"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Emanette emin olmak

Sami CEBECİ
25 Mart 2015, Çarşamba
İslâm, selm ve müsalemettir, barış ve esenlik dinidir. Müslüman ise, başkalarının onun elinden ve dilinden emin olduğu ve her cihette güven duyduğu kişi demektir.

Selâm veren bir mü’min “Kardeşim! Ben Müslüman’ım. Benden sana zarar gelmez. Benden sana ancak hayır ve iyilik gelir.” demektedir. Selâmı alıp daha güzeliyle mukabele eden bir mü’min de “Kardeşim! Ben de Müslüman’ım. Benden de sana ancak hayır ve iyilik gelir.” makamında karşılık vermiş olur.

Sevgili Peygamberimiz (asm), henüz Kur’ân kendisine nâzil olmadan, peygamberlik dönemi öncesinde de Mekke’nin en emin ve en güvenilir kişisiydi. Bu emniyetinden dolayıdır ki, Mekke ahalisi ona “Muhammedü’l-Emin” ünvanını vermişti. Hayatı boyunca hep doğru konuşan ve hiçbir yalanına rastlanılmayan o Kudsî Zat (asm), Mekke müşriklerinin ağır baskılarına dayanamayan Sahabelerini birer ikişer Medine’ye gönderdikten sonra, en son olarak da Hazret-i Ebubekir’le (ra) birlikte hicret hazırlığına başladı. Gideceği gece Hazret-i Ali’ye (ra) “Şu kıymetli emanetler filânca şahıslara aittir. Sen bu gece benim yatağımda yat ve sabahleyin bu emanetleri sahiplerine iade et.” ferman etti. Kendisi de sabaha yakın, evinin etrafını kuşatan iki yüz kadar suikastçıların arasından Yasin-i Şerif okuyup, üzerlerine bir avuç toprak atarak çıktı gitti. Hiçbirisi de onu göremedi. Bu hadiseden anlaşılıyor ki, onu öldürmek isteyecek kadar gözünü kin ve intikam duyguları bürümüş olanlar bile, en kıymetli eşyalarını ona emanet etmekten en küçük bir tereddüt duymuyorlardı.

Kâinatın Efendisini (asm) takip eden samimî Müslümanları, münafıklardan ayıran en bariz vasıfların başında emanete riayet edişleri gelir. Çünkü münafık olan kişi, konuştuğu zaman yalan söyler, bir söz verse sözünde durmaz, emanete hıyanet eder ve bir antlaşma yapsa onu tek taraflı bozar. Gerçek mü’minler ise bunun tam tersidir.

Emanet sadece mal ve eşya değil, saklanması istenilen ve başkalarıyla paylaşılması arzu edilmeyen bilgiler de emanettir. Devlet sırları da buna dâhildir. Bir seferinde Sevgili Peygamberimiz (asm), Hazret-i Ali (ra) ile başkalarına söylememek şartıyla bir takım sırları paylaştı. Onu bir müddet kendisinde muhafaza eden Hazret-i Ali (ra), bir noktadan sonra o sırları taşıyamayacak hâle geldi. Medine dışına çıktı ve rastgeldiği susuz bir kuyuya bağıra bağıra anlattı ve rahatladı. Biraz sonra susuz kuyudan sular yükselmeye başladı. Yükseldikçe yükseldi ve kuyudan taşarak etrafa yayıldı. Zamanla orası bir sazlık haline geldi. Mevlevîler, kamıştan yapılan neyden çıkan, ruhu okşayan ve gaybtan geliyor gibi insanı bambaşka âlemlere götüren nağmelerin, “Hazret-i Ali’ye (ra) söylenen sırların terennümatıdır.” derler. Risale-i Nur Talebeleri ise, kaynağı Kur’ân, Cevşen ve Celcelûtiye olan Nur Risaleleriyle ilgili olarak “Hazret-i Ali’ye (ra) söylenen o sırların tercümanlarıdır” yorumunu yaparlar. Biz de bu yoruma yürekten katılıyoruz. Her iki yorum da doğrudur.

Emanet, sadece mal ve söz ile değildir. Vücudumuz ve içindeki bütün uzuvlarımız da Allah’ın birer emanetidir. Emanetçi olan kişi, emaneti verenin rızası dışında o uzuvlarını kullanamaz. Meselâ, gözüyle kasten harama bakamaz, eliyle hırsızlık yapamaz, diliyle başkalarına hakaret edip sövemez ve yalan söyleyemez, ayaklarıyla harama gidemez ve başkalarının namusuna zarar veremez. Hâkeza diğer uzuvlar da öyledir.

Eşimiz de bize emanettir. Dinimizin tayin ettiği hakları çiğnenemez, ona ihanet edilemez, kötü söz ve kötü muamele yapılamaz. Aksi halde hem dünyada hem de âhirette cezası çok ağır olacaktır.

Çocuklarımız da bize emanettir. Onları dinimizin öngördüğü şekilde eğitmek ve yetiştirmek, emanetlere sahip çıkmanın gereğidir.

İhtiyar olmuş anne ve babalarımız da bize emanettir. Onların haklarına riayet etmek, Allah’ı razı etmektir. Hatta cennetin anaların ayağı altında olduğu hadis-i şerifte haber verilmiştir. “Onlara öf bile demeyin.” olan Allah’ın fermanına rağmen onları incitmek ve hukuklarını çiğnemek, gazab-ı İlâhiyi celp edecek ve daha dünyadayken bile öyle kişiler kendi çocuklarından aynı muameleyi görecektir.

Çalıştığımız işyeri de bize emanettir. Sahibinin bilgisi ve rızası dışında oradan bir dosya kâğıdını götürmek bile emanete hıyanettir. Bu hususta küçükle büyük arasında fark yoktur. Hele bilerek israf etmek ve çalıştığı işyerine bile bile zarar vermek ise, hıyanetin en berbat olanıdır. Vebalini de ancak mahşerin adalet terazisi tartabilir.

Hülâsa; kendi vücudumuzdan başlayarak en geniş dairelere kadar her şey birer emanettir. Bu emanetlerin içinde en önemli olanlarından biri de, içinde tüyü bitmemiş yetimlerin de hakkı olan devlet malıdır. Onu yönetenler, eğer bu emaneti çar çur ederlerse mahşer günü vay onların haline! İdareyi elde etmek nefse hoş gelir, fakat mahşerde hesabını vermek ise çok çetindir.

Okunma Sayısı: 1305
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı