"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çam Dağı’ndan yükselen gür sad’â!

Rüstem GARZANLI
29 Ocak 2015, Perşembe
Osmanlı-Rus Savaşı Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden tarihte “93” Harbi olarak bilinir.

(1877–1878)  Ehl-i küfrün; Âlem-i İslâm’ın nurunu söndürmeye çalıştığı bu zamanda, asrın dâhisi, ahir zamanda gelen Al-i Beytin büyük mürşidi, Said Nursî, Mart/1878’de Nurs Köyünde, dünya ya teşrif eder. Annesi, Nuriye Hanım: “Ben Said’e hamile kalınca, abdestsiz yere basmadım. Said dünyaya gelince de, bir gün olsun onu abdestsiz emzirmedim” demiş. Bediüzzaman: “Ben şefkat, merhamet dersini annemden; hikmet, nizam ve intizam dersini de babam Mirza’dan almışım” Keza, “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir” buyurmuş. 

Said Nursî Hazretleri, Tağ Köyünde ki, medresede öğretim hayatına küçük yaşta ağabeyi Mola Abdullah’tan alır. Çevrede bulunan, birkaç medresede kısa aralıklarla sarf ve nahiv kitaplarını “İzhar”a kadar okur. Daha sonra, Doğubayazıt’ta bulunan Şeyh Mehmet Celâlî’nin medresesinde üç ay eğitim görür. İcazetini alarak, Doğubayazıt’tan ayrılır.  Genç yaşta engin bir birikime sahip olan asrın dâhisi Said Nursî, medrese âlimleri ile ilmî münâzaralara katılır. Harika hafızası ile okuduğu her kitabı ezberine alması ve keskin zekâsı ile sorulan her suale cevap vermesi gibi özelliklerinden dolayı, kendisine “Bediüzzaman” ünvanı verilir. 

Bediüzzamanın, hayat serüveni ince ve uzun bir yolculuktur. Bu sebeple detaya girmeden çocukluk dönemi ve âlem-i islâm’a verdiği gür sedasını nazara vermek istiyorum. 

Said Nursî Hazretleri diyor ki: “Ben on yaşında iken… Bizim köyümüz, fevkalâde gösteriş ve cesarette ileri göstermek için temeddühü çok severdiler; güya büyük bir memleketi fetheder gibi kahramanâne bir tavır almak istiyordular. Ben, hem kendime hem onlara çok hayret ederdim. Şimdi hakiki bir ihtar ile bildim ki, o masum Nurslu insanlar, Nurs karyesi, Risale-i Nur’un nuruyla büyük bir iftihar kazanacak; o vilayetin, nahiyenin ismini işitmeyen, Nurs Köyünü ehemmiyetle tanıyacak” 1

Bediüzzaman,  İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Gladstone’nin “Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız,” sözüne karşı; “ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez mânevî bir güneş olduğunu dünyaya göstereceğim ve isbat edeceğim.”2 diyerek yola çıkmış, hayatını imana ve Kur’âna hizmet için feda etmiştir. 

 Bediüzzaman, din ile fen ilimlerinin imtizacına çalışmış, her türlü istibdada şiddetle karşı çıkmış, menfi milliyetçilik yerine uhuvveti esas gaye edinmiş, daima itidal ve müsbet hareketi tavsiye etmiştir. 

1925’te Şeyh Said vak’asında “Bu milletin evlâtlarına kılıç çekilmez” diyerek isyana karşı çıkmış, her zaman asayişi muhafaza etmeye çalışmıştır. Buna rağmen,  zamanın hükümeti tarafından, Van’da ikamet ettiği uzlethânesinden alınmış,  önce Burdur’a, oradan da Isparta’ya, Barla’ya sürülerek 28 yok sürecek bir çileli hayatın içine atılmıştır. Mahkemeler, hapisler, sürgünler ve zehirlemelerle hayatı kendisine zehir etmek istemişlerdir. Ama Bediüzzaman Hazretleri bunların hiçbirine zerre kadar ehemmiyet vermemiş, “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu”3 dünyaya göstermek hedefinden vaz geçirememiştir. Risale- Nur eserlerini telif ederek, “dinsizliğin belini kırmış” İslâmiyeti yeniden ihya ederek bu hedefine ulaşmıştır.

1930’lu yıllarda Bediüzzaman, Barla’nın Çam Dağında, talebelerinden birine Risale-i Nur’u yazdırıyor. Talebesi, Üstadına derki: “Üstadım siz söylüyorsunuz, ben yazıyorum. Bu dağ başında ikimiz yalnız, garip, kimsesiz bu yazdıklarımızı kim duyacak, kim okuyacak, kim görecek?” Üstad: “Yaz kardeşim. Bir gün gelecek bütün dünya bu eserleri okuyacak ve istifade edecektir.” 

Keza, “Size katiyen ve çok emarelerle ve kat’î kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, âlem-i İslâm’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihîyesini onun ibrazıyla gösterecektir.”4

Tiflis’te, Şeyh San’an tepesinde medresenin plânını düşünen; Çam Dağı’nda,  “Bir gün gelecek bütün dünya bu eserleri okuyacak” müjdesini veren Bediüzzaman, yazdırdığı 6000 sayfa Risale-i Nur eserleri, bu gün itibariyle 58 lisana tercüme ediliyor, dünyanın her yerinde okunuyor ve istifade ediliyor. Ey Üstâdım!.. Şeyh San’an Tepesinden; Çam Dağ’ından Âlem-i İslâm’a verdiğin müjdeler tahakkuk etmiş, ektiğin tohumlar meyve vermiştir. Biz de  “Lebeyk Üstadım!..” diyor, ruhuna milyonlar Fatihalar yolluyoruz.

Dipnotlar:

1- Emirdağ Lâhikası. Say.105–106.
2- Bediüzzaman Said Nursî, s. 73.
3- Tarihçe-i Hayat. s. 57.
4- Emirdağ Lâhikası, s. 148- 43. Mektup. 

Okunma Sayısı: 2127
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Rüstem Garzanlı

    29.1.2015 18:28:37

    Bilal Tunç kardeşim, eleştiri veya hatırlatmaların için teşekkür ederim. Said Nursi hazretlerinin doğumu yazarlarımız tarafından büyük itifakla 5 ile 17 mart 1878 olarak kabul edilmiştir. Nuriye hanımın hamile kalması, üstadın aile ahvalini görmek isteyen hocası tarafından söylemiş, rivayet şeklinde günümüze intikal edilmiştir. Küçük yaşta ağabeyi tarafından eğitim görmesi için mecaz bir anlam yoktur. Sair suallerin pek ehemmiyeti olmadığı için sen de üzerinde durma, ananiyorum verdiğim cevaplar için de itirazın olacak, yani üstadın doğumu hangi yazar tarafından kaleme alınmış, Üstadın hocası kim? bunları da sen araştır. Sevgili kardeşim burada üstadımızın alem-i islama verdiği mesaj önemli, bizimde bu konuda sadakattimiz, ihlasımz ve ühüvvetimizin ölçüsü ne olmalı, ufak tefek kusurları araştırmak yerine, varsa doğru bildiklerimizle karşıdaki insana yardımcı olmak lazımdır. Bilâl kardeşim seni muhabbetle kucaklar dualarını beklerim.

  • Bilâl TUNÇ

    29.1.2015 16:22:25

    Sonradan farkettim: "... sad’â"yı.. "Sedâ" filan neyse de bunu ilk görüyorum.. Kalem sürçmesi olmalı.. Lugatler; "SADÂ صدا" gösteriyor..

  • Bilâl TUNÇ

    29.1.2015 13:47:11

    1- “Said Nursî, Mart/1878’de Nurs Köyünde, dünyaya teşrif eder.” “Mart/1878”in belgesi? 2- “Ben Said’e hamile kalınca, abdestsiz yere basmadım. Said dünyaya gelince de, bir gün olsun onu abdestsiz emzirmedim” demiş. Bu rivâyetin râvîleri, şâhidleri, nâkilleri ? 3- “Said Nursî Hazretleri, Tağ Köyünde ki, medresede öğretim hayatına küçük yaşta ağabeyi Mola Abdullah’tan alır.” Bu cümlede ne anlatılmak isteniyor? 4- “Doğubayazıt’ta bulunan Şeyh Mehmet Celâlî’nin” O yıllarda “Bâyezid” olan yerin ismi kānûnen “Doğubayazıt” yapıldı, tamam.. “Muhammed”, neden “Mehmet” oluyor?.. “Muhammed” veyâ hiç değilse “Mehmed” yazılsa çok mu zor olurdu?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı