"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sadece “Allah var” demekle îman etmiş oluyor muyuz?

Said YÜKSEKDAĞ
13 Ekim 2018, Cumartesi
Cenâb-ı Hakk’ı inkâr etmek muhâldir. Zira, her şey O’ndan haber verir. Bu sebeple hepimiz Allah’ı biliriz.

“Bir Allah var” deriz. Peki, sadece bunu demekle gerçek ve tam mânâsıyla îman etmiş oluyor muyuz? Her türlü şüphe ve vesveselere karşı sarsılmaz, sağlam ve tahkikî bir îmana sahip oluyor muyuz? Ya da aklımızı şüphelerden, kalbimizi vesveselerden izâle edebiliyor muyuz?

Allah’ı tanımak ve bilmek, sadece “Allah birdir, O’na inanıyorum” demekle olmaz! Allah’ı bilmek O’nun bütün zâti ve subûti sıfatlarını ve esmâsını bilmek; ezelî ve ebedî ilmine, iradesine, kudretine ve kâinatı ihâta eden rubûbiyyetine îman etmektir. Îman, saçımızın uzamasından tırnağımızın uzamasına kadar, gözümüzün görmesinden göz kapaklarımızın açılıp kapanmasına kadar, şu an oksijeni soluyup karbondioksit olarak dışarı atmamıza kadar, vücudumuzdaki organların duraksamadan çalışmasına kadar, bedenimizdeki milyonlarca hücrelerin ölüp yeniden diriltilmesine kadar, bütün canlıların rızıklarının şaşırılmadan, karıştırılmadan, vaktinde ve eksiksiz verilmesine kadar, kâinatta var olan mevcudatın, mahlûkatın vazifelerini eksiksiz ve aksatmadan yerine getirmesine kadar, kâinatın bir nîzam ve intizam içinde olmasına kadar ve bunlar gibi daha birçok şeyin Allah’ın ezelî ve ebedî kudreti, ilmi, iradesi, kuvveti ve rubûbiyyeti tarafından ihâta edildiğini bilmektir. Bediüzzaman Hazretleri de (ra) “Allah’ı bilmek, bütün kâinatı ihâta eden rubûbiyyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî her şey O’nun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î îmân etmek ve mülkünde hiçbir şerîki olmadığına ve lâ ilâhe illâllah kelime-i kudsiyyesine, hakîkatlerine îman etmek, kalben tasdik etmekle olur.” 1 diyerek, kısa ve öz olarak bizlere Allah’ı bilmenin tarifini yapmıştır. Yoksa, herkesin dediği gibi “Bir Allah var” diyerek hakîki ve tam mânâsıyla îman etmiş olmuyoruz.

Hem, “Bir Allah var” deyip, Allah’ın bütün mülkünü tabiata ve sebeplere taksim etmek ve onlara isnad etmek, Allah’ın kabza-i tasarrufunda olan her şeye “Tabiat yapıyor. Kendi kendine oluyor, bitiyor. Sütü inek, yumurtayı tavuk, portakalı ağaç, patatesi toprak veriyor. Limon, elma ve diğer meyve-sebzelere rengini güneş veriyor.” gibi şeyler demek, Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şerikler hükmünde esbabı merci’ tanımak yani sebepleri merkez ve kaynak almak demektir. Bu da maalesef, bunu diyen kişilerin îmanının kâmil olmadığını ve îman hakîkatinden uzak kaldığını gösterir.

Hem, Allah’ın mekândan münezzeh ve her şeyin yanında hâzır ve nâzır olduğunu, iradesini, ilmini, kuvvetini, her şeyin kazba-i tasarrufu O’nun elinde olduğunu; zâti ve subûti sıfatlarını, gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek ve O’nun şiddetli emirlerini inkâr etmek hatta tanımamak bu kimsede Allah’a îman hakîkatinin olmadığını gösterir. 

Bu gibi insanlar böylece, kendilerini bir nebze teselli etmek için “Bir Allah var, Allah’a îman ettim” sözlerini söylemiş olur. Bu durumda olan kişiler için “Elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakîkati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki mânevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.”2 diyen Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri (ra) durumun ne derece vahametli olduğunu bizlere göstermiştir.

Evet, mezkûr ifadelerden sonra anlıyoruz ki, Cenâb-ı Hakk’a îman etmek “Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın ders verdiği gibi, O Hâlık’ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o îmandan hissesi olmadığına delildir.”  3

Böyle dehşetli bir duruma düşmemek için tahkikî ve sarsılmaz bir îmana sahip olmalıyız. Bunun için de Cenâb-ı Hakk’ı kalben tasdik edip tanımaya çalışmalı, sürekli lâ İlâhe illâllah demeli, O’nun emir ve yasaklarına riayet etmeli, kâinatı bol bol tefekkür etmeli, Kelâm-ı Ezelîsi olan Kur’ân-ı Kerîm’i ve de Kur’ân’ın mânevî tefsiri ve îman hakîkatleri olan Risâle-i Nur Külliyatı’nı sıkça okumalıyız. Çünkü, “Kalbinde îmandan zerre miskal olan kimse Cehennemden çıkar!” 4 buyuran bir Peygamberin (asm) ümmetiyiz. Peygamber Efendimizin (asm) ümmeti olduğunun bilincinde olmalı ve bunun için her daim hamd etmeliyiz. Îmanın, hakîki ve tam mânâsıyla zerre miskal dahi kalbimizde bulunmasının, Cehennem gibi dehşetli bir azaptan kurtuluşumuza vesîle olacağını unutmamalıyız.

Cenâb-ı Hak bizleri; Zâtını, Rubûbiyyetini bütün sıfat ve esmâsıyla bildikten sonra kat’î îman edip, tahkikî ve sarsılmaz îmana ulaşan ve îmanını teslim-i ruh edinceye kadar muhafaza edip îmanla kabre giren ve kabirde Münker ve Nekir’in suallerine korkmadan, şaşırmadan ve eksiksiz cevap verip Dâr-ı Saadete ulaşan kullarından eylesin. Âmin, âmin, âmin…

Dipnotlar:

1- Emirdağ Lâhikası, Said Nursî, Yeni Asya 2013, s. 348.

2- A.g.e s.349.

3- A.g.e s. 349.

4- Tirmizî, Sıfâtü Cehennem 10.

 

Okunma Sayısı: 3470
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı