Son yazılarım, aslında epeyce bir zamandır baskılanmış konulardı. Gözlerinizin içine baka baka camiana, cemaatine, gazetene, meşveretine, neşriyatına hakaret ediliyor; ‘Aman muhabbet zedelenmesin!’ kaygısıyla, içinize sinmeyen, yutkunduğunuz bir sürece giriyorsunuz.
Otuz kırk yıldır aranızda hukuk oluşmuş, cemaati, insanî ilişkileriniz gelişmiş kişiler birdenbire farklı cümleler kurmaya başlıyor. Dün on, on beş dergiyi çantasına koyup gittiği yere tanıtan, pazarlayan arkadaş birden, ‘Bu iş böyle gitmez, Risale-i Nur böyle demiyor.’ gibi cümleler kurmaya başlıyor.
İdare aynı idare, dergi aynı dergi, içindeki hakikatler aynı; ama bir rüzgâr esintisiyle tavır ve tutum aynı değil. Birileri bir yerlerden üflüyor, birileri oynamaya başlıyor. Müteharrik-i bizzat değil, müteharrik-i bil gayr bunlar.
Yine de muhabbet adına, tesanüt adına, ihlâs adına sesini çıkarmıyorsun; ama olmuyor, içine sinmiyor ve işler bir türlü gitmiyor.
Kendi hukukun değil, cemaatin hukuku çiğneniyor; ona da hazm-ı nefs etme hakkın olmuyor; cevap veriyorsun, tartışma oluyor, gerilim oluyor.
Her kitabın bir okunma zamanı var. Ben de tam da o günlerde Zübeyir Gündüzalp’in zor görevli günlerini okuyorum. Kim ne derse desin, doğru bildiğin adımları atmak hakkın hatırı için bir gerekliliktir. Bu sefer de adın Zübeyir Gündüzalp’e öykünmek olarak çıkıyor.
İhlâsta, ‘O razı olduktan sonra…’ cümlesi var ya, işte o, ilâç gibi geliyor.
Umumî meşverette şekillenmiş hizmet kitapçığı da işletilmiyorsa, bu sefer ‘ene’ler devreye giriyor. Kişi hakkı için, hakkın hatırı çiğneniyor.
Sonra sonra, kitapçığa rağmen, muhalif görüş ve düşünceler meşveretlere de seçilmeye başlıyor. Adam gazetenin aleyhinde, umumî meşveret kararlarının aleyhinde, gazete abonesini bırakmış, cemaate muhabbeti kalmamış; kalkmış bir de meşveretlere hem seçiyor hem seçiliyor. Bu nasıl olur?
Bugün hangi bir sivil toplum teşekkülünde kararlarını kabul etmediğin bir ortamın üyesi olabilirsin? Mümkün mü?
Yine yönetimleri seçimle işleyen hangi kurumlarda, kurullarda belirlenen seçme ve seçilme kriterleri yok kabul edilebilir? Böyle bir şey olabilir mi?
Peki böyle işleyen bir yapıdan bir hayır beklenir mi?
Ve gel de böyle kişilerle, aynı kurullarda hizmet et!
Aslında bu kişiler kadar, seçme ve seçilme kriterlerini uygulamayan heyetleri de gündeme almak gerekir. ‘Bir şey olmaz, oy kullansınlar, cemaati böldürmeyelim.’ diyenler, kitapçıktaki kriterleri taşımayanlara oy kullandırarak ve seçilme imkânı sağlayarak, gayr-i meşrû bir şekilde bu kişilerin virüslü düşüncelerini heyetlerin içerisine katmış oluyorlar. Derken virüs bulaşıyor.
Risale-i Nurlar, ‘İntizam şedittir.’ der. Böyle virüslü insanlar, masum bir şekilde sohbetlere katılan ve bağı sadece bir sohbete katılmak olan insanlara cemaatin, gazetenin, ağabeylerin aleyhinde konuşurlarsa orada nasıl insan sessiz kalacak? Yani bu iman ve Kur’ân hizmetlerinin, bu cemaatin, bu nurların hak ve hukuku yok mu? Bu işler sahipsiz mi?
İçeriden de olsa, birileri yapıyı incitiyorsa onlara sessiz kalınamaz. Kalınsa bu hak olmaz. Kalk sen bir de böyle virüslü düşüncelere ders kürsüsünde ders ver. Olacak şey değil.
Tam bu noktada Gündüzalp modeli imdada yetişiyor.
Kimse kimseye karşı muhabbetini bozmadan; ama kimse kimseyi de çiğnemeye kalkmadan, iman ve Kur’ân hizmetlerinde kimin yapısına, dokusuna, duygusuna hangi hizmet tarzı uyuyorsa, varsın hizmetini orada yapsın.
‘Bizi bu saatten sonra kim kabul eder.’ diyenlerin, kendi değer yargılarına saygı duyması ve cemaatiyle olan ahitlerini tazelemesi icap eder.
Muhabbeti bozulanın, hizmeti de bozulur.
Gerçekten bu cümleleri kurmak bile bize ağır geliyor.
Ama hakkın hatırı, cemaatin hukuku bize bunları söylettiriyor.