"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zulüm kimden gelirse gelsin karşı çıkalım

11 Nisan 2017, Salı
Prof. Dr. Cihangir İslam, “Müslüman hayatını, hak-batıl, Doğru-Yanlış üzerine Haksızlığın karşısında susmamak üzerine temellendirir” dedi.

Prof. Dr. Cihangir İslam insan hakları savunucusu, MAZLUMDER’in kurucularından, Saadet Partisi ve Has Parti kuruluşunda görev almış, aynı zamanda ortopedi uzmanı ve  artık o da bir KHK mağduru.

İslam’la son günlerde yaşanan olaylar çerçevesinde yapılacak olan referandumu, KHK’larla yaşanan mağduriyetleri ve muhafazakâr kesimin bu durum karşısındaki davranışını ve ayrıca dış politikada yaşanan son gelişmeleri konuştuk. 

- Dünden devam -

RÖPORTAJ: ÜLKER YILMAZ CABA

 

Özellikle muhafazakâr kesimin büyük bir bölümünün mevcut iktidarın safında sorgusuz sualsiz yer alma gibi bir eğilimi var. Bunlara bazı cemaatler, tarikatlar, STK’lar dahil. Yıllardır siyasetin içerisinde olan biri olarak, bu durumun altında yatan nedir? Çaresizlik mi? Alternatif bulunamaması mı?

Bin yıllık tarihimizde mütedeyyin kesimin maalesef bir tepkisizliği var. Buna kafa yormalıyız fakat bu orta vadede aşılacak bir problem. Cumhuriyet döneminde bir sindirilmişlik, bir tepkisizlik var. Ancak, ben bunun gündelik, reel hayat içerisinde mütedeyyin kesimin siyaseten sağcılaştırılmasıyla ilintili olduğunu düşünüyorum. Ak Parti eliyle sağcılaştırma olayı maruz kaldığımız ikinci sağcılaştırma hareketidir. Halbuki sağ yada sol ortalama bir Müslüman’ın kafasında bir anlam ifade etmemeli. Çünkü bir Müslüman’ın kafasında sağcılıktan da solculuktan da işaretler vardır. İyi bir geleneği gözünüz gibi korur bakar, kötü bir geleneği kökten söküp atmanız yani devrimci bir tutum takınmanızda gerekebilir. Çünkü bir Müslüman hayatını hak- batıl üzerine, doğru- yanlış üzerine temellendirir. Haksızlığın karşısında susmamak üzere temellendirir. 

Zulüm kimden gelirse gelsin karşı çıkılmalı

Maalesef haksızlık karşısında susmamak özelliğimiz yok edilmiştir. Zulüm karşısında susan insanlar haline geldi toplum. Niçin gelindi çünkü olguları olayları ele almıyoruz, fail ve mefule bakıyoruz. Fail bizdense her yaptığı icraatta onu haklı buluyoruz. Değilse her yaptığını haksız buluyoruz. Ama olguyu ele alıp burada bir zulüm ilişkisi var mı bunu düşünmüyoruz. Oysa zulüm kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun karşı çıkılması gereken bir şeydir. Bugün Ak Parti ile yaşadığımız olay, ikinci sağcılaştırma hareketidir. Bu sağcılaştırma Ak Parti gibi bir kitle partisinin elinden nispeten aşağıdan yukarıya doğrudur ve daha kalıcı bir tahribat oluşturuyor. Mütedeyyin bir kitleden çıktığı apaçık olan bir parti küresel kapitalizmin bütün özelliklerini aynen bu ülkede kopya ediyor ve yerleştiriyor. Küresel kapitalizmin bir aracısı haline geliyor. Mütedeyyin kesimin portföyünde olan şey, neoliberal düzene teslim olmak mıydı? Başka bir projesi yok muydu? 

İşkenceyi devlet de yapsa karşı durulmalı

Bunun mütedeyyin insanların elinden yapılması çok büyük bir sorun teşkil eder ve bütün İslam dünyasını bir umutsuzluğa boğar. Bugün yaşadığımız durum işte bu aşağıdan yukarıya sağcılaştırma. Sağcılaştırmayla haklı olsun haksız olsun otoritenin yanında yer almayı kitlelere öğretiyoruz. İktidarın yanında yer almayı öğretiyoruz. Hâlbuki inançlı bir insanın ahlakında karşı durulması gereken şeyler vardır ve bunu devlette yapsa karşı durulur. Mesela işkence gibi, haksız muamele gibi, mesela gelir paylaşımındaki adaletsizlik gibi. 

Allah’ın bana verdiği hakkı kendi lütfuymüş gibi sunuyor  

AKP’nin son kongresindeki manzarayı hatırlayın. Bir zatın telefon sesi karşısında insanların namaza durur gibi kıyama durmaları.  Bu bir Müslüman‘ın dünyasında tövbe gerektirecek bir harekettir. Yani gücün ve güce teslim olmanın, güce tapınmanın ne hale geldiğini o fotoğraf size anlatır. Âlim diye bilinen bir zat çıkıp diyor ki ‘hayır’ diyenlerin de yaşam hakları var. Allah’ın bana verdiği hakkı kendi lütfüymüş gibi tercüme ediyor. Sen kimsin? Bunu söyleyen kimdir? Bakıyoruz ki bankacılık sektörüne derin hizmetlerini sunan bir âlim. 80’lerin sonu ve 90’larda mütedeyyin mürekkep yalamışlar bu ülkede tartışmanın gündemini tayin ederlerdi. Bunların hepsi şuanda sarayın dolma kalemi haline geldiler. İlmini şimdi bankacılık sektörüne sunan âlim 90’lı yıllarda ‘Medine Vesikası’ ndan, çoğulculuktan bahseden bir âlimdi. Bu bir zihnin çöküşüdür. Şu söylediklerim bile bu anayasa değişikliği teklifine niçin karşı çıkmamız gerektiğinin özünü bize anlatıyor. Daha öncede söylediğim şeyi tekrarlamak istiyorum bu Nebilerin yolu değildir. Bu firavunların siyasetidir. Bu siyaseti değiştirmeleri, ve kendilerine dönmeleri çağrısında bulunuyorum. 

Müslümanlar adaletin yanında olmalı

Ayrıca şunu da söylemek istiyorum; biz bu ülkede Kürtlerin, Alevilerin, Romanların veya herhangi bir haksızlığa uğramış grubun derdini kendi derdimiz edinmedikçe istediğimiz noktaya gelemeyeceğiz. Bu ülkede ne hukuk düzenini ne de ahlaki seviyeyi yakalayamayacağız. O yüzden ne zamanki bu problemleri, meseleleri kendi meselemiz gibi ele alıp ve onların gözüyle bakarsak ancak bu yeteneklerimizi tekrar kazanırız. Şu çok açıktır, adaletin yanında değillerse, mazlumun yanında değillerse, zulme karşı değillerse kusura bakmayın ama Müslümanlara ihtiyaç yoktur. Aklımızı başımıza alıp bu noktalarda çok hassas davranmalıyız.

Nezarette doğum yapan kadın için bir girişiminiz oldu mu?

Tepkisizliğin ne boyutta olduğunu şu örnekle anlatmak istiyorum. Yaklaşık bir hafta önce Konya` da bir hanımefendi nezaret hücresinde kendi kendine doğum yapmış. Ve buna mütedeyyin kesimden hiç tepki görmedik. Benzer olaylar doğumhane kapılarında da yaşandı. Bu içerisine girilen hazin bir durumdur. İçler acısı bir durumdur. Buradan Sağlık Bakanına seslenmek istiyorum. Bu konuda bir girişimleri oldu mu? İçişleri Bakanlığından bilgi aldı mı? İçişleri Bakanına soruyorum bir hanımefendinin bu şartlarda hala nezarette tutulmasının (ki hastanede de nezarette tutulabilir. Başına bir polis koyarak) amacı nedir? Burada amaç korku salmak mıdır? Korku salmaksa bu yöntemi kendi tarihimizde Haccac kullanmıştır. Haccac`in devamları kullanmıştır.  Bu yöntemlerden vazgeçin. Söylemek istediğim şu; sizi bir insana insan gibi davranmaktan alıkoyan ruh hali nedir? Bu ruh hali elinizde büyük yetkiler bulunmasını son derece riskli kılar. Kendinizi normalize edin objektif bakın yetkiler var elinizde. 

Asıl o zaman darbe olur

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve kötü muameleler ile ilgili uluslararası raporlar hazırlanıyor, haberler yapılıyor. Bu muameleye maruz kalan insanlar seslerini duyurmaya çalışıyor. Bu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yüzlerce çocuğa tecavüz etmiş dünyanın en aşağılık sucunu islemiş bir kişiyi düşünün. Ona hukukun dışına çıkarak bir fiske dahi atamazsınız. Polis memuru veya hakim olarak onu kınayıcı bir sözde dahi bulunamazsınız . Hukuk böyle bir şeydir. Şunu söylemek istiyorum; şiddetin bile bir estetiği bir ahlakı vardır. Her gün yeni haberler duyuyoruz, bir haber akışı var. Fakat siz hukuku ve elinizdeki gücü mahkeme dışında bir cezalandırma aracı olarak kullanırsanız hukukun yerine geçmiş olursunuz. Bu davranışlar o zaman şu anlama gelir; bu davranışların her biri devletin o memura biçtiği dairenin dışına çıktığı için size yapılan küçük birer darbe halini alır. Çünkü darbe yetkiniz olmadığı bir gücü kullanmanız halidir. Daha önce de Ergenekon olaylarında burada bir tuhaflık aşırılık var dediğimizde yine sesimiz karşılık bulmamıştı. Şimdi aynı şeyleri ikinci defa farklı bir kitle üzerinden yaşıyoruz. Burada da bir anormallik, aşırılık var diyoruz ve yine sesimiz yerini bulmuyor. İnsanların muhakemesi kaybolmuş. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Türkiye’de hepimizin kafasındaki muhakemenin yerine oturtulması gerekli. 

İade ettiklerinizden özür dilediniz mi? 

İnsanları kötü şartlarda cezalandırmak size psikolojik bir tatmin sağlıyorsa bence tıbbı yardım almayı deneyin. Zihinde de bir problem ortaya çıkmış demektir. Hukuk düzenini yerine oturtmaktan başka yapacağımız bir çözüm yoktur. Evet darbeciler hukuk içinde cezalandırılmalı. Fakat darbeyle ilişkisi olmayan insanlara da diğer insanlar gibi herkesin eşit vatandaş olduğunun bilinciyle muamele görmelidir. İnsanları KHK’larla gerekçe göstermeden görevden alıyorsunuz ve gerekçe göstermeden iade ediyorsunuz. Böyle bir düzen nedir böyle? Peki iade ettiklerinizden özür dilediniz mi? Hiç olmazsa devlet olan devlet hiç değilse ‘evet biz size haksız muamelede bulunduk, yanlışlık yaptık’ şeklinde bir beyan yayınlamalıydı. Devleti bugün yöneten insanlar, yönettiği insanların birer hizmetçisi değil hakimi olduklarını zannediyorlar. İşte bu tekrar söylüyorum Firavunların geleneğidir.  

Ellerinizle yazdıklarınıza bile uymuyorsunuz 

İhraç ve iadelerde konusunda ben her zaman ölçüyü soruyorum. Hangi ölçüyle hareket ediyorsunuz? Bize bir ölçü gösterin. Yani sen bankayı açık tutuyorsun, sen sendikayı açık tutuyorsun, belli kurumları açık tutuyorsun, ondan sonra oralarla en ufak bir ilişkisi olan insanları herhangi bir neden göstermeden işlerinden alıyorsun. Üstelik savunma hakkı da vermiyorsun, ve mahkemeye de gidemezsiniz diyorsun, hukukunda yollarını kapatıyorsun. Bu nerede görülmüştür. Bunu hangi hukuk düzeninde açıklayabilirsiniz? Siz ellerinizle yazdıklarınıza bile uymuyorsunuz. Bu suç saydığınız şeylerin siyaset içerisinde Ak Parti içerisinde hiç mi uzantısı yok? Artık burada çifte standartta yok çoklu standart var. Adamına göre muamele var. Yapılanlar kamu vicdanında bir yere oturmuyor ve inandırıcı da değil. Darbeye bulaşan kesimle eğer doğruysa Gülen Cemaati ile hükümet arasındaki durum bir menfaat mücadelesidir. Kesinlikle cemaat tabanından bahsetmiyorum çoğunun temiz insanlar, iyi insanlar, örnek insanlar olduğunu bende biliyorum. Ama bir menfaat mücadelesinde bir taraf haklı diğer taraf haksız diyemezsiniz. İki tarafta haksız olabilir. Ama bunun faturasını millete ödetiyorsunuz. KHK’lara, aklınıza gelen bütün muhalif kanatları sıkıştırıp, hukuk içerisinde yapamadıklarınızı bu güç üzerinden yapıyorsunuz. Bunun geri dönüşü mutlaka olacaktır. Siyasi tarihe baktığınızda tarih bu kadar haksızlığı hazmedecek kadar midesiz bir şey değildir. 

Bana sokakta hain diyenin suratına tükürüyorum 

KHK’lıların sorgusuz sualsiz tasfiyelerini üzerinden yaklaşık 8 ay geçti. Ve bu insanlar tabiri caizse açlığa terk edildiler. Bu uygulamalar sonucu insanlar toplumda da linç edildi ve hain, terörist olarak yaftalandılar. Siz bu süreci nasıl geçirdiniz, ya da geçiriyorsunuz? 

KHK ile ihraç olayından sonra da ben birçok suçsuz insanın yani darbeye karışmamış insanların görevlerine son verildiğini görüyorum. Onlarla da yakın irtibattayım. En çok yakındıkları konu yakınlarının ve sokaktakilerin onları hain olarak görmesi. Benzer durumlarla zaman zaman bende karşılaşıyorum. Onlara diyorum ki eğer bu yakınımsa akrabamsa sevdiğim bir kişiyse, beni incitecek bir şey söylüyorsa sessizce o ortamı terk ediyorum. En azından bu konuşma bitene kadar. Eğer bana sokakta herhangi birisi hain diyorsa onun da suratına tükürüyorum. Çünkü bu hareket bana hain demesinden daha kötü değildir. 

Fiilen bu insanlara ceza çektiriyorsunuz

128 binin üzerinde işlerinden atılan 40 binin üzerinde cezaevlerinde olan insanlar var. Örneğin cezaevinde Ali Bulaç var, Şahin Alpay, Mümtazer Türköne, Nazlı Ilıcak, Ahmet Turan Alkan var. Siz bu insanların mal varlığına el koyuyorsunuz. İddianamelerini yazmıyor ve fiilen bu insanlara ceza çektiriyorsunuz. Bunun anlamı nedir yani ne yapmak istiyorsunuz? İnsanlar üzerine bir korku mu salmak istiyorsunuz? Bunu anlamak mümkün değil.  Benzer durumlarda birçok masum insanın yanı sıra gazeteciler, akademisyenler var.  Birçok gazeteciyi içeride tutup buna terör suçu diyorsunuz. Ama bu suçun hala ne olduğunu anlayabilmiş değiliz. Bu uygulamalarla bir korku ortamı tesisi edilmek isteniyor. Bu yol yol değil. Bu korkuyla yaşamamak ve aşmak için konuşmak zorundayız. 

Mağdurların ayrıştırılmaması lazım

Burada özellikle akademisyenlere bir çağrım var. Akademisyenler kendi pozisyonlarını, durumlarını bu mağdur olmuş büyük kitleden ayırmamalı. Bu büyük kitlenin de kendi pozisyonunu bütün mazlumlardan ayırmaması lazım. Senin mağdurun benim mağdurum durumunun ayrışmasının olmaması lazım. Ayrıca bu KHK’larla hakız ve hukuksuz şekilde mağdur edilmiş insanlara da şunu söylemek istiyorum; Siz suçlu değilsiniz, bu savunma refleksini üzerinizden atın, çıkın bu savunma pozisyonundan. Ve size hain diyenler size zalimlik yaptıkları için Bediüzzaman’ın dediği gibi “Mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesed-i bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine! Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!”

Ezanlar susturuldu neden biriniz Kudüs’e gitmediniz?

OHAL’de ülke içerisinde yaşanan birçok problem varken son dönemde başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkeyle çatışma yaşanıyor. Son olarak Hollanda ile yaşadığımız Sayın Fatma Betül Sayan Kaya olayı oldu. Aile Bakanımız orada kötü bir muameleye maruz kaldı. Siz nasıl okudunuz bu durumu? 

Mavi Marmara’nın hazin hikâyesine bakınca, İsrail’le ilişkilere bakınca aslında Hollanda’yla neler olabileceğini de kestirebilirsiniz. İçeride kutuplaşma oluşturacak bir argüman üretilemedi. Bunun üzerine tipik bir maceracı milliyetçilik kafasıyla toplumu dış düşman olduğuna ikna edecek bir performans ortaya konulmaya çalışıldı. Sayın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geri çevrildiği bir noktaya bir başka bakanı göndermenin mantığı nedir? Bunu dış politikada, siyasette, insan ilişkilerinde, dost ilişkilerinde mantığı nedir? Yani bunun bir mantığı yok. Birde hadi oraya bir bakan yollayacaktınız, diplomasi diliniz bunu gerektiriyordu. Neden AB Bakanı’nı yollamazsınız? Neden kalkıp kendiniz gitmezsiniz de Sayın Aile Bakanı gibi bir figürü oraya gönderirsiniz? Bunu mantığını anlayabilmiş değilim. Oysa aynı günlerde Kudüs’te ezan susturuldu. Bir tane siyasetçiden buna yönelik bir açıklama duymadık. Bu da çok düşündürücü değil mi? Peki neden bir taneniz çıkıp, Kudüs’e gidip bunu protesto etmediniz de, Hollanda ile böyle bir maceranın içine girdiniz? Sonuç olarak Hollanda olayında bekledikleri gibi büyük bir infialde oluşmadı bunu millette anladı ve bu tavırda fiyaskoyla sonuçlandı. 

Ak Parti kutuplaştırmayla ayakta duran bir parti

AK Parti olağanüstü dönem partisidir. Bir yandan partiye olan sevgi, ama belli kitlelerin bir şeklide çıkarlarını koruduğu, fakat üst kitlelerin menfaat birliğine dayanır. İşte bu nedenle ortak bir zihin dünyasına sahip olmamaları ve ortak bir hedefe sahip olmamaları nedeniyle kutuplaşmayı ayakta tutarak bu menfaat birliğine, bu birliğin üzerine şemsiye çekmek ya da bunu örtmek konumundadır Ak Parti. Kutuplaşmayla oy sağlayarak, tabandan destek sağlayarak bunu yapmak zorundadır ve bu yüzden kutuplaşmanın bittiği anda AK Parti siyasi bir çıkmaza girer. Saadet Partisinden rahatsız olmalarının nedeni de ki, ‘yüzde 1’lik bir partinin hayır çalışmasını engelliyorlar’ işte bu durumdur. 

CHP ve Saadet Partisi tabanları kucaklaşmalı

Burada bir şeyi de vurgulamak istiyorum; Sayın Karamollaoğlu’nun, rahmetli Necmettin Erbakan’ı anma gecesinde Kılıçdaroğlu’na verdiği ödülü çok anlamlı buluyorum. Bu hareket benim paradigma dönüşümü tezimi destekleyen bir durumdur. Saadet Partisi ve CHP tabanları bu ülkede kucaklaşmayı becerebilirlerse, yan yana yaşamayı kabul ederlerse ki ettiklerini görüyoruz. Türkiye’de muhtemelen Ak Parti’ye lüzum kalmayacaktır. Bu bize 73 yılında CHP-MSP koalisyonunu hatırlatır. Oraya bir göndermedir. 

‘Hayır çıkarsa Ak Partililer de oh der’ 

17 Nisan sabahı bir sonuç çıkmış olacak ve propaganda döneminde siyasilerin ‘şu çıkarsa kaos olur bu çıkarsa ülke batar’ gibi iddiaları var. Sizce her iki durumda da bu ülkede neler olur?

Hayır çıkarsa Türkiye oh der. Eminim ki o zaman Ak Partililer de oh der. Hayır çıkarsa ben hayır çıkacağına inanıyorum. Türkiye’yi uçurumun kenarından çekmiş olacağız. En istemediğiniz siyasetçiyi bu değişiklikteki yetkilerle cumhurbaşkanlığında düşünün ve isteyip istemediğinizi ondan sonra karar verin. Gelelim,ihtimal vermiyorum ama yüzde 51 ile 52 ile yani yüzde 80 ile evet olmadıkça bu tartışmaların biteceğini mi sanıyoruz? Bu tartışmalar çok daha büyüyecek. 

Acil ihtiyaçsa bu değişiklik 15 yıl neden beklediniz?

Buna bu kadar çok ihtiyaç vardı da niye 15 yıl beklediniz? Türkiye’de problem sistem değil, bu sistemi Ak Parti 2007- 2009’lara kadar işletti. Burada ki sıkıntı AKP’nin hırslı sübjektif politikalarıdır. Yeni anayasaya ihtiyaç var mı? Elbette var ama bunun bütün siyasi partilerin, Türkiye’deki bütün alt grupların katılımıyla bir konsensüsle yapılması lazım. Anayasa konusunda yine başa döndük. Kadim devlet reflekslerine halkın taleplerinin son derece farklı şeyler olduğu  eskisi gibi aynen önümüzde duruyor. Buradaki yapılacak şey halkın sesine kulak verip tam demokrasiye geçmek. Türkiye’deki bütün olumsuzluklardan koruyacak şey, tam demokrasinin, insan haklarının, hukuk devletinin ön plana çıkmasıdır.

Okunma Sayısı: 10661
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • sezer

    11.4.2017 19:12:52

    Hiç bir suç işlemeyen insanlar suçlu pisikolojisine girip bizi af edin gibi sözleri bu zalimlere söyleyip zulmü meşrulaştırmamalı cihangir hocanının dediği gibi tarihin midesi bu kadar zulmü taşıyacak kadar pis değildir bütün mazlumlar haklarına kavuşacaktır inşAllah zalimler hiçbir zaman kazanamaz en büyük zulmü kendilerine yaparlar

  • adalet

    11.4.2017 08:31:52

    mükemmel tespitler...ALLAH RAZI OLSUN

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı