İnsan ömrünün belki de en zor anlaşılan dönemin ihtiyarlıktır.
İnsanın içinde olmadığı veya yaşamadığı dönemi anlaması zordur. Bu dönem insan hayatının ikinci çocukluk dönemidir. Yaş ilerleyince adım atmak; gezmek, tozmak; yemek, içmek, neredeyse nefes almak bile güç hale geliyor.
Şimdilerde 90’lı yaşlarda anamla birlikteyiz. İnsanın kendi annesine ihtiyar diyesi gelmiyor. Anam, babam vefat ettikten sonra, yıl içerisinde -koruyucu bir melek gibi- evlatlarını geziyor. Tabii zaman geçtikçe tıpkı çocukluk gibi daha hassas, daha kırılgan ve daha duyarlı hale geliyor. Bu dönemin ise çocukluktan farkı, çocukluk döneminden geçmiş birisinin bu dönemi yaşıyor olmasıdır.
Evde bir büyüğün olması, yerini bir başka şeyin dolduramayacağı bir şeydir. Ama onun için de bir meşguliyet olmadan günlerin geçmesi kolay olmuyor. Oysa iyi bir meşguliyet insana iyi geliyor. Tabii yaş ileri olunca bir müddet sonra ayaklar yoruluyor, gözler tam olarak göremiyor, birkaç adım atıverse hemen soluk soluğa kalınıyor. Ama ne olursa olsun bir boşluğu doldurmak hissi insanı mutlu ediyor.
Anamla bu sabah bir anlaşma yaptık. Akşam eve dönünceye kadar beş günlük kaza namazı kılınacak ve beş yüz de salavat çekilecek. Daha anlaşma uygulanmaya geçilmeden, ‘Oğlum bu çok olacak galiba. Her vakit namazının ardından bir de kaza kılayım ve sonra da her vakitte yüz tane salavat çekeyim. Olur mu?’ dedi. Ben de, ‘Neden olmasın?’ dedim. Ama bir anlaşmanın yapılması onu mutlu etmişti. Ödev alan öğrenci gibi, bir anlaşmaya imza atmıştı. Neyse ki akşam eve geldiğimde, kucaklayıp onu öptükten sonra başladı anlatmaya. Vakit namazları ve ardından kaza da kılınmış, bir de bunların üstüne her vakitte yüzer adet salavat çekilmişti, hatta fazlası bile vardı, daha ne olsun!
Bu anlaşma bile anamı mutlu etti. Üzerindeki durağanlığı atıp, ‘Daha yapacağım çok işler var.’ mesajı verdi. Anam yaptığı ibadetler üzerine konuşurken, doğrusu aldığı bir işi yerine getirmenin mutluluğu içerisinde idi. Hele hele akşamları eve geldiğimde, başımı onun dizlerine koyduğumda çok mutlu oluyordu. Tabii annesi tarafından saçları okşanan ve dua edilen ‘küçük evlat’ olan benim, mutluluğuma da diyecek yoktu. Ha za min fadli Rabbi.