"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cemaate ceza verilmez, ceza nefse verilir

Sebahattin YAŞAR
18 Mayıs 2016, Çarşamba 21:14
Son yazılarımız vesilesiyle onlarca, yüzlerce okuyucumuzla gerek telefonla, gerek yazışarak ve gerekse yüz yüze görüşmelerimiz oldu. Ekseriyeti ‘Kesinlikle yazılması gereken konulardı’ diyerek tebrikler ettiler.

Bir kısmı, ‘Sizin pozitif üslûbunuz içerisinden böyle yazıların çıkması bana daha bir manidar geldi, asıl pozitiflik budur’ dediler.

Tabiî, ‘Bu nasıl pozitiflik?’ diyenler de oldu.

Hakkın hatırını âli tutan bir kısım okuyucumuz da, ‘Evet, ben her iki cenahı da biliyorum, her iki cenaha da mesajlar verilmiş, doğruya doğru olmuş, objektif yorumlar yapılmış’ yorumları geldi.

Şunu da kabul ediyorum ki, bir yazının her cümlesinin birilerine tamamıyla uyması diye bir şey söz konusu olmayabilir. Nasıl ki biz, insanın fiillerini bile ‘Yirmi kötü var, bir iyi varsa, iyiyi o kötü fiillerin gölgesinde bırakmıyorsak’, her halde bir gazete yazısında da aynı hassasiyeti göstermek gerektiğine inanıyoruz.

***

Geçtiğimiz günlerde Almanya-Köln’de de, farklı ülkelerden gelen kardeşlerimizle aynı konular üzerinde müzakereler yaptık.

Emin olun hepimizin birleştiği nokta şu oldu: “Biz meşrû meşvereti esas alan bir cemaatiz. Biz (meşveretli) şahs-ı maneviyi esas alan bir cemaatiz. Her türlü meselemizi mecrasında konuşuruz, tartışırız, bir sonuca bağlarız. Haa işleyen sistemle ilgili bir sıkıntı varsa, bunu da yine şartları içerisinde konuşuruz, yine bir sonuca bağlarız. Tabiî bir sonuca bağlamalar arzu edildiği gibi hemen olmayabilir. Burada da sabır, kanaat güçlerimizi kullanırız. İmtihanda olduğumuzu unutmayız. Dünyanın dört bir tarafından ve özellikle de Anadolu’dan süzülüp gelen, temiz vicdanlı, safiyeti bozulmamış Nur kahramanlarının Rabbimizin rahmetini celbedeceğine olan inancımız tamdır.

Tertemiz, berrak, ihlâslı Anadolu pınarları, İstanbul havuzunda oluşabilecek her türlü kirlenmeleri de temizlemeye muktedirler. Yeter ki, aculiyet hastalığına yakalanmayalım ve yeter ki anlık, bireysel, aceleci kararlarla cemaatle olan bağımızı zedelemeyelim. Yeter ki birbirimizin gıybetini yapmayalım. En önemlisi de özeleştiri yapmayı, (hatalarımız neler, ihmaller neler) ihmal etmeyelim.”

***

Beyefendi/hanımefendi uzun yıllar hizmet etmiş, pek çok kişilerin hizmetlerle tanışmasına vesile olmuş, çok da okumuş. Sonra? Sonra, yorulmuş.

Oysa, ‘Nefes almak yormaz insanı.’

Artık böyleler için imtihan; okumak değil, koşturmak değil, birilerini tanıştırmak değil; kendini istikametle muhafaza etmek olunca, iş zorlaşıyor.

‘İstikamet’i kaybetmek, ne kötü bir sondur. Saatlerce, sıhhatlice uçuşta olan uçağı piste indirememek, neticelendirememek, hüsn-ü hatime verememek üzücü değil mi?

Söylediklerini bir müddet sonra senin yaşayamayıp kendisine söylediklerinin yaşaması ne garip bir nasiplilik halidir? Tanıştırdığın insanların sana acır hale gelmesi ilginç değil mi?

Bir, iki, beş, yedi, on ikaz edenlere; dâvet edenlere; yapma, etme, küsme, gitme diyenlere; Nuh deyip peygamber dememek düşündürücü değil mi?

Nasıl bir şahs-ı manevî gerekli?

Emaneti son nefese kadar taşımak için, güçlü şahs-ı manevî duâsı gerekli.

Hem öyle bir şahs-ı manevî ki, istişare mekanizması ile işleyen, uhuvvet, tesanüt, ihlâs ve sadâkat düsturlarıyla mücehhez olan bir şahs-ı manevî ancak sağlıklı istikameti netice verebilir.

Cemaatten, böyle bir şahs-ı manevîden, rahmetten uzaklaşan, yalnızlaşan hangi insan kendini koruyabilir ki?

Cemaatin duâ ve tevekkülü bireyin hayra olan kabiliyetini arttırmıyor mu? Ve yine cemaatin istiğfar ve tövbesi bireyin şerre olan meylini kesmiyor mu?

Enerjiden uzaklaşan, fişi çekilmiş hale geliyor, bir müddet sonra sönüyor.

Artık sohbetlerde o beyefendi/hanımefendi yok. Peki ne oldu? Kıyamet mi koptu? Hayır, belki şahs-ı maneviye dahil olmayanın, katılmayanın, cemaatin duâsından mahrum kalanın, yalnızlığa düşenin, nefsine kapılanın kıyameti kopmuştur.

Değerlerle mücehhez şahs-ı maneviden uzaklaşanlar onlarla, yüzlerle sayılara ulaşsalar da, ihlâstaki ‘bir’in yüz kuvvetindeki bin kuvvetindeki sırra ulaşamayacaklardır.

En büyük ceza insanın dinden, imandan, Kur’ân’dan, üzerinde rahmet taşıyan cemaatinden uzak kalmasıdır. En büyük musîbet dine gelen musîbettir.

Kendisi gitmeyen, gelmeyen sanıyor ki, herkes gitmiyor, gelmiyor.

Gitmeyen, gelmeyen; ‘gitmeyeyim de görsünler’ diyor, cemaate ceza verdiğini düşünüyor. Oysa kaybeden, ceza alan; ceza verdiğini sanan oluyor.

Mal kaliteli ise, müşteri bitmiyor, yeni yeni müşteriler geliyor.

Hasılı, kervan yürüyor. Cemaate ceza verilmez. Ceza, nefse verilir.

Meşveret ve (istişareli) şahs-ı manevî olduğu müddetçe kişiler gelir gider, emval olur biter, ama Allah’ın razı olduğu üç beş kişi, bu muhteşem emaneti hakkıyla, hukukuyla taşımaya devam eder ve edecektir.

Rabbim bizleri böyle bir yüksek şahsiyeti olan şahs-ı maneviden ve dolayısıyla istikametten ayırmasın.

***

‘Korkarım kader bizi de zamanında eleştirdiğimiz şahs-ı maneviden ayrılan ağabeylerin imtihanıyla imtihan edecek’ diyen kardeşimin kulakları çınlasın.

Okunma Sayısı: 3788
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mehmet Kesik

    18.5.2016 14:20:25

    Yüreğinize,dilinize sağlık hocam.Nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez.Nefsni ıslah edemeyen yapılan hizmetlerde hep bir kusur arar.Rabbim bizleri önce sıratı müstakime erdirsin,sonra ayaklarımızı orada sabir kılsın.İnşaalah.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı