"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

‘Türkiye’ye dost lâzım’

18 Kasım 2016, Cuma
Genel Yayın Müdürümüz Kazım Güleçyüz, gazeteci sıfatıyla Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı dönemindeki 41 ülke seyahatine katıldı. Gözlemlerini ve intibalarını kitaplaştıran Güleçyüz, gelecek nesillerin Demirel’li yılları anlaması için önemli bir kaynak olarak ‘Demirel’le Dünya Turu’ kitabını okuyucularla buluşturdu.

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 41 ülkeye yaptığı ziyaretlere katılan Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz, bu gezilerdeki yazılarını kitaplaştırdı. Yeni nesillerin Demirel’li yıllardaki dış ilişkileri anlaması için önemli bir kaynak olan ‘Demirel’le Dünya Turu’ kitabı, hem o dönemin dış siyasetine ayna tutuyor, hem de Demirel’i tanıma noktasında yeni ipuçları veriyor. Güleçyüz’le kitabı hakkında bir söyleşi yaptık.  

Röportaj: Ülker Yılmaz Caba / [email protected]

Bu ülkeye senelerce liderlik yapmış Süleyman Demirel’in devlet adamlığı ve basına karşı tutumundan bahsedebilir misiniz?

Demirel’i tanımlarken kullanacağımız ilk sıfatlardan biri demokrat olması ve demokratlığın gereklerini uygulamaya da yansıtması. Basınla olan ilişkilerinde de bunu gördük. Ben yurt dışı gezilerinin 41’ine katıldım. Çok farklı görüşlere sahip olan gazetecilerle birlikte. Ayrımcılık yapılmadı. Bu gazetecilerin içinde Demirel’i çok şiddetli ve insafsızca eleştirenler de vardı. Ama Demirel bunları hiçbir zaman sorun yapmadı. Bunun yanında gezilerde Demirel toplumun farklı kesimlerinden, yani içerideki çeşitliliği yansıtan bir kompozisyon oluşturmaya dikkat ederdi. Gezi heyetlerinde ilgili bürokratlar, iş adamları, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, belediyeler...den her gezide gidilen ülke için özenle seçilmiş temsilciler mutlaka bulunurdu. 

Anladığımız kadarıyla Demirel döneminde farklı fikirlere müsamahalı bir yaklaşım vardı. O dönem daha özgürlükçü bir dönem miydi?

Demirel’in hem şahsından, hem de temsilcisi olduğu misyondan kaynaklanan bir demokratlık vardı o dönemde. Fakat sistem açısından sorarsanız, askerî vesayetin çok güçlü olduğu dönemlerdi. Hatta Demirel’in defaatle ihtilâllerle devrilmesi o vesayetin gücünü ve sistemin antidemokratik özelliğini ortaya koyan sonuçlardı. Yine de onlarla mücadele etti. Ağır vesayetin yoğun baskılarına rağmen gerek başbakanlığı, gerek Cumhurbaşkanlığı döneminde demokratlığın gereklerini olabildiği ölçüde yapma gayreti içinde oldu. 28 Şubat döneminde bazı tavırları eleştirilse de, gerçekte nelerin önüne geçtiği, bugün yaşananlarla çok daha iyi anlaşılıyor.

Kitabınızda seyahatlerden aktardığınız notlara göre Demirel dış ülkelerle ilişkilerinde ılımlı ve yapıcı bir tavır sergiliyor. Günümüzde komşular dahil, birçok ülkeyle gerilimler yaşadığımız bir dönemdeyiz. Bir kıyaslama yapmamız gerekirse, iki döneme de şahit olmuş biri olarak neler söyleyebilirsiniz?

Demirel hep çok boyutlu bir dış politika uygulama gayreti içinde oldu. Türkiye’yi pozitif eksende olabildiğince dünyaya açmaya çalıştı. “Bize dost lâzım” diyordu. Onun için Güney Amerika’ya, Brezilya, Arjantin, Şili gibi ülkelere zannediyorum ilk giden Cumhurbaşkanı oldu. ABD’ye, Çin’e, Endonezya’ya, Filipinler’e gittik. Orta Asya’ya defaatle gittik. Kuzey Afrika, Orta Doğu, Avrupa ülkeleri, Gürcistan, Karadeniz havzası, Filistin ve İsrail... Gidilen ülkelerle iyi ilişkiler kurma ve birtakım somut projelerle bunları geliştirme esası üzerinde yürüdü Demirel. Şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gittiği birçok ülke daha evvel Demirel tarafından gidilmiş ve böyle bir altyapı oluşmuş ülkelerdir. Zaten devlet hayatında bir süreklilik vardır. Kişiler değişse de devletler arası ilişkiler, anlaşmalar devam eder. 

Burada şunu da söylemem lâzım: Demirel’in özellikle ortak bağlarımız olan ülkelerle birtakım müşahhas projeler üzerinde yoğunlaştığını, onlarla bunları paylaştığını ve etap etap ilerletmeye çalıştığını görüyoruz. Meselâ geleneksel hale gelen Türk Zirveleri vardı o zaman. Her zirve farklı bir Türk Cumhuriyetinin başkentinde yapılırdı. Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan gibi. Bu ülkeler yeni cumhuriyetlerdi. Demirel, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bu ülkelerle olan ilişkileri çok dikkatli ve dengeli bir şekilde götürüyordu. Batıyla da ilişkileri olan, tecrübeli bir devlet kimliğiyle yardımcı olmaya çalışan, onlara ufuk açan, birtakım problemler olduğunda bunları aralarında istişare ile çözmeleri gerektiğini, onlarda bir alerjiye yol açmadan telkin eden tavsiyelerde bulunurdu. 

Kıt’aları birbirine bağlayacak çalışmalar yapıldı

Yine o dönemde uluslar arası ortaklık projelerinden biri olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü vardı. Başta Rusya, Karadeniz’e sahili olan ülkelerin tümünün dahil olduğu bir örgüt ve Türkiye burada lokomotif ülkeydi. Bunu Demirel çok önemsiyordu ve hayatiyetini devam ettirmek için çok gayret sarf ediyordu. 

Bir başka örgüt Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı (ECO). Burada Türk cumhuriyetlerine ilâveten, Afganistan, Tacikistan, Pakistan, İran gibi ülkelerle doğalgaz, enerji, ulaşım, sınır aşan demiryolu ve karayolu projeleri ile İpek Yolu’nun modernize edilmesi gibi kıt’aları birbirine bağlayacak çalışmalar gündemdeydi. Demirel mühendis kimliğiyle bu anlamda ülkelerin ekonomik potansiyelini de dikkate alarak, “Bunları hep beraber karşılıklı geliştirmeye çalışalım ve birlikte istifade edelim” anlayışındaydı. 

İkili ilişkiler ve Balkanlar

Bunların dışında meselâ Mısır’la periyodik olarak yılda iki defa bir orada bir Türkiye’de liderler görüşürlerdi. İkili ilişkileri, bölge meselelerini istişare ederlerdi. Aynı şekilde Romanya ve Bulgaristan’la liderler düzeyinde geleneksel hale gelen üçlü bir istişare sistemi kurulmuştu. Demirel Balkanlar’a çok önem verirdi. Orada da Sovyetler Birliği çöktükten sonra bilhassa eski Yugoslavya’nın dağılma sürecinde çok ciddî sorunlar yaşanmıştı. Bosna’daki katliâm, Arnavutluk’taki, Kosova’daki gerilimler... Demirel oralara sık sık giderek bu meselelere hal çaresi arardı ve diyaloglarıyla bunu sağlamaya çalışırdı. 

Maalesef bunların büyük bir ekseriyeti çoktandır gündemden düşmüş durumda. Ne ECO’dan bahsediliyor, ne Türk Zirveleri yapılıyor, ne de Karadeniz İşbirliği var gündemde.

‘Dünya devleti lafla olunmuyor’

Dünya devleti lâfla olunmuyor. Dünya devleti olmanın gerekleri, içinizde insan hakları, demokrasi ve hukuku muhkem bir şekilde ilerletmek, bunun yanında dünyayla da pozitif ilişkiler içerisinde olmak. Biliyorsunuz, son dönemde, aslında doğru olan ‘komşularla sıfır sorun’ gibi bir söylemle yola çıkıldı, fakat gelinen noktadaki durum, maalesef herkesle kavgalı bir tabloyu gösteriyor. İç ve dış politikadaki sıkıntılar da birbiriyle irtibatlı şekilde ve birbirini tetikleyerek büyüyor.

AB süreci son günlerde tartışılan önemli konulardan biri. Demirel’in bu konudaki yaklaşımı neydi?

Önce şunu ifade edeyim: Türkiye’nin AB üyeliği, bilhassa oradaki demokrasi kriterlerinin bize de taşınması açısından önemli. AB ile ilişkileri ilerleterek, hem oradaki hak ve özgürlük, demokrasi ve hukuk standartlarını ülkemize de hâkim kılmamız, hem de ekonomimizi geliştirmemiz gerekiyor. AB, bu açılardan bizim için çok büyük bir avantaj. Başta Almanya olmak üzere dış ticaretimizin büyük bir bölümü Avrupa ile. İslâm ülkeleri nezdindeki yerimiz de AB üyeliğiyle daha prestijli ve cazip bir konuma gelecek. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in son beyanları da aynı şeyi ifade ediyor. Doğru olan yaklaşım bu.

Ama bir taraftan devletin üst kademelerinden, ipleri koparmaya yönelik sert ve keskin mesajlar veriliyor. Bunun yanında AB’nin içinde de Türkiye’yi istemeyen ve birliğe üye olmasını engellemek için elinden geleni ardına koymayan birtakım çevreler var. Fakat bu sürecin canlı tutulması, meydana gelen hasarların onarılması ve tıkanıklıkların aşılması gerekiyor.

AB sürecinde kritik eşik Demirel’le aşıldı

İşte Demirel hep AB sürecinin ilerlemesi için çalıştı. Hatta, AB 1999 Aralık’ında bizim aday olduğumuzu resmen kabul ve ilân ettiğinde o günkü hükümetin başında Ecevit vardı ve AB’ye hayır deme eğilimindeydi. Demirel o dönem cumhurbaşkanıydı, ağırlığını koyarak buna engel oldu ve Türkiye’nin adaylık süreci başladı. Demirel’in kararlı bir duruş sergilemesiyle çok kritik bir eşik aşılmış oldu. 

Çünkü Demirel ihtilâller ve askerî vesayet gibi engelleri kendi iç dinamiklerimizle aşmakta zorlandığmızı tecrübeleriyle de bildiği için AB’ye büyük önem veriyordu.

Okunma Sayısı: 6456
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Özcan Erkiş

    18.11.2016 16:45:02

    Söyleşi/röportaj fevkalade güzel ve faydalı hususları ihtiva ettiğinde teşekkür ediyoruz. Röportajn en son paragrafındaki cümle:" Çünkü Demirel ihtilaller ve askerî vesayet gibi engelleri kendi iç dinamiklerimizle aşmakta zorlandığımızı tecrübeleriyle de bildiği için AB ye büyük önem veriyordu."işte vizyon sahibi devlet adamı dedirtiyor. Bunun mefhumu muhalifi de şu oluyor demektir: Sivil ve askerî vesayet yahut dikta rejimini isteyenlerin önündeki en büyük engellerden biri de AB olduğundan, ona ehemmiyet vermeyerek, AB yi Türkiye'den ve Türkiye'yi AB den uzak tutmak suretiyle tek adam rejimini kolaylıkla tesis etmek...Zira şu andaki ortam buna müsait hale getirilmiş vaziyette. OHAL, KHK, korku ve baskı, muhalefet ve muhalifler "etkisiz hale"getirilmiş, STK ve cemaatlar suskun yani kısaca yağ ve şeker ve un mevcut olup sıra helva yapmaya gelmiştir. O da inşaallah millet için "zehirli bal"hükmünde olmaz...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı