Karne deyince hemen öğrenciler akla gelir. Oysa her gün karnesini eline alıp giden o kadar çok insan var ki! Mezarlıklar mezunlarla dolu.
Acaba kim geçti, kim kaldı? Kimin hangi dersi başarılı, hangisi değil? Öğretmenler kim razı, kimden değil? İşte bu soruların cevapları önemli.
Karne meselesi herkes için durup düşünülmesi gereken bir konu. Çünkü herkes başarılı olmak istiyor.
Karne, çok yönlü bir gösterge. Öğretilenlerin alınıp alınmadığını ölçer.
Ne kadar da çok karne dolduran var. Öğretmen, usta, anne baba, komşu, arkadaş, eş, çocuklar, ablalar, ağabeyler… ve bizi yaratan Rabbimiz.
Anlaşılıyor ki, hiçbir yerde öylesine yaşamak diye bir şey yok. Her insanın, herkesin yanında bir karnesi var.
Sorun isterseniz annenize, babanıza, komşunuza, arkadaşınıza bakın size hemen nasıl not verecekler, karnenizi dolduruverecekler?
Öğrencilerin not aldıkları dersler gibi, insanın da namazı, orucu, zekâtı, haccı; anne baba hakkı, kul hakkı, yardımlaşma, dayanışma, kardeşlik gibi not aldıkları dersleri var.
İnsan, vicdanıyla not verse, dosdoğru kılınacak bir namazın farz, vacip, sünnet ve tadil-i erkânından geçer not alabilir miyiz acaba? Ya oruçtan, zekâttan veya diğer dersler olan haram ve helâllerden geçebilir mi acaba?
O zaman çene kapanmadan, eller ayaklar bağlanmadan, nefes tükenmeden dönem arası karneyi bir değerlendirmeli insan. Dönem bitmeden zayıf notlara çalışmalı insan. Yoksa ağlamanın, sızlamanın bir anlamı olmaz.
Karnemiz bilinmezlikler içinde değildir aslında, insanın kendi vicdanı da bir şeyler söylerken; bizi tanıyan birkaç kişiye sorsak, gidişatımız hakkında yakın bilgiler elde edebiliriz. Yeter ki insan, öğrenmek istesin, kafasını kuma sokmasın.