Vaktiyle hizmette temayüz etmiş bir kardeşimiz, ağabeyimiz vardı.
Sağda solda, gittiği her yerde kendine göre, “Yeni Asya gazetesi şöyle hatalı, böyle yersiz yazılar yazıyor” diye serzenişte bulunuyordu. Görünüşte gazetemizin daha iyi olmasını istiyordu. Kim istemez ki? Bundan etkilenen bir kısım kardeşlerimiz vardı. Haliyle tedirginlik oluştu.
Umumî toplantıların birinde bu husus istişare edildi ve kendisine söz verildi. O muhterem (merhum) ağabeyimiz izahlarda bulundu, örnekler verdi. Lehte aleyhte söz alanlar oldu. Neticede ikna olmadı ve itirazını sürdürdü. Bir başka muhterem (merhum) ağabeyimiz de ona, “Gel kardeşim sana gazetede bir oda ve bir unvan verelim (ne istersen); bu dile getirdiğin hususları düzelt” dedi. Teklif olumlu bulundu; ama o ne bu teklifi kabul etti, ne de gazeteye geldi. Ömrünün sonuna kadar gazeteye karşı tutumunu değiştiremedi.
Seksenli yılların başında Nur cemaati, zındıka komitesi ve şer odaklarının ağır bir darbesine maruz kaldı. Meşrep farklılıklarını öne çıkarıp insafsız ve ölçüsüz tenkitlerle bölünme noktasına sürüklendi. Bu süreç iki üç sene, hatta daha fazla çalkantılarla devam etti.
1982 Anayasa oylamasından önce bir bölge toplantısında, bir başka merhum ağabeyimiz söz aldı ve çok dertli olduğunu söyledi. Dedi ki; “İçim yanıyor, çok huzursuzum çünkü filan ağabey (yukarıda bahsi geçen gazeteyi tenkit eden merhum ağabeyimiz) 6 aydır bizim vilayete uğramıyor ve siz o binayı gazetecilerden geri alana kadar da gelmeyeceğim diyor” diye ifade etti.
Güya meşrep ayrılığı yaşamışlar ve 3 katlı mülk medrese Yeni Asya okuyucusu Nurcu kardeşlerimizin tasarrufunda kalmış. Başka bir il temsilcimiz söz aldı. Kendisini tanırım, oldum olası biraz pervasız ve sözünü babasından da sakınmaz, dâvâsına toz kondurmaz. O kardeşimize sordu; “Peki gazeteci dediğin bu adamlar bizim kardeşimiz değil mi? Onlar orada Risale okumayıp, namaz kılmayıp kebair ile mi meşgul oluyorlar? Yoksa düşman bir devletin muharip gücü müdür?” Ses yok ve toplantı orada kesildi. Bir daha o ağabeyimiz toplantılara katılmadı. Allah her ikisine de rahmet eylesin. Kabirleri pürnur ve mekânları cennet olsun. İnşallah ahirette onlarla beraber Üstadımızın yanında buluşuruz.
Burada gözlemleyip dikkatlere sunmak istediğim bir şey var. Bu ağabeylerimizin, kardeşlerimizin hepsi halis ve fedakârdırlar. Nur dâvâsı için hepsi de ellerinden geleni arkalarına koymazlar. Fakat bu kadarı yetmiyor; yetmediğini de gördük! Sonuna kadar meşveret ve sonuna kadar kardeşlik gerekiyor. İnadına birlik beraberlik gerekiyor, ayrılıp gitmek işi çözmüyor. Ama bölüyor. Ne yazık ki bölündük, şer güçleri çok sevindi.
Gazetemizin 47. Yılı kutlama programına dâvetli olarak iştirak eden Muhammed Nur Sungur kardeşimiz (merhum Sungur Ağabeyin oğlu) bir hususu dile getirmişti ve babasından nakiller yapmıştı. Babasının bazen onlara ve yanında bulunanlara; “Üstadımız bize azamî ihlâs, azamî sebat, azamî sadâkat ve azamî fedakârlığın yanında bir de, azamî dikkat derdi. Zamanla gördük ki, biz bu dikkat konusunda tam ihtimam gösteremedik.” diye dertlenirmiş. Sonra da Muhammed Nur kardeşimiz, Yeni Asya’nın bu dikkat konusunda gerekli hassasiyeti gösterdiğini ifade etmişti.
Anlaşılıyor ki, bazen sebat ve sadâkatimiz bile ayrılmada kullanılabiliyor. Onun için inada dayanmayan bir sebat ve sadâkati dikkatle beraber bulundurmamız gerekiyor. Asla kardeşlerimizi tenkit etmeden sadece ve sadece hizmetimizi düşünmemiz gerekiyor. Allah ittihad-ı İslâm’ı netice verecek uhuvvet ve muhabbetleri nasip etsin, inşallah.
Amin.