"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Trump Türkiye’ye ders olsun

21 Şubat 2017, Salı
Trump'ın tüm dünyada tepki çeken uygulamalarına karşı ABD yargısının sigorta görevi gördüğünü belirten Fatma Bostan Ünsal, getirilmek istenen ‘Cumhurbaşkanlığı sisteminde’ bunun olmadığına dikkati çekti. Ünsal, kuvvetler ayrılığının önemini vurgulayarak, “Trump örneği Türkiye’ye ders olsun” dedi.

Fatma Bostan Ünsal, AKP'nin kurucularından, Genel Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunmuş olan, ancak daha sonra AKP ile yolunu ayıran bir insan hakları aktivisti ve akademisyen.

- Dünden devam -

Referandum öncesi partilerin kampanyaları ve stratejilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Mecliste başlayan kavgalar, nefret söylemleri, karşılaştırmalar, ötekileştirmeler sokağa eve kadar taşındı...

Referandumun, hem usul olarak, yürütülüş şekli hem de içerik olarak gerçekten ciddî olarak tartışılması gerekiyor, ayrıca OHAL’de referanduma gitmek de tartışılmalı. Şimdi şöyle söyleniyor: “Fransa’da da OHAL var, orada da seçimler oluyor, bizde de OHAL’de referandum olur.”  Fakat bu çok anlamlı değil, çünkü Fransa’da OHAL var, ama basın hürriyeti, dernekler, tutukluluk ve kamu çalışanları ile ilgili tasfiye bu düzeyde değil. Yani 50 bin kişi tutuklu değil, 100 bin personel görevinden atılmamış, dernekler kapatılmamış, basına baskı yok ve muhalefet de bunu gündeme getirmiyor, buna itiraz etmiyor. Bugün Türkiye’ye bakıyoruz, basın hürriyeti ciddî anlamda kısıtlanmış durumda. Muhalefet de bunu eleştiriyor. Bu yüzden, Fransa ile özdeşlik kurarak “Türkiye’de de OHAL’de referanduma gidilir” denemez kanaatindeyim. Ayrıca Başkanlık ile ilgili ilmî çalışması bulunan Burhan Kuzu’nun ve başka üst düzey yöneticilerin başlangıçta OHAL döneminde referanduma gidilmez, gidilmeyecek tarzındaki ifadeleri onların da bu durumu canı gönülden kabul etmediklerini gösteriyor gibi.

İkincisi, nefret söylemleri ile ilgili olarak da aslında başbakanın da, hükümetin  başı olarak buna dikkat çekmesi aslında çok güzel. 

TOPLUMU GERMEYE ÇALIŞANLARA FIRSAT VERMEYELİM

Hatırlarsanız Yıldırım’ın şöyle referandumu bir ölüm kalım meselesi olarak görenleri eleştiren, toplumu germeye çalışanları eleştiren ve asla buna fırsat vermeyeceğini ifade eden bir tweeti yayınlanmıştı. Biz de aynı noktadayız. Hadi hep beraber toplumu germeye çalışanlara fırsat vermeyelim. Bunun ilk adımı ne olabilir? Bu referandumda “hayır” verecek olanları terörizme “evet” diyenler olarak lanse etmeyi eleştirelim. Çünkü “Teröristler ‘hayır’ der” demek, aslında biraz da bu referandumu ölüm kalım olarak kimin gördüğünü gösteriyor. Başbakan, “Bu referandum ölüm kalım meselesi olarak görülmemeli ve ortam gerilmemeli” derken doğru yerde duruyor. Bu itibarla “referandumda hayır çıkarsa iç savaşa hazır olun” diyen il başkan yardımcısının istifası, ortamın gerilmesini önleyecek çok olumlu adımdır. Yani prensipte başbakanla aynı fikirdeyiz , hadi bu ortamı hep beraber sağlayalım. Bu ortamı sağlamanın ilk koşulu “evet” ne kadar meşru ise, “hayır”ın da o kadar meşrû olduğuna herkesin ikna olmasıdır. Bunu insanların hem zihinlerinde, hem hislerinde her şeyi ile hissetmeleri lâzım, ama biliyoruz ki birçok rektör,  kamu görevlisi ‘evet’i çok rahat telâffuz edebiliyor, ama ‘hayır’ı aynı güvenlikte telâffuz ettiklerinden kuşkuluyum. Hatta bazen “hayır” görüşünü ifade edenlerin ölüm tehditleri aldıklarını biliyoruz, polisiye tedbirlerin alındığını okuyoruz. Ortamın gerilmemesinin garantisi ‘evet’ ve ‘hayır’ın eşit meşrulukta olduğu mesajının herkese verilmesidir, ancak o takdirde insanlar görüşlerini sunabilirler. 

Hep beraber Başbakan’la, gazeteciler olarak, sivil toplum kuruluşları olarak toplumu germeye fırsat vermeyeceğiz. Toplum neden gerilir? Bir taraf başkasını suçladığı zaman, öteki taraf da kendisini tehdit altında gördüğü zaman toplum gerilir. Eşitse durum işte herkes medeni bir şekilde görüşünü anlatır, ama var mı o zemin? Bir kere TRT’de eskiden bütün partiler eşit olarak temsil edilirdi. Bunun son zamanlarda bozulduğunu görüyoruz. Umarız referandum konusunda ‘evet’ ve ‘hayır’ eşit şekilde temsil edilir. Fakat son çıkartılan KHK ile RTÜK’ün seçim sürecinde basın organlarında propaganda faaliyetleri ile ilgili denetleme yetkilerinin sınırlanması hiç de olumlu beklentiye girmemize izin vermiyor. RTÜK’ün seçimde bu asimetrik propaganda yapan kanalların denetimini kaldırılması, gittikçe tek tipleşen medya ortamında daha da önem arz ediyor. Bu RTÜK’ün yetkilerinin bu şekilde kısıtlanması tek tipleşen bir medyada asimetrik propaganda yapılabileceği mesajını vermektedir. Pek çok medya kuruluşunun kapatıldığı, tek tipleşen medyada siz o medyanın da dengeli bir propaganda yapmasının zorunluluğunu kaldırıyorsunuz. Bu da toplumda gerilimi besleyecek bir adımdır esasında. Yani ‘hayır’ ifade edecek olan insanlar, kendilerini marjinalize edilmiş hisseder. Gerilim doğar haliyle.

Referandumla ilgili bir başka husus Sur, Cizre gibi yerleşim yerlerinin büyük oranda tahrip edildiği yerlerde seçmen kayıt sisteminin ve seçim güvenliğinin hiç kimsenin içinde kuşkuya yer kalmayacak şekilde şeffaf yürütülmesidir. 

Anayasa değişikliğinin temel sorunları düzelteceğine inanıyor musunuz? 

Şimdi usûlle ilgili bir tartışma daha yapalım, çünkü bizim camiada meclisin de bu kadar prestijli konumda olmasının nedeni 1. Meclis’dir. Çok çeşitli grupların bulunduğu, çetin müzakerelerin yer aldığı, parti aidiyeti üzerinde müzakerelerin yapıldığı bir meclisti. Ve Anayasa gibi toplumsal sözleşmelerin yapıldığı meclislerin esasen böyle çalışması gerekiyor. Sistem değişikliği, yani anayasa değişikliği parti aidiyetlerinin üzerinde bir oylamayla düzenlenmesi gerekiyor. İşte bu yüzden beğenmediğimiz 1982 Anayasası bile anayasa değişikliklerinde milletvekillerin kendi vicdanlarına göre oy kullanabilmeleri için “gizli oy” esası getirmiştir.  Mecliste anayasa değişikliğine yönelik olarak tartışmalar maalesef bu şekilde cereyan etmedi ve parti aidiyetleri üzerinde davranılmadı. Bu yüzden ben, yani Ak Parti milletvekilleri için söylüyorum, kendisi ‘evet’ verecek olsa bile milletvekillerinin görüşünün kendi müstakil görüşünün oluşturabilmesi ve bunu gizli oyla gösterebilmesi için özellikle ‘evet’ verecek olanların içeri girip, yani gizli oylamanın teminatı olacak şekilde davranmalarını beklerdim. Yani bakın biz parti aidiyetinin üzerinde bir hassasiyetle bakıyoruz ve her görüşe saygı duyuyoruz. Bu mesaj verilebilirdi. Hem tartışma olarak, hem de gizli oyla ilgili bariz eksikliklerle ve meclisteki tartışmaların seviyesizliği de anayasa değişikliğinden çok uzak olduğumuzu gösteriyor. 

Türkiye’nin esas gündeminde sizce neler var? Anayasa bu gündemlerin neresinde kalıyor?

Anayasa değişikliği, yani şu anda milletin gündeminin birinci maddesi olduğu kanaatinde değilim. Genç işsizliğinin % 20’den fazla olduğu, ekonominin son zamanda görüldüğü gibi çok daraldığı bir dönemde, halkın çoğunluğunun birinci gündem maddesi ekonomi ile ilgilidir. Benim gibi OHAL KHK’sından doğrudan etkilenen ve daha az sayıda olmasına rağmen, yine de milyonları bulan insanın da gündemi ile herhangi bir şekilde çakışmıyor. Hiç de azımsanamayacak sayıda insan tutuklu ve göz altılarla beraber ciddî mağduriyetler yaşıyorlar, bunların yaşadıkları son üç beş güne kadar ana akım medyanın gündem maddesi olmadığı için, genel toplumun gündemine de girmiyordu. Şimdi ana akım medyada tartışılıyor olması doğru bir şey, bir milyon insanı doğrudan etkileyen böyle bir mağduriyet işte. Çünkü siz kendinize yapılmasa da arkadaşınıza yapılandan da hem üzüntü duyuyorsunuz, üzüntünün haricinde sorumluluk duyuyorsunuz, gündeminizi bu oluşturuyor.

Bu yüzden anayasa değişikliği halkın ihtiyaçlarından ziyade iktidar partisinin ve Cumhurbaşkanının bazı siyasî öngörüleri ile denk düşüyor görünüyor. Başkanlık sistemi, birinci gelen partinin daha güçlü olarak temsil edilmesine imkân veriyor. Ben kişisel olarak, farklı görüşlerin temsil edildiği ve farklı görüşlerin de işte dikkate alındığı Parlamenter sistemi tercih ediyorum. 

Ayrıca karşılaştırmalı siyaset bilimi literatürünün bize gösterdiği gibi, parlamenter sistem daha istikrarlı ve daha zenginlik üreten bir sistemdir. Parlamenter Sistem-Başkanlık Sistemi karşılaştırmasını yapan Emre Bağce şu sonuçlara ulaşmıştır: Dünyada parlamenter sisteme doğru geçiş yaşanıyor, ABD dışında başkanlık sistemi ile yönetilen gelişmiş ülke yok ve adeta sistem değişikliğinin baş sebebi olarak gösterilen istikrar konusunda parlamenter sistemler çok daha başarılı, gelir düzeyi açısından ise Parlamenter devletler çok önde, Hindistan dışında 20.000 dolar GSMH’ya sahipken başkanlık sistemi ABD dışında 6.000 GSMH’ya sahiptir.

Yeni anayasanın muhtevasını nasıl değerlendiriyorsunuz peki?

İçeriğe bakacak olursak; birincisi Başkanlık Sistemi bizim daha önce yaşadığımız bir tecrübe olmadığı için mecburen başka ülkelerle kıyaslayarak anlamaya çalışacağız. Esasen bu değişikliğin meşrûlaştırmasında da kullanıldığı için başarılı Amerikan  Başkanlık sistemi ile karşılaştırarak ele almak yerinde olacaktır. Amerikan Başkanlık Sistemi’ne bakalım, bir kere Başkanın atadığı bakanlar –bunlara sekreter deniyor-  hepsi teker teker Kongre’deki komisyondan onay alıyor. O komisyonda bakanlar inanın ilkokulda öğretmenin karşısında sözlüye kalkmış öğrenciler gibi uzun süre sorguya tabi tutuluyor. Daha önce aldığı kararlar hakkında sorgulanıyor ve gelecekteki politika seçenekleriyle ne kadar uyuşacağı öğrenilmeye çalışılıyor. Yani tam olarak kök söktürüyorlar.  Bizde önerilen sistemde ise, bakanların Meclis’ten bu şekilde onay almasına gerek yok. Yine ABD’de Başkan yardımcısı da seçimler sırasında belirleniyor, yani o da seçiliyor. Bizde önerilen sistemde ise cumhurbaşkanına bir şey olursa o görevi yapacak olan başkan yardımcısı ile ilgili böyle bir zorunluluk yok. Cumhurbaşkanın atayacağı seçilmemiş herhangi birisi başkanın tüm yetkilerine sahip olabilecek. Seçim geçecek ve bir anda cumhurbaşkanı birisini seçecek, belki de halkın istemeyeceği birisi cumhurbaşkanı yardımcısı olabilecek. Aslında Amerika Birleşik Devletleri federal bir sistem olduğu için, yani federe devletler ciddi oranda güç sahibi oldukları için, zaten güç bir şekilde dağılmış olduğu için, Başkana çok güç verilse bile kontrol sağlanabilir.  Üniter siyasî yapıya sahip olan Türkiye’de öyle bir güç dağılımı olmadığı için aslında cumhurbaşkanının daha güçlü bir şekilde dengelenmesi gerekirken, tam aksine gücünün arttırıldığına dikkat çekmek istiyorum. 

YARGI BAĞIMSIZLIĞI TEHDİT ALTINDA 

İkincisi de Anayasa Mahkemesi’ne dikkat çekmek istiyorum. Çok iyi hatırlamıyorum, yani Obama, ya bir ya iki Anayasa Mahkemesi üyesi atamıştır. Bizde ise Anayasa Mahkemesi üyelerinin 2/3’ünü Cumhurbaşkanı atayacak. Başkanlık için örnek aldığımız ABD’de Anayasa Mahkemesi üyeleri ömür boyu bu işte kalıyor. Yani yargıçların öyle bir teminatı var. Şimdi Türkiye’deki AYM için böyle bir teminatı var mı? Öyle bir teminat olmalı ki Cumhurbaşkanı bir karar aldığında onun karşısında durabilsin ve mağduriyetlerin oluşmasına engel olabilsin. Benzer şekilde HSYK üyelerinin seçimi ile ilgili olarak da Cumhurbaşkanı’na tanınan yetki yargı bağımsızlığı ve yansızlığını tehdit edecek durumda.

Bir başkası meclisin feshi veya seçimlerin yenilenmesi diyoruz. Aslında bu durum erken dönem Parlamento deneyiminde İngiltere’de çok sık rastlanan bir durum. Meclis’in güç kazanması ile artık bu durumun terk edildiğini görüyoruz. Bu itibarla Meclis’in kendisinden başkasına seçimleri yenileme yetkisi vermenin izahı olamaz. Bu durumu normal göstermek için şöyle bir akıl yürütme kullanılıyor: 7 Haziran seçimlerinden sonra seçim yenilendi, yani şu andaki sistem de buna cevaz veriyor, o halde o kadar karşı çıkılmasının anlamı yok deniyor. Ama aslında Türkiye’de ilk kez böyle bir şey oldu, yani bunu da düşünmemiz gerekiyor. Türkiye’de ilk kez seçilen bir parlamento, içinden bir hükümet çıkaramadı. Bunu Türkiye halkı olarak bizim eleştirmemiz gerekiyor. Eleştirel bir gözle bakmamız gerekiyor. İkincisi, öyle ya da böyle bu ilk kez olsa bile seçimlerin yinelenmesi bir şarta bağlıydı, hükümet kurulamama şartına bağlıydı. Cumhurbaşkanına herhangi bir şarta bağlı olmadan seçimlerin yenilenmesi yetkisi verilmesinin izahı olamaz. Ayrıca var olan kötü uygulamaları düzeltecek adımlar atmak yerine, onları yeni değişiklikleri meşrulaştırmak için kullanmak hiç akıl kârı değil. Şu andaki sistem yanlışsa düzeltelim. Niye yanlışı devam ettirecek, hatta daha da yanlışı pekiştirecek şeyler yapalım, bunu da ilke olarak düşünmemiz gerekiyor. 

SORUNLU DURUMLAR VAR

Yine içerik olarak baktığımız zaman aslında hep sigorta diyoruz ya, işte nasıl arabada emniyet kemeri gibi, siyasî anlamda emniyet kemerleri Anayasa Mahkemesi’dir, bağımsız basındır, Sayıştay denetimidir. Siyasetteki sigortalar olarak pek çok kurum üretmiştir. Hatta Trump örneğinde en son bunu çok iyi gördük. Trump çok büyük haksızlıklara yol açacak bir karar aldı. 7 ülkeden gelecek olan yeşil kart sahiplerinin bile sınırdan dışarı atılacağına hükmetti. Bazıları uçaklarına binemediler bazıları Amerika’ya gelmiş olanlar olsa bile göz altına alınmaya ve sınır dışı edilmeye çalışıldı. Beş yaşındaki çocuğun eline kelepçe takıldığını gördüm. Çok yanlış bir karar. Şimdi eğer Amerikan sisteminde bir sigorta olmasaydı, yani yargı olmasaydı binlerce mağdur olacaktı. Hatta bunlardan bir tanesi belki gördünüz Irak savaşında ABD adına çalışan bir Iraklı tercüman. Yani bu politikalarla düşmanlarınızı arttırırsınız, dostlarınızı azaltırsınız bu tür mekanizmalarınız olmadığı takdirde. Trump Türkiye’ye ders olsun.

Yine Cumhurbaşkanının tek başına olağanüstü hal uygulanmasına karar verebilmesi sorunlu bir duruma işaret ediyor. Cumhurbaşkanına verilen kararname çıkarma yetkisi ise özellikle OHAL döneminde çıkarabileceği kararnamelerin bu dönemde Anayasa Mahkemesi’nin önceki içtihadına karşı şekilde yargı denetiminden muaf tutması ışığında değerlendirildiğinde kritik önemdedir. Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi OHAL döneminde çıkarılan kararnameler ile ilgili yargı yetkisinin olmadığını ifade etmiş ve hakları kısıtladığını düşündüğümüz 82 Anayasası’na bile aykırı davranmıştır. Çünkü Anayasamız olağanüstü halin ilanı ile beraber o dönemde çıkartılan kararnamelerin belli kriterleri taşıması gerektiğini va’z ediyordu. Anayasa Mahkemesi OHAL dönemi kararnamelerini incelemeyi reddetmesi yürütmeyi ciddi anlamda OHAL uygulamaya teşviktir aslında. İşte Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı OHAL ilân etme yetkisi tek başına alabilecek Cumhurbaşkanının çıkaracağı kararnamelerin yargı denetiminden muaf olabileceği tehlikesi ile beraber düşünüldüğünde büyük sakıncaları olabilecek husus olduğu açıktır.

Referandum sonrasında bile Anayasamız ile ilgili sorunlarımız devam edecek hala “darbe anayasası” olarak tanımlanmaya devam edecek var olan Anayasamız. Bu yüzden geçen dönem Meclis’in çok güzel bir çalışması olan ve yaklaşık 66 madde üzerinde uzlaşmanın sağlandığı büyük emeklerin sarfedildiği bu deneyimin değerlendirilmesi çok yerinde olurdu. 

RÖPORTAJ: N. NUR ENER

Okunma Sayısı: 10028
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Can

    8.4.2017 23:19:29

    Helal olsun...

  • Mustafa

    21.2.2017 12:52:01

    Gerçekten doğru söylüyor. Helal olsun. Bu gün bir çok insan khk larla işinden atıldı referandum onaylanırsa herkesin evi işi malı mülkü risk altında olacak bir khk ile işsiz güçsüz malsız mülksüz kalacak

  • Ayse

    21.2.2017 08:22:44

    Bu tip cesur cikislarin cok olmasi gerek

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı