"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Müşevveş bir mazi parlak bir istikbal

Sebahattin YAŞAR
05 Ağustos 2015, Çarşamba
İsveç-Stockholm’deki Risale-i Nur okuma programımız içerisindeki gezilerimiz adeta okuduklarımızın pratiğini yapmak veya Üstad’ın Kur’ân’dan keşfettiği hakikatlerin günlük hayattaki müşahedesini, tefekkürünü, testini yapmak gibi bir anlam taşıdı.

İki gün İsveç’ten Norveç’e geçtik.

Yol boyu muhteşem tefekkürler, tezekkürler yaptık. İnsan olmanın hazzını yaşadık, gark olduğumuz nimetlere şükrettik.

Aynı nimetlerden İsveç, Norveç halkları da istifade ediyordu. Ama sadece ‘ye, iç, yaşa’ tarzı içerisinde. Hatta nimetler arttıkça, Mün’inden uzaklaşma hasıl olmuş. Yani bazıları için nimetlerin devamlığı onun iyice küfrünü netice vermiş.

Yeşilin her tonu içerisinde, renklerin ahengi arasında bir hayat sürmek güzel. Ama bu envai çeşit nimetler ‘nereden geliyor, kim gönderiyor, neden gönderiliyor, neye binaen gönderiliyor, bizden ne istiyor?’ gibi sorularla Kendisi bulunsun diye verdiği aklı bu yolda kullanmamak ne acı, hüzünlü bir gelecek?

Bundandır ki, dünyevî nimetler noktasında doyuma ulaşan insanlar, vicdanlarını susturamıyorlar ki, hayat sahnesinden çekilmeyi yeğliyorlar. 

Ne acı bir son.

Yani kulumu yaratayım, ona maddî ve manevî bütün nimetlerimi vereyim, onun huzur içerisinde yaşayabileceği kâinatı kurayım, koruyayım, devamlılığını sağlayayım, kulum keyfetsin, nimetlerimin hepsini tatsın sonra,… Böylece hayat bitsin ve sonrasında da bunların bir muhasebesi olmasın. Olmaz!

Küçücük evimizde bile çocuğumuza küçük boylu yaptığımız bir yatırımdan bir neticeyi beklemek, netice oluşmadığında yatırımı kapatmak aklın gereği iken, nasıl oluyor da Rabbimizin bunca nimetleri karşısında Avrupalı haşa ve kella Allah yokmuş gibi, nimetlerin hesabı yokmuş gibi, nimetleri veren  O değilmiş gibi bir hayat tarzı, inanç biçimi içerisinde olabilir? Olmaz!

Haa, ne olur nimetlerin Sahibi olan Rabbimiz verir, verir, verir; biraz mühlet de verir; ama o insan, o topluluklar aklını başına almazsa, nimetleri Veren’i bulmazsa, bulunca da nimetlerin ücreti olan şükrü yapmazsa, işte o zaman nimetler gider.

Avrupa çalışıyor, Avrupalı dünyanın rahat ve saadetini temin için tedbirlerini alıyor, bilim adamları gecesini gündüzüne katıp var güçleriyle, herkes kendi branşında her gün biraz daha ileriye gitmek için çırpınıyor. Böylece teknoloji gelişiyor, bilim gelişiyor, insanın nev’iyle iftihar edeceği gelişmelere meydana geliyor. İşte tam da burada insanın aklına bir soru takılıyor. Peki ya sonrası diyor akıl?

Dünyada yaşamanın pek çok tedbirini düşünen insanoğlu, ölümün varlığını, sonrasında nereye gidiyor olduğunu sorgulamazsa o zaman her şey bir anda anlamsızlığa düşmez mi?

Fıtrat, bu kadar muhteşemliklerden sonra birden yokolup gitmeyi kabul etmiyor. Beka istiyor… zaten vicdanî azap denen şey de buradan doyuyor. Yani Allah insanı iki dünya için yaratmış, insan bunu tek dünya varmış gibi yaşarsa, işte o zaman sıkıntı baş gösteriyor.

Yani insan kendi anlam arayışını tamamlamazsa, dünyevî anlamda başarılı olabilir, zirvelere ulaşabilir, ama mutlu olamaz.

Aslında ele alacağım konu Norveç ülkesindeki intihar vakıaları idi. Buradaki arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde bu bilginin hakikaten doğru olduğunu, ama bu bilgileri çok da basınla paylaşmadıklarını, bu noktada dışa kapalı olduklarını ifade ettiler.

Dünyanın kişi başına düşen geliri en yüksek ülkesinde, en yüksek düzeyde intihar vakıaları var. Buradaki kardeşlerimiz bunu genel olarak iki, sebebe dayandırıyorlar; biri, ruh halini olumsuz etkileyen güneş ışığını çok az almaları neticesi depresyon ve diğeri de bu insanların yalnız yaşamaları…

Demek ki, Rabbimizin büyük nimetlerinden olan Güneş’in maddî varlığı da, insanı ayakta tutan manevî güneşin varlığı da hayatı anlamlı kılıyor. Yani iki güneş de insanın aydınlanmasını netice veriyor. Biri maddî, diğeri manevî.

Norveç bu iki güneşten de mahrum. Her türlü nimet var, ama bu nimetler şükürsüzlükle yaşanıyor. Dinsizlik ciddî boyutlara gelmiş vaziyette, kiliseler de insanların ihtiyacına cevap veremiyor. Hatta pek çok kiliseler satışa çıkarılmış, küçük kiliseler kapatılarak büyük kiliselerde bir araya gelme tedbirine geçilmiş.

O zaman bir şey kalıyor bu topluluk uyanmak zorunda. Akılla içinde oldukları durumu muhasebe etmek zorunda; yoksa, nimet şükür görmezse gider.

Üstad’ın belirttiği gibi ‘bize parlak bir istikbal, ecnebilere müşevveş bir mazi düşmüş’. Bu da gösteriyor ki, yakın gelecekte İslâm parlayacak, ecnebiler ise, düşüşe geçecekler. Ama ecnebiler uyanıp, nimetleri vereni tanıyıp, kabul ederse aydınlığı sürecek, ehl-i İslâm da müjdelerin gereğini yapıp, aydınlığa ulaşırsa; Avrupa ve Asya olarak iki aydınlık İslâm hakikatlerinde birleşmiş olacaktır. 

Benim kanaatim o ki, Avrupa bunca gelişmişlik içerisinde kendini karanlık bir geleceğe terk etmeyecektir. Aklını kullanıp, iki dünya saadetine geçişi gerçekleştirecektir. Yani İslâmiyetin hakaikini hayatına katacaktır. Bediüzzaman’ın müjdesiyle, Avrupa hurafattan sıyrılıp, İslâmiyetle müsalâha edip, barışacaktır.

Böylece ‘İstikbalde en yüksek gür sedâ İslâm’ın sedâsı olacaktır.’ hakikati Asya ve Avrupa’nın aydınlığı ile tahakkuk edecektir. İnşallah.

Okunma Sayısı: 2405
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı