Bir kış mevsiminde sınav yapıyoruz. Öğrenciler sorularla boğuşurken, salon görevlisi bizler ‘yasak’lar arasında can sıkıntısı yaşıyoruz.
Sıkıntıdan, içinde olduğumuz mekândan hayalen çok uzaklara atmışız kendimizi. Doğrusu insanın hürriyeti kısıtlanınca, nefes alıp vermek bile zorlaşıyor.
Öğrenciler için çok hızla akıp giden zaman bizim için geçmek bilmiyordu. Bir ara pencere kenarına oturup, camdan ötesini izledim, öyle tatlı geliyordu ki.
Bir ara, cam kenarında büyükçe bir kelebeğin, sıcak mekânı bulunca derin bir kış uykusuna yattığı gözüme ilişti. Isınmış sobanın kenarına kıvrılmış bir kedi gibi bu kelebek de bu sıcak ortamda derin hülyalara dalmış gibiydi. İçimden belki de ölmüş olabileceğini düşünerek, şöyle bir sertçe dürttüm. O esnada, ‘Bu insanlardan bize rahat yok!’ dercesine, ‘pırrrr’ diye uçuvermez mi? Hürriyetini kısıtlayan cama birkaç kez çarpıp düşünce, merhametimi celbetti.
Asıl merasim bundan sonra başladı. Hemen şefkat dolu bir hamle ile kelebeği avuçlarımın içine alıp, hür olması ve yaşama alanı olan tabiatına kavuşması için bir çaba içine girdim. Zavallı kelebek avuçlarımın içinde durmadan çırpınıyordu. Onu diğer salon görevlisi arkadaşa da gösterdim. O da dışarı atılması için hemen pencereyi açtı ve adeta, yaka paça kapı dışarı edilen birisi gibi, narin kelebeği iki koca adam yardımlaşarak dışarı attık.
Kelebek öyle bir uçuş yaptı ki, biz de bu heyecanlı gidişten yaptığımız işin isabetli olduğunu düşünmüştük. Hatta birbirimize bakarak, ‘Hürriyet ne güzel şey!’ demeyi de ihmal etmemiştik.
Neden sonra narin kelebeği sıcak ortamından alıp, güya hürriyet adına çetin kış şartlarına terk ettiğimizi fark ettik. Güzelim kelebek tarafımızdan bir meçhule terk edilmişti. Sıcacık mekânında uyuyup duran kelebek, birden neye uğradığını anlayamadan kendini bir bilinmezliğin içinde buldu.
Biz ise görünürde bir iyilik yapmıştık. Niyetimiz iyi idi, ama ya sonrası?