış politikayı belirleyecek, iç politikayı belirleyecek, tek başına üniversitelere rektör atayacak, AYM üyelerini seçecek hepsini tek başına yapacak. Bu her şeyden önce o adamı zehirlemektir, o adama büyük bir kötülüktür. Bu herkes için böyledir. Erdoğan veya bir başkası fark etmez.

Bu en çok da AKP seçmenine yapılmış büyük bir kötülüktür. Tayyip Erdoğan’a sonra AKP’ye. Çünkü bu yetkilerle bu ülke yönetilmez, bu ülke parçalanır. Bu ülke sadece bir kesimden oluşan bir ülke değil. Bütün dünyada böyle bu sadece bizim ülkemizde değil. Yani ülkelerde farklı inançtan, farklı mezhepten, farklı ideolojiden milyonlar yaşıyor. Bu insanlar bir arada tutmanın en önemli ortak noktası o insanları yönetime ortak etmektir. Eğer bu tek adam rejimi kurulursa huzur ve toplumsal barış bozulur.

Zaten yüzde 10 barajı ne kadar büyük bir haksızlıktı, toplumun büyük bir kısmını sistem dışında tutuyordu. Bu baraj şuanda yüzde 50’ye çıkıyor. Yani yüzde 50’yi almayan yönetimde sorumlu olamayacak. Yüzde 50’yi bu ülkede kim aldı, nasıl aldı?  Diyelim ki yarın bu çoğunluğu Atatürkçüler aldı. O zaman dindarlar ne yapacak? Örnek veriyorum: dediler ki bundan sonra İHL’ leri kapatıyoruz, baş örtüsü yasak. Ne yapacaklar o zaman? Gidecekleri bir yargı yok yeni durumda. Haklarını arayabilecekleri hiç bir yer kalmayacak.  Bu yüzden mecliste 600 olmuş 300 olmuş bu değil mesele. Mesele bir ülke ayakta kalacak mı kalmayacak mı. Bu anayasa oylaması Türkiye’nin ayakta kalıp kalmayacağı oylaması. Ben Türkiye’yi bölmek istiyorum diyen herkes, ben Erdoğan’ın yok olmasını istiyorum diyen herkes başkanlık sistemine evet diyebilir. 

Peki seçilme yaşının 18’e indirilmesine nasıl bakıyorsunuz? 

Tamamen çocukça… Ne yaptığını bilmeyen anlamsız toplumun bir kesimine rüşvet olarak dağıtılan hamasi adım. 18 yaşında çocuğa Tekel bayisinden sigara alması yasak olan bir çocuğu milletvekili yapıyorlar. 

Peki sizce referandumun sonucu ne olur? 

Şu andaki hava referandumda ibrenin hayırdan yana olduğu.Sadece muhalifler arasında değil, AKP’liler arasında da homurdanmalar başladı.Çünkü Erdoğanizm İslamcıları, İslamcılığı da tasfiye etti. Bu nedenle orada da gidişata dair ciddibir endişe var. Toplumda endişe var. Özellikle AKP’liler de deErdoğan tamam da ya ona bir şey olursa bu yetkiler kimin eline geçecek endişesi giderek artıyor. Fakat ne olacağını kestiremeyiz. Erdoğan nasıl bir kampanya yapacak muhalifler nasıl bir kampanya yapacak bilmiyoruz.

Bu durumda muhalifler ne yapmalı?

Muhaliflerin büyük bir handikapı var. O da şu: Hedef kitle AKP seçmeni, yani onların ikna edilmesi gerekiyor. Onlara ulaşılması gerekiyor, onlara bu değişikliğin esasında onlar için nasıl bir kötülük olduğunu bu değişiklikten ne tür zararlar göreceklerinin anlatılması gerekiyor. Fakat bunu Türkiye’de başaracak bir muhalefet yok ne yazık ki. Çünkü muhalifler AKP tabanı ile nasıl konuşacağını, hangi kelimelerle onlarla konuşma yapacaklarını, onların nelere hassas olduklarını, neler istediklerini bilmiyorlar.

Bu yabancılaşma bir kesim için değil. Dindar biri de Atatürkçülerle konuşmayı bilmiyor. Veyahut MHP’li biri de Kürt hareketine mensup insanlarla konuşmayı bilmiyor.

Genel olarak birbirimize bir yabancılaşma var ve bundan herkes payına düşeni almış. Tekrar edeyim hedef kitler AKP’liler onlar ikna edilmesi gerekiyorsa onlarla konuşabilecek bir üslup gerekiyor. Hakaret ederek, bunlar zaten düşünmez diyerek veyahut meseleyi rejim tartışmasına çekerek o kesime ulaşamazlar. Muhalefetin bunu bir rejim değişikliği olarak lanse etmesi korkunç hata. Bu rejim değişikliği değil keşke öyle olsa yani rejim değişiyor ülke ayakta kalacak nasıl olsa bir yolunu bulur yanlışı düzeltebiliriz diyebiliriz. Ama bu rejim değişikliği değil bir ülkenin yıkıma gitmesidir. Dünyada tek bir adamın aklı ile yönetilmiş de iflah olmuş, ayakta kalabilmiş, refaha kavuşmuş, iç barışını sağlamış tek bir ülke yok. Bu değişiklik rejimi değil ülkeyi yıkar.

Bunu bütün AKP’lilere sabırla, efendilikle, dostça, kardeşlikle anlatmamız gerek. İkna olmuyorsa da “demek hata bende ben iyi anlatamadım” deyip tekrar deneyecek sabrı göstermek gerek. Rejim tartışmalarına girmeden bu değişikliğin bizi dünyadan, hayatta koparacağını bizi yıkıma götüreceğini anlatan, gösteren kısa filmler, tek cümlelik konuşmalar, yeri geldiğinde esprili hatırlatmalar. Hatta Erdoğan’ın bile kurtardığımıza vurgu yapan bir kampanya. Muhalefet eğer dilini bulamayacak, sıcak, olumlu, pozitif, birleştirici bir kampanya yapamayacaksa benim önerim bütünüyle susması. Muhalefet susarsa halk daha sağlıklı bir karar verebilir. Çünkü muhalefetin dengesiz konuşmaları halkı daha da irrite edip Erdoğan’ın yanında topluyor. 

İHRAÇ MESELESİ TÜRKİYE’NİN BÜYÜK YARASI

Hocam peki OHAL sonrası yapılan ihraçları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kanlı darbe girişiminin gerçek failleri ortadan yok olmuşken halk mağdur edildi, sorgusuz sualsiz infaz edildi.

İhraç meselesi Türkiye için büyük bir yara.  Ben AKP seçmeninin nasıl uyuduğunu çok merak ediyorum. Gece kafalarını yastığa nasıl koyduklarını hakikaten çok merak ediyorum.Yüz bine yakın insan işinden oldu, gerçek faillerin bir şekilde uzaktan yakından sağından solundan darbeyle alakalı olmuş,darbeye bulaşmış, alçak darbeye bir şekilde katkı sunmuş herkesin hesap vermesi gerekiyor. Bundan hiç şüphemiz yok. Bu konuda hem fikiriz ama gerçek faillerin firar ettiği asıl sorumluların kaçtığı bir çok yetkilinin kaybolduğu bir dönemde bir bankadaki memurun,bir kütüphanedeki memuru, Erzurum’un köyündeki bir öğretmenin,filan yerdeki gariban bir savcıyı işinden atmak büyük bir vicdansızlıktır. AKP’lilerin şunu düşünmesi lazım: Büyük bir aşırılık var, işinden atıyorlar yetmiyor SGK’sına FETÖ’den atıldı yazıyorlar çünkü başka bir yerde iş bulamasın istiyorlar bu da yetmiyor bir de pasaportunu iptal ediyor yurt dışına gidemesin hiçbir şekilde iş bulamasın.Yüzbinlerce insan açlığa mahkum edildi. Bunun içerisinde kaçı FETÖ’cüdür? Velev ki sadece söz konusu cemaate mensubu olsunlar, sonuçta insan. İktidar çıktı 17-25 Aralık milat dedi. 17-25 Aralık'tan önce bir bankada hesabı olan, bir sendikaya üye olmuş olan insanları işten attılar, bu büyük vicdansızlıktır. Ne yapmaya çalıştıklarını hakikaten anlamıyorum. Buna göz yuman buna ortak olan,oyuyla buna destek olan buna sessiz kalan bunu görmezden gelen herkes eninde sonunda bu vebalin tokadını yiyecek. Bir savcı kadının, savcılıktan atıldığı için evlere temizlikçi olarak gittiğini duydum. Pazarcılık yapan var. Dün bir okurum mail atmış: “Babamı işten attılar, üniversite öğrencisiydim, okulu bıraktım çalışıyorum. Fakat kazancım evi geçindirmeye yetmiyor, doğalgazımızı kestiler, abi bana yol göster ben ne yapayım.”

Böyle on binlerce insan var, bunun düzeltilmesi lazım bunun çözülmesi lazım.Bu ülkede insan olarak yaşayacaksak yanı başımızdaki aç susuz insanları görmezden gelemeyiz. Korkunç bir haksızlık var.Bu aslında FETÖ ile mücadeleye büyük bir darbe vuruyor.Çünkü gerçek faillerle değil garibanlarla uğraşılıyor.Bu mağdur oluşturmak demektir.Bunu kim hangi amaçla yapıyor gerçekten çok merak ediyorum çünkü mağdur oluşturduğunuzda gerçekleri her gün biraz daha örtmüş oluruz.Mücadele mi ediyorlar yoksa bazı örgütleri odakları büyütüyorlar mı şaşıyoruz.

BARIŞTAN UZAK DÜŞMANLAŞTIRICI BİR POLİTİKA VAR

OHAL’li Türkiye’nin terör bilançosunda yüzlerce can kaybı oldu. Tüm bunları sadece istihbarat zafiyetiyle açıklayabilir miyiz?

Tüm bunlar istihbarat zafiyetle açıklanacak bir şey değil. Bu iktidarın yanlış politikalarının sonucunda ülkeyi getirdiği bir uçurumdur. Biz bugünlere zembille gelmedik ki… Suriye politikasının sonucunun buraya geleceği 4 yıl önce söylendi.Herkes biliyordu burası IŞİD’in bataklığı haline gelecek diyorlardı, ama söylenenleri dinlemediler. Barıştan uzak düşmanlaştırıcı bir politika var.Çözüme dönük değil ezmeye yönelik politikalar yürütülüyor.Bunların hepsinin neticesi terördür.Bunu bitirmenin yolu vurmak,kırmak engellemek değil kaynağından  çözmektir.Ülkenin içindeki barış ortamını tesis etmek,toplumu birlik haline getirmek sorunları çözer.

Devleti  terörü engelleyecek bir politika ekseninde yönetmek gerekiyor. Devlet yok ki ortada artık. Yargı olmazsa terör örgütü üretir sistem.Bağımsız yargı bu işler için var zaten. Hukuk, insanlar hukuksuz yollara başvurmasınlar diye vardır.Yargın yok, polisin yok, askerin büyük yara almış. Sivil toplumun çökmüş, medyan çökmüş. Böyle bir ülkede ancak kargaşa olur, bu yüzden sorunları sadece istihbarata bağlayamayız.İktidarın son beş yıllık yanlış politikalarının sonucudur bu. 

BU DENKLEMİN BOZULMASI GEREKİYOR 

Peki ne öngörüyorsunuz? Ne yapmak lazım buradan çıkış için? 

Türkiye yetmiş dokuz milyon bir ülke. Bu kadar çaresiz bir şekilde böyle bir girdaba teslim olması utanç verici. Ortada bir siyasi denklem var. Bu denklemin bozulması gerekiyor. Var olan siyasi paradigma Tayyip Erdoğan’ın kurmuş olduğu paradigmadır. Bu paradigma içerisinde Tayyip Erdoğan’ı siyaseten yenmek mümkün değil. Nedir o: Siyaseti etnik, inanç, mezhep ideoloji düzleminde sürdürmek ve seçmenleri de buna göre bölmek gruplar haline sokma. Neticesinde de en büyük grubu da kendi almış zaten. Bunun bozulması gerekiyor. Yani gerçekten demokrat, gerçekten özgürlükçü, gerçekten eşitlikçi insan haklarına dayanan ve topluma güven verebilecek sözde değil özde bütünleştirici politika güden yeni bir organizasyona ihtiyaç var. Bu kurulmadığı müddetçe bu paradigmayı bu kilitlenmeyi çözme şansımız yok. Milletvekilleri, siyasetçiler, aydınlar, kanaat önderleri… Herkesin kafa kafaya verip kendi kazancını gözardı edip ülkenin kazancını esas alacak şekilde elini taşın altına koyması gerekiyor. Şöyle bir şey diyemeyiz: ‘Ey halkım sen bir gün akıllanacaksın bize geleceksin.’ Böyle bir şey yok. Halk korktukça iktidara daha çok sarılır.Allah muhafaza bir ekonomik kriz patlarsa o bir ülkeyi bütünüyle yıkıma götürür.Muhalif çevrelerde şöyle bir algı var: ‘Ekonomik kriz çıkarsa Tayyip Erdoğan zayıflar.’ Bu çok yanlış bir hesap. Ekonomik kriz çıkarsa içerdeki kargaşa artar. O ülkede yaşanmaz hale gelir. Bu yüzden iç barış bütünüyle bozulmadan toplumu bu korku çemberinin içinden dışarıya çıkaracak bir yol bir kanal açmamız gerekiyor. Bu açılmazsa, eğer bu anayasa değişikliği de meclisten geçerse ardından bir de ekonomik kriz çıkarsa Türkiye yönetilemez. Sadece Erdoğan değil bunu o saatten sonra hiç kimse yönetemez. Bu yüzden bir çıkış yolu bulmalıyız. Bu görev hepimize düşüyor.

Okunma Sayısı: 26890
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • feminel acaip

    20.1.2017 11:49:46

    Adres belli. Dönüp dolaşıp Üstad Bediüzzaman'ın 100 yıl öncesinden beri bu millet ve Alem-i İslam için olmazsa olmaz olarak şiddetle tavsiye ettiği Ahrar-Demokrat misyonu tekrar ortaya çıkarmadan ve iktidara taşıyıp orada muhafaza etmeden bu mübarek vatanda ve Alem-i İslam'da huzur olmayacak.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı