“Her söz beşeriyetin müptelâ olduğu mahfî emrâzı (gizli hastalıkları) gösteriyor ve nurlarıyla teşhis ederek tedavi ediyor. Pekâlâ, pek ra’nâ anlıyorum ki, benim gibi yaralı, ma’nen zarardîde olmuş bir genç için, muhtaç bulunduğum teselliyetkâr şeyler, hep Risâle-i Nur’dandır. Kalbime tesellî nurlarını serpen Hâlık-ı A’zama binlerce şükür.”1 Evet, Risâle-i Nur’un ne derece tesellî verici bir eser ve gizli yaraları tedavi eden bir ilâç olarak gören Zekâi Ağabey bu satırlarla yaralı ve ma’nen zararda olan âhirzaman gençlerini Risâle-i Nur’a dâvet ediyor. Çünkü Risâle-i Nur, insanda bulunan ulvî hisleri uyandırarak, gençlik rüyalarının korkulu fırtınalarından kurtarıyor. “Risâlelerin her birisinin Nurlar’ı bir, fakat mevzuları ayrı, güzellikleri ayrı, lâtîflikleri ayrı, zevkleri ayrıdır.”2
Risâle-i Nurlar’ı okuyan gençler hem günlük hayatlarında hem ubûdiyyetlerinde yeni bir aşk ve şevk alıyorlar. Zira, neden bu dünyaya geldiklerinin ve niçin yaşadıklarının şuurundalar. Bir gaye ve hedef doğrultusunda yılmadan, yıkılmadan ilerliyorlar. Îmân ve Kur’ân dâvâsından ayrılmamak için var gücüyle hücum eden düşmanlarına karşı a’zamî ihlâs, sadâkat ve sebatla mukabele ediyorlar.
Risâle-i Nur dairesinden ayrılmamak için a’zamî gayret ve fedakârlık sarf ederek, Risâle-i Nur’da yer alan hakîkatleri kabul ve tasdik ederek hayatlarında tatbik etmeye çalışıyorlar.
Çünkü bu gençler, “Âhirzamanın dehşetli sadmelerine karşı bizi muhafaza eden ve îmânımızı takviye edip tahkikî olmasına vesîle olan Risâle-i Nur’u bırakmamalı, bu âlî hakîkatlerin kaybolmasına sebeb olmamalıyız.” diyerek Risâle-i Nur’daki hakîkatlerin muhafazasının ancak okuyarak ve yaşayarak olacağını ifade ediyorlar. Bu kudsî hakîkatleri ve mukaddes vazifeyi zedeleyecek şeylerden şeytandan kaçar gibi kaçıyorlar. Hakkın yanında haksızlığın karşısında olup, zalimin zulmüne boyun eğmiyorlar. Çünkü bu Genç Saidler, “Üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan ve dalkavukluk yapmayan ve mahkemelerde, ‘Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse, zındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millet ve İslâmiyet’e hıyanet etmem, hakîkat-ı Kur’ân’a feda olan bu başımı zalimlere eğmem’” 3 diyen Üstadları Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nden cesaret alıyorlar ve bu kudsî hizmetin emanetçisi olduklarını korkmadan haykırıyorlar.
Evet, Genç Said’ler bu kudsî hizmetin emanetçileridir. Bu emaneti lâyıkıyla omuzlarında taşımak için bir buz parçası hükmünde olan enaniyetlerini şahs-ı ma’nevî havuzunda eritiyorlar. Çünkü biliyorlar ki bir şahıs ne kadar dâhi de olsa şahs-ı ma’nevîye karşı mağlûb olabilir. Bediüzzaman Hazretleri’nin sâdık, vefakâr ve saff-ı evvel Nur Talebelerinden olan Hulûsî Ağabey “Ben burada inşâallah emanetçi olduğum Sözler’i inâyet-i Hakla ve duânız berekâtıyla lâyıklı kulaklara duyurabileceğimi ümit ediyorum. Üstadım, müsterih olunuz, bu Nurlar ayak altında kalamazlar. Onları Dellâl-ı Kur’ân’dan enzâr-ı cihana vaz’ eden Hâlık (Celle Celâluhu) bizim gibi kimsenin ümit ve tahayyül etmeyeceği âciz insanlarla bile neşir ve muhafaza ettirir. Bu işi ben sa’yimle, kudretimle kazandım diyen huddâm (hizmetçiler, hademeler) o gün görecekler ki, o mukaddes hizmet, zâhiren ehliyetsiz görünen, hakîkaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanaatindeyim. Bu sebeble oradaki kardeşlerimizden Risâle-i Nur’la çok alâkadar olmalarını rica etmekteyim.”4 sözleriyle Cenâb-ı Hakk’ın, âciz insanlarla dahi bu hizmeti muhafaza edeceğini, bu hizmetin ihtiyarımızla değil inâyet-i İlâhîyle omzumuza konduğunu ve bizlerin bu îmân hizmetinde birer emanetçi olduğumuzu ifade etmektedir.
Evet, biz Genç Saidler bu kudsî hizmetin emanetçileriyiz. Bunu korkmadan tüm dünyaya haykırıyoruz ve kimseden de korkmuyoruz. Çünkü biz şecaat dersini Üstadımızdan almışız. Şecaatli bir kimse hak için canını dahi fedâ eder. Genç Saidler olarak gerekirse kanımızı mürekkep, derimizi kâğıt yapar, bu hakîkatleri neşretmekten vazgeçmeyiz. Çünkü bizler Risâle-i Nur’u kendi malımız ve te’lifimiz gibi biliyoruz. Hayatımız boyunca en büyük gayemizin îmân hakîkatlerinin neşrine ve intişârına çalışmak olduğunun şuurundayız. Ayrıca bu hizmetin inâyet-i İlâhiye olarak omzumuza konduğunu biliyoruz ve de unutmayacağız inşâallah.
Ne mutlu Genç Saidlere...
Dipnotlar:
1- Barla Lâhikası, Said Nursî, Yeni Asya 2013, s. 125.
2- A.g.e. s. 131.
3- Tarihçe-i Hayat, Said Nursî, Yeni Asya 2013, s. 882.
4- Barla Lâhikası, Said Nursî, Yeni Asya 2013, s. 69.