"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sınav çetin, sorular belli, konuşmak serbest!

Sadettin Önal
10 Mayıs 2016, Salı
Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?”1 sorusuna ruhlar, onaylayarak “Evet.” demişlerdi. Bu sözün denenmesi lazımdı.

Doğruluğu tecrübe edilmeliydi. Bu sözü söyleyenler bir görevle gönderilmeliydiler. Daha sonraki aşamalarda itiraza mahal bırakmamak için insan bir yolculuğa çıkarıldı. Dünyaya gönderildi. Burada insan daha sonra kendisine lazım olacak ihtiyaçlarını tedarik edecekti. İstidat ve kabiliyetleri buna göre teçhiz edildi.

İnsana secde etmeleri için emir verildi. Şeytan insana secde etmekten kaçındı. Emri veren zâtı dikkate almadı. Emrin geldiği yeri dikkate almadı. “Ben” dedi. Enaniyetini ortaya koyarak, “ondan üstünüm”2 dedi. Yorum yaptı kendince. Sonra da inadına devam etti. Sanki “Battı balık yan gider.” sözü bunun için söylenmişti. 

Şeytan’a emir verilirken, Âdem’e (as) de yasaklama getirilmişti. Bunlar celâl ve cemâlin tecellisiydi.3 Âdem (as) de bir günah işledi. Önünde görülen yol şeytanın yoluydu. Hazır bulduğu yoldan gidebilirdi. Ama o şeytanın yolundan gitmedi. Kendisine verilen akıl nimetini kullandı. Halifeliğini hatırladı. Yeni bir çıkış yolu bulmalıydı. Sonuçta buldu da. O “Zararın neresinden dönersen kârdır.” prensibini benimsedi. Zürriyetine nefsin gururunun kırılabileceğini gösterdi. Sırat-ı müstakimin bu olduğunu hayatıyla gösterdi. Olumlu bir örnek teşkil etti. 

Denemeye tabi tutulan insanların önünde böylece iki yol ortaya çıktı:  Birisi Âdem’in (as) yolu, diğeri de şeytanın. Birisi îmân yolu, diğeri küfrân yolu. Birisi Cennet bahçelerinin yolu, diğeri ise Cehennem alevlerinin yolu. Yolun ayrılma noktasında nefis, enaniyet, benlik bir numaralı etkeni oluşturuyordu. 

Sınavda sorular belliydi. Kâinatta tecelli eden isimlerin arkasındaki celâl ve kemâl sahibi zâta iman etmekti. Fiilden faili bulabilmekti. Esere baktığı zaman arkasındaki sanatçıyı basiretiyle görmekti. Onu tanıdıktan sonra yorumlamadan emir ve yasaklarının doğrultusunda bu dünyada yaşamaktı. İslâm olmaktı. Teslim olmaktı.  İhlâslı olmaktı. Emredildiği için yapmak, yasaklandığı için kaçınmaktı. Enaniyetinin, benliğinin bir ölçü aleti olduğunu bilerek, ihtiyarıyla cüzî iradesini küllî iradeye seri bağlamaktı. İşte elmas olmak buydu. Gayrısı kömürleşerek yakıt olmaktı.

Mücahede çetindi. Sanki felek bütün cefasını hakikati söyleyenlere hücum ettiriyor gibiydi. Peygamberler gönderilmişti teklif ile. Sorular açıktı. Sorular netti. Cevaplar da vardı ellerinde. Ama çeldiriciler de kuvvetliydi. Biri nefis, diğeri de iblis. Bütün bunlar insanın makamını belirleyecekti. Ya en yüksek makama çıkılacaktı insan ya da kendisini aşağıların aşağısına atacaktı. Ya elmas olacaktı ya da bir cam kırığı. 

Elmas olmak bir tevazu idi. En yüceye dayanmaktı. En â’lâya güvenmekti. Kendisini kimseden üstün görmemekti. Masumları da güçsüzleri de ezmemekti. Ne minnet etmek ne de zillet çekmekti. 

Cam kırığı olmak ise rahatsız ediciydi. Kendisini göstermek için bir başkasının canını yakmaktı. Kalbine batmaktı. O pırıl pırıl kalbi kanatmaktı. Sadece kendi doğrularını dayatmaktı. Varlığını bundan başka nasıl ispat edebilirdi? 

Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) tek başına başladığı dâvâsında kararmış kalpleri itina ile acıtmadan temizleyip iman nurunun parıldamasını sağladı. Bu uğurda nice cefalar çekti. Başlangıcında nasıl ise ömrünün sonunda da aynı itinayı gösterdi. Ömrü boyunca kendisini himaye eden amcası Ebu Talib’in de kendi görüşünde olmasını çok istedi. Isrâr etti. Ama ilahî ikaz gecikmedi. “Sen istediğini hidayete erdiremezsin.”4 şeklindeydi. “Sana düşen ancak tebliğ etmektir. Hesap görmek bize düşer.”5 cümlesiyle dikkati çekildi. 

Tebliğ etmek ilâhî mesajı bildirmektir. İlâve etmeden bildirmektir. Eksiltmeden bildirmektir. Tebliğ etmek konuşmaktır. Tebliğ etmek diyalog yolunu açık tutmaktır. Tebliğ etmek kalpleri kanatmadan cennete davet etmektir. Cennete davet etmenin en başta gelen prensiplerinden birisinin de Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinde yer verdiği şu düstura riayet etmektir:

“İslâmiyet, selm ve müsâlemettir: Dahilde nizâ’ ve husûmet İstemez.

“Ey Âlem-i İslâm! Hayatın ittihatta. Ger ittihad istersen düsturun bu olmalı:

“Hüve’l-Hakku” yerine “Hüvel Hakkun” olmalı. “Hüve’l-Hasen” yerine “Hüve’l-Ahsen” olmalı...

“Her müslim kendi meslek, mezhebine demeli: “İşte bu haktır; başkasına ilişmem; başkaları güzelse, benim en güzelidir.”      

“Dememeli: “Budur hak, başkaları battaldır. Ya yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir.”

“Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, nizâ’ ondan çıkıyor.”6

Dipnotlar: 

1- A’raf Suresi, Ayet 172.

2- A’raf Suresi, Ayet 12.

3- İşaratü’l İ’caz, S. 33.

4- Kasas Suresi, Ayet 56.

5- Ra’d Suresi, Ayet 40.

6- Sözler, (Lemaat Çekirdekler Çiçekleri), S. 1170.

Okunma Sayısı: 2048
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı